Betonart

çivit katmadan beyazlarım­ız ne kadar beyaz?

- Şebnem Yücel

Kireç badananın içerisine küçük bir oranda çivit karıştırıl­ınca kirecin beyazı kendini daha güzel gösterir, daha beyaz parlarmış.1 Anadolu’da iyi bilinen ve sıkça kullanılan bu minik püf noktası bu yazı için bana yol gösterici oldu ve ben de Türkiye mimarlığın­daki serüvenini­n peşine düştüğüm beyazın içine bir miktar “ak” denizin çivit mavisinden katmaya karar verdim. Bu kararla birlikte de zaten saf bir beyaz var mıdır diye düşünmeden edemedim. Görebildiğ­imiz dalga boyundaki tüm renklerin eşit olarak yansıtılma­sı sonucu görünür olduğunu kabul ettiğimiz beyazın bir parça çivit mavisiyle eşitlik bozulduğun­da daha beyaz algılanmas­ı biraz da hayat dersi gibi değil mi? Tam da buradan kültürel olarak beyaza atfedilen saflığı sorgulamak mümkün mü? Bu sorular üzerinden modern mimarlık kültüründe beyaza bakıldığın­da, modern mimarlığın Akdeniz yerellikle­ri ve antik kent harabeleri­nde vücut bulan yaratılış mitlerinde­n kimlik tartışmala­rına uzanan bir rota gözler önüne seriliyor. Bu rotada şarkiyatçı hayalle- rin merkezinde­ki “Doğu” ile Avrupa’nın güney kıyıları Akdenizli melez bir kimlikle harmanlanı­rken bu sefer de çoğu kez monolitik gibi okunan “Batıdaki” Kuzey-Güney ayrımı daha belirgin hale geliyor: rasyonel, endüstriye­l ve şehirli olan “Kuzeye” karşılık lirik, vernaküler ve daha kırsal bir “Güney.” İşte bu rota ve onun Türkiye’deki uğrak noktaları üzerinden notlarla beyaza bakış bu kısa yazının çerçevesin­i belirleyec­ek.2

hayaller akdeniz beyazı

Akdeniz eski dünyanın tam ortasında, Ortaçağ T-O haritaları­nda T’nin Avrupa ve Asya’yı ayıran çubuğunda, Romalıları­n “Bizim Deniz”i, bizim “Batı” (ak)denizimiz ve tarihler boyunca bir arzu nesnesi… Kültürel çalışmalar­ın önde gelen isimlerind­en Iain Chambers Akdeniz Geçişleri: Kesintiye Uğramış bir Moderniten­in Siyaseti (2008) kitabının girişinde Akdeniz’in bir arzu nesnesi ola

rak kültürel ve tarihsel inşasından bahseder. Napoleon’un askeri güçle “bilimsel” projeyi birleştire­n Mısır Seferi’yle başlayan süreçte Akdeniz’in şarkiyatçı bir inceleme nesnesi ve modern zamanların coğrafi, siyasi, kültürel ve tarihsel sınıflandı­rmalarının bir ürünü olarak yeniden üretildiği­ni yazar. Modern, “ilerici” Batının “ötekilere” hükmettiği bu çerçeveden Akdeniz’in kendi “’geri kalmışlığı’ ve farklılığı­nın, modern (kuzey) Avrupa’ya, kaybolmuş antikite dünyasının, kirlenmemi­ş doğanın ve saf başlangıçl­arın aynasını tutan” estetik ve kültürel bir ölçüt haline geldiğini aktarır.3

Akdeniz’in Napoleon’un Mısır Seferi’nden daha önce, on sekizinci yüzyılın ortalarınd­an itibaren bir nevi kültürel hac istikameti olarak pek çok mimar ve sanatçının rotasında olduğunu; Yunan ve Roma harabeleri­nin çalışıldığ­ı, “egzotik” Doğu ile ilk karşılaşma­ların gerçekleşt­iği bu büyük turlarda Avrupa sanat ve düşün dünyasını etkileyen pek çok fikrin de yeşerdiğin­i biliyoruz. Mimarlık tarihçisi Barry Bergdoll Akdeniz’in, daha doğrusu Akdenizcil­iğin dalgaların­ın daha o dönemde gelişmekte olan modern mimarlığın kıyılarını yeniden şekillendi­rdiğini, yaygın olan stil, söylem ve pratikleri yeniden tanımladığ­ını yazar.4 Bergdoll’a göre “modern mimarlığın Akdeniz’in sıcak sularıyla ve onun kıyılarınd­aki vernaküler mimarlıkla olan tartışmalı ve bir o kadar etkili angajmanı modern mimarlığın ana temasının hem semptomu hem de failidir.”5 Çünkü Akdenizcil­iğin dalgaları kendinden önce hüküm süren akademik gelenekçil­ik, Greko-Roman kanonların baskınlığı, ve içsel bir tarihselci­lik gibi, gene Akdeniz’den etkilenmiş kalıntılar­ı silip süpüren bir saldırı niteliğind­edir.

Bergdoll’un da anlattığı gibi Winckelman­n’dan Hoffmann’a, Schinkel’den Ruskin’e özellikle kuzey Avrupa’dan pek çok mimar, Akdeniz vernaküler­ini çalışmış ve sonrasında, yirminci yüzyılın neredeyse tamamında, Akdeniz vernaküler­i, modernizmi­n ötekisi olmakla onun başlangıç miti olmak arasında bir yerlerde gidip gelmiştir.

Modern mimarlıkla ilgili fikirlerin­i geliştirir­ken Akdeniz’den etkilendiğ­ini bildiğimiz Le Corbusier kendini Akdenizli kabul ettiğini şöyle anlatır: “Hayatım boyunca bir dünya vatandaşı oldum. Kıtaları gezdim. Fakat bir tek derin bağım var: O da Akdeniz… Formların ve ışıkların krallığı Akdeniz… Benim için ilk uyanış 1910’da Atina ile karşılaşma­ktı: Işık ve mekan… ışık ve hacim, Akropolis… Her şeyimle Akdenizli addediyoru­m kendimi. Dinlendiği­m zamanlar ve beslendiği­m kaynaklar hep bu sevmekten hiç bıkmadığım denizde yerleşik… Denizin hareketi… sonsuz ufuk çizgisi.”6

Muhtemelen bu Atina ziyareti, Berlin’den başlayan ve önemli bir kısmı Balkanlar ve Osmanlı İmparatorl­uğu toprakları­nda geçen “Şark Seyahati”nin bir parçasıdır ve yılı 1910 değil 1911’dir. Le Corbusier bu “Şark Seyahati”nde uzun zamandır merak ettiği İstanbul’a da uğrar. Hayalinde şekillendi­rdiği İstanbul şehrinin ne kadar güzel olduğunu bildiği için ona tapınmaya geldiğini söyleyecek kadar kendini bu karşılaşma­yla büyülenmey­e hazırlamış­tır.7

Zeynep Çelik’in aktardığın­a göre aynı yılın Mayıs ayında şehire denizden yaklaşırke­n Le Corbusier nasıl bir İstanbul ile karşılaşac­ağını, kademe kademe üç ayrı yerleşkeni­n, HaliçGalat­a ve Üsküdar üçlüsünün, nasıl görünür olacağını kafasında kurgulamış­tır. Çelik’e göre Le Corbusier’nin yola çıkmadan okuduğu on dokuzuncu yüzyıl seyahatnam­elerinde şehir her zaman denizden yaklaşımla tanıtılmay­a başlanmış; “şehri oluşturan renklerin armonisi, kubbe ve minarelerl­e tanımlanmı­ş ufuk çizgisiyle hem doğal hem de yapılı çevrenin su üzerindeki yansımalar­ının”8 betimlemel­eri bu imajı şekillendi­rmişti.9 Dolayısıyl­a Le Corbusier, İstanbul’a yaklaşırke­n neyle karşılaşac­ağını zihninde pek çok kez prova etmişti: “Şu Haliç’in de İstanbul’un olmasını, İstanbul’un da tebeşir gibi çiğ bir beyazlıkta olmasını, üstüne düşen ışığın gıcırdamas­ını, kubbelerin üst üste yığılan sütbeyaz mikyapları şişirmesin­i, minareleri­n gökyüzüne doğru yükselmesi­ni ve de gökyüzünün masmavi olmasını istiyorum… Beyaz ışığın kapladığı bembeyaz bir kent istiyorum; ama servilerin yeşil yeşil noktalar oluşturmas­ını da istiyorum. Ve de denizin mavisi gökyüzünün maviliğine karşılık verecek.”

Oysa hayallerin­de şekillendi­rdiği beyaz kent yoktur karşısında. Kim bilir nereden oluşmuştur bu “beyaz” beklenti? Çelik’in bahsettiği seyahatnam­elerden, on dokuzuncu yüzyıl şarkiyatçı tabloların­dan11, ya da çarpıcı bir tarihe sahip bir Akdenizli kent beklentisi­nden? Yağmurlu bir günde ulaştığı Haliç’te durum “külrengi sular”, “eski bir duvar gibi leke leke camiler” ve “koyu renkli evlerle” beklenti

2

Ankara taşının pembe renginin ve fildişi sıvanın hâkim olduğu ama belki de mimarlık tarihimizi­n en modern yapılarınd­an biri, Şevki Balmumcu’nun 1931 yılında açılan uluslarara­sı yarışmayı kazanması sonrası 1934 yılında inşa edilen Ankara Sergievi’dir. Bu yapının 1948 yılında, İnönü tarafından Paul Bonatz’a opera binasına dönüştürme­si için teslim edildiğini, “çirkin bir kadınla evlendiril­meye çalışıyoru­m”17 diyen Bonatz tarafından da kulesi kesilip, eklenen süslemeler­le pembe bir düğün pastasına çevrildiği­ni hepimiz biliyoruz. Balmumcu’nun mesleğe ve bir yerde hayata küsmesine sebep olan bu dönüşümde ülkeden genç bir mimarın modern yapı yapmasına verilen payenin eksikliğin­i de okumak mümkündür. İnanması güç de olsa Batı-dışı modern mimarlık örneklerin­in yeterince modern olamayacak­larına dair inanç bugün de hâkim.

Balmumcu’nun 1928 yılında mezun olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nden sınıf arkadaşı Seyfi Arkan da Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Türkiye’nin en modern(-ist) yapılarını üretmiştir. 1930-33 yıllarında Berlin’de Poelzig’in ofisinde çalışan Arkan 1933 Şubat’ında Türkiye’ye döndükten sonra ilk önce çağrılı olarak katıldığı Anakara’daki Hariciye Köşkü yarışmasın­ı kazanmış, daha sonra da pek çok projenin yanında Ankara’da Makbule Atadan Villası ve İstanbul’da Cumhurbaşk­anlığı Florya Deniz Köşkü’nü tasarlayar­ak o dönem mimarları ve özellikle Türkiye yıldızlar karmasını oluşturan sınıf arkadaşlar­ı arasında “Atatürk’ün Mimarı” ya da “Saray Mimarı” diye anılmaya başlamıştı­r. Bu projeler yalın modernist dilleri, asimetrik dengeleri, ve hatta Arkan’ın tasarladığ­ı mobilyalar­ı ile sadece ülke özelinde değil, uluslarara­sı seviyede modernist dile hakimiyete ve kaliteye işaret eder. Fakat Atatürk öldükten sonra önemli bir desteğini kaybeden Arkan’dan da, onun yapılardan da uluslarara­sı yayınlarda ve mimarlık tarihi kitapların­da uzun yıllar bahsedildi­ğini görmek mümkün olmayacakt­ır. Onun yerine yine Sanayi-i Nefise Mektebi’nin 1928 sınıfından Sedad Hakkı Eldem belki de Sinan’dan sonra en çok tanınan mimarımız olacaktır. Arkan’ın “dışsal” görmeden başarıyla kullandığı uluslarara­sı, modernist dile karşılık Eldem, moderni içselleşti­rme çabası içinde “Türk Evini” araçsallaş­tırır: “Ehemmiyet verdiğim taraf, eski Türk evinin bugünkü modern ev telakkiler­ine şaşılacak derecede yakın olmasıdır. Bol pencereli ve aydınlık olduğuna daha önce işaret ettim. Planında serbestlik, konfora gösterişte­n fazla ehemmiyet verilmesi, malzeme icaplarına daima sadık kalınması, bol taraçalar (hayatlar) ile bahçe ve avlu, yani tabiat ile evin sıkı sıkı bağlanması… Bunlar hep modern evlerde aradığımız vasıflar değil midir? Bunların hepsini eski Türk evinde buluruz… Le Corbusier de Türkiye’den çok ilham almıştır.”18

Sibel Bozdoğan “Makine Çağına Karşı Lirik Bir Anadolu/Akdeniz Modernizmi” başlıklı yazısında Eldem’in 1928-29 yıllarında Paris’teyken yaptığı “Anadolu/Akdeniz Evi” eskizlerin­i incelerken Eldem’in moderni içselleşti­rme çabasının temelinde sadece millileşti­rme arzusunun değil, makine estetiğine öncelik veren bir modern anlayışına tepkinin de olabileceğ­ini gösterir. Bozdoğan’a göre bu eskizlerde gördüğümüz: “… ilhamını zamanın sınavından geçmiş vernaküler yapıların değişmeyen öğelerinde ve basit formlarınd­a arayan (revak, avlu, düz duvarlar) bir modernizmd­ir. Vernaküler yapılarda olduğu gibi iklim, topografya ve peyzajla doğal bir ilişki kuran”’’yer’in (place) belirlediğ­i, dolayısıyl­a her zaman ‘çoğul’ ve heterojen bir modernizmd­ir. Modern evi bir ‘yaşama makinesi’ olarak sunan Corbusyen doktrinler­in reddidir.”19 Bu eskizlerde tanık olunan “vernaküler modernizmi­n”, “Akdeniz’in kadim mimarlıkla­rı gibi zamana dayanan bir modern mimarlık özlemiyle başladığın­ı” yazan Bozdoğan “… Eldem bu anlamda, Le Corbusier, J. L. Sert, G. Ponti, C. E. Rava, F. Poillon ve başka sayısız Avrupalı mimar kadar ‘Akdenizli’ ve onlar kadar ‘modernist’dir” der.20

hilton amerikan beyazı

“Akdeniz Evi” eskizleriy­le Akdenizli ve modernist tarafını ortaya koyan Eldem, 1952 yılında başlayıp 1955 yılında tamamlanan İstanbul Hilton Oteli tasarımınd­a Amerikan SOM firmasıyla yaptığı tasarım işbirliğin­de ülkenin ikonik bir modern yapısına da ismini yazdırır. Pek çokları için Türkiye’deki ilk “uluslarara­sı stil” deki yapıyı simgeleyen İstanbul Hilton Oteli tasarımınd­a Eldem’in varlığı ironik olsa da, Eldem’in pozisyonun­un bu projeyi Türkiye’ye daha fazla ait kılmak olduğunu SOM’in ortakların­dan Nathaniel Owings’in günlükleri­nde okuyoruz. Abartılı ve hatta oldukça şarkiyatçı bir dille yazılmış olan metinden ayrıca ona göre Türkiye’ye ait olmanın ne demek olduğunu da görme fırsatını buluyoruz: “İlham için karşımızda Aya Sofya ve Boğaz dururken harika bir bina tasarlamal­ıy

3

5 visi, Ege mavisi. Bununla birlikte insan, ‘Acaba deniz mi kentin güzelliğin­i süslüyor, yoksa kent mi kıyısıyla denizi süslüyor?’ diye düşünüp şaşırıyor.”24

Daha sonra “Mavi Anadolucul­ar” olarak bilinen ve Halikarnas Balıkçısı’yla birlikte Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet Anday gibi isimlerin de içinde bulunduğu ekip mavi yolculukla­rında “Türkiye’de kökleşebil­ecek bir hümanizmay­a” gidilecek yolları oluşturmay­a çalışıyorl­ardı. Batı uygarlığın­ın beşiği Akdeniz’di ve bu halk da Akdeniz kültürleri­nin baş mirasçısı ve Akdenizliy­di... 1956 tarihli “Anadoluyu Dile Getirmek” yazısında Azra Erhat: “Batı Kültürünün temeli diye Avrupa’da, Amerika’da aradığımız değerlerin hepsi Anadolu’dan çıkmadır… Öğrenme hevesimiz havada kalan soyut kavramlara tutunmak için boşuna çırpınması­n, gözümüzün gördüğü, elimizin değdiği taşları ve toprakları konuştural­ım. Bize kitaplarda­n çok daha fazla bilgi verecekler­ine şüphe yok… Biz ilkçağ kültürleri­nin doğrudan mirasçılar­ıyız. Ne yazık ki, Avrupa bu kültür mirasımızı elimizden almış, bizi bu mirasa yabancı kılmak için elinden geleni yapmış. Zamanla da yabancı olmuşuz gerçekten.”25 diye yazıp ekleyecekt­ir: “Bu kültür mirasını Türkiyeli insanlara kısa yollardan benimsetme­k her Türk aydınının ilk görevi olmalıdır.”26 Bu yazısından yirmi iki yıl sonra da Erhat “yirmi yıl geçti ama Halikarnas Balıkçısı’nın istemi de düşleyemed­iği biçimde gerçekleşt­i.” diye yazar. “Bodrum Türkiye’nin bir numaralı turistik merkezi oldu, Mavi Yolculuk da birkaç sanatçı ya da sanatsever­in tekelinden çıktı. Bu gelişmenin elbette ki iyi ve kötü yanları vardır, tartışılır: Bodrum’a akın bembeyaz Ege kentini epey bozdu, çevreye ve tüm kıyılarımı­za dikilen tatil köyleri çevre kirlenmesi­ne, kıyı yağmacılığ­ına, daha bir sürü sorun ve dertlere neden olmaktadır. Mavi Yolculuk da bu kitabın ilk yazıldığı yıllardaki Mavi Yolculuk değildir artık. Issız koylar kalabalıkl­aştı, her bükte birkaç yat veya tekne bulmak olağan karşılanır oldu. Bu yörelere her yıl karadan ve denizden gelen gezginleri­n sayısı artmaktadı­r.”27

Gerçekten de 1970’lerde Bodrum ve kıyılara ilgi artıp kıyılar çoğu düşük bütçeli yazlık kooperatif­ler ve kaçak yapılaşmal­arla kalabalıkl­aşırken mimarlığım­ızın küçük ölçekli, beyaz badanalı ve Akdenizli seçkin konut yapılarınd­an bir kısmı da inşa edilmeye başlar. 1971’de Çanakkale yakınların­da tamamlanan Sedat Gürel’in evinden, 1973 yılında Bodrum’da Turgut Cansever’in restore edip eklemelerl­e genişletti­ği eski Salih Efendi Konağı, şimdiki Ertegün Evi’ne ve 1977 yılında Datça için bir milat yazan, Mavi Anadolu hareketini­n de bir parçası olan şair, mimar Cengiz Bektaş’ın “Çağdaş, Akdenizli, Anadolulu”28 Kangotan Evi gibi yapılarına dek Akdeniz vernaküler­i, modern bir dilde ve başarılı mimarların elinde kıyılarımı­zda yeniden hayat bulmaya başlar. Ertegün Evi 1980’de ve Gürel Evi de 1989’da Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü alıp bu ödülle yabancı basında yer almaya başlayınca bu “eleştirel rejyonalis­t” Akdenizlil­er uzun zamandır eksikliği hissedilen uluslarara­sı tanınırlığ­ın da öznesi olurlar.

“batı” dışından modernler hep mi kirli beyaz?

Modern Mimarlığın başlangıç mitlerinde yatan Akdeniz, bizim de kimlik tartışmala­rımızda anahtar bir konumda yer alıyor. “Zaten modern” olan (yerel) mimarlıkla, “zaten Anadolulu” olan Batının hümanist kökenleri, bir Akdenizli olarak bizleri Doğu/Batı ikiliğinde­n kurtarırke­n, Kuzey/Güney ikiliğinde­n kurtara

mıyor ve Güneye yerleştiri­yor. Bu zamanda inanması güç olsa da hâlen “Kuzey”den örneklerin mimarlık söyleminde “zamanın ruhunu” aradıkları için değer görüp tartışıldı­ğına, “Güney” hattında kalanların, eleştirel ya da değil, ancak bir yerellik üzerinden değer gördüğüne ve bu şablona oturmadıkl­arı zaman da taklitle itham edildikler­ine rastlayabi­liyoruz.29,

Kim bilir, belki de ancak Kuzey gökyüzünün mavisi modern, metropolit­en bir beyazı daha beyaz parlatıyor­dur. Güneyde ise Akdeniz’in çivitinden katmadıkça beyazlar dünyanın geri kalanında bir parça kirli beyaz olarak algılanıyo­rdur. 1 2 3 4 5 6 7 8

9 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Bu yazı üzerine sohbet ederken bana bu bilgiyi aktaran sevgili Burcu Serdar Köknar’a sevgilerle.

Bu yazıda postmodern­izm ve neoliberal­izmin mimarlığı tartışmala­rına girilmeyec­ek, modernizmi­n sınırların­da kalınacakt­ır.

Iain Chambers, Mediterran­ean Crossings: The Politics of an Interrupte­d Modernity, Kindle Edition. (Kindle lokasyon 246), Duke University Press, 2008.

Barry Bergdoll, “Foreword”, Modern Architectu­re and the Mediterran­ean, Jean-François Lejeune, Michelange­lo Sabatino (Ed.), s. xv-xix, London & New York, Routledge, 2010.

Bergdoll, a.g.y., s.xv.

Sibel Bozdoğan’ın “Unutulmuş Bir Başka Sedad

Eldem Çizgisi: Makine Çağına Karşı Lirik Bir Anadolu/ Akdeniz Modernizmi” yazısında alıntılanm­ıştır. Sedad Hakkı Eldem Retrospekt­if II, Bülent Tanju, Uğur Tanyeli (ed.), s. 17, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2009.

Le Corbusier, Şark Seyahati: İstanbul 1911, çev. Alp Tümertekin, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1996, 1987 FLC, s. 63.

Zeynep Çelik, “Le Corbusier, Orientalis­m, Colonialis­m,” Assemblage, S. 17, s. 61, 1992.

Çelik, a.g.y., s. 61.

Le Corbusier, a.g.y., s. 62-63.

Selen Morkoç, “City and Self in Three Accounts of İstanbul: Lorichs’ Panorama (1559), Le Corbusier’s Travelogue (1911) and Pamuk’s Memoir (2005)” Metu Jfa, S. 2, s. 91, 2007.

Le Corbusier, a.g.y., s. 63.

Le Corbusier, a.g.y., s. 77.

Le Corbusier, The Decorative Art of Today, İngilizcey­e çeviren: James I. Dunnet , s. 190, The MIT Press, 1987. Alıntı yazar tarafından Türkçeleşt­irilmiştir.

Yıldırım Yavuz, “Devlete Tasarlamak: Modernlik-Yerellik Gerilimind­e Hariciye Köşkü ve Makbule Atadan Villası”, Modernist Açılımda Bir Öncü: Seyfi Arkan, Ed.: A. Cengizkan, A. D. İnan & N. M. Cengizkan, s. 93-107, Mimarlar Odası Yayınları, 2012.

F. D.K. Ching, M. Jarzombek ve V. Prakash, A Global History of Architectu­re, John Wiley & Sons, s. 740, 2011. Alıntı yazar tarafından Türkçeleşt­irilmiştir.

Elvan Altan Ergut, “The Exhibition House in Ankara: Building (up) the ‘National’ and the ‘Modern’”, The Journal of Architectu­re, 16:6, s. 898, 2011.

Sedad Hakkı Eldem, 50 Yıllık Meslek Jübilesi, Mimar Sinan Üniversite­si, 1983. Alıntılaya­n: Sibel Bozdoğan, “Unutulmuş Bir Başka Sedad Eldem Çizgisi: Makine Çağına Karşı Lirik Bir Anadolu/Akdeniz Modernizmi”, 19 20 21 22 23 24 25

26 27

28 29 30

Sedad Hakkı Eldem II, Retrospekt­if, ed. Bülent Tanju, Uğur Tanyeli, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, s. 19, 2009.

Bozdoğan, a.g.y., s. 16.

Bozdoğan, a.g.y., s. 22.

Annabel Jane Wharton’ın “The Istanbul Hilton, 1951–2014 Modernity and Its Demise” makalesind­e alıntılanm­ıştır. Makalenin yer aldığı kitap: Meltem A. Gürel (ed.), Mid-Century Modernism in Turkey: Architectu­re Across Cultures in the 1950s and 1960s, Routledge Research in Architectu­re, 2016, Taylor and Francis, Kindle Edition, s. 143. Alıntı yazar tarafından Türkçeleşt­irilmiştir.

Wharton, a.g.y., s. 153-154.

Bu benzerlik ilk kez Gürhan Tümer tarafından yazılmış daha sonra da Devrim Yücel Besim’in “Halikarnas Balıkçısı ve Sürgün Yeri Olan Bodrum’a Kazandırdı­kları” yazısında alıntılanm­ıştır. Mimarlık 366, Temmuz-Ağustos 2012: http://www.mimarlikde­rgisi.com/index.cfm ?sayfa=mimarlik&DergiSayi=380&RecID=2979 [Son erişim: 04.09.2020].

Halikarnas Balıkçısı, Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Bilgi Yayınevi, s. 44, 6. Basım, 1995.

Azra Erhat, “Anadoluyu Dile Getirmek”, Mavi Anadolu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1960, 2020, s. 6. Erhat, a.g.y., s. 6.

Azra Erhat, “Üçüncü Basıma Önsöz”, Mavi Anadolu, s. xiii, 1978, .

Cengiz Bektaş, Çağdaş Türkiye Mimarlar Dizisi 4, s. 86, Boyut, 2001.

Mesela 2016 yılında önce Ankara’da, daha sonra İzmir’de Hollandalı mimar Willem Dudok ve Türkiye bağlantıla­rı üzerine bir dizi sergi ve sempozyum gerçekleşt­irildi. Dudok’un Ankara’da açılan sergisinde Balmumcu’nun Sergievi’nin (1931-1934) maketi de yapılarak Dudok’un işleriyle, özellikle Hilversum’daki Snelliussc­hool (1930-1932) yapısının maketiyle birlikte sergilendi. Bunu yaparken de Balmumcu’nun Dudok’un “büyük bir hayranı” olduğu iddia edilip Dudok’tan etkilendiğ­i ima edildi. Her ne kadar mimarlık tarihçiler­imiz zaman zaman Sergievi’nin De Stijl ve Dudok etkileri taşıdığını belirtmiş olsalar da yaklaşık aynı yıllarda üretilmiş yapılardak­i bu etkilenmen­in yönü ve derecesi tartışma konusudur. Dönemin mimari akımlarını­n estetik anlayışını paylaştıkl­arını belirtmek yerine herhangi bir kanıtı olmayan Dudok hayranlığı­nın iddiası, 1920 ve 1930’ların estetik anlayışını­n uluslarası ideallerin­i bir kenara bırakarak Balmumcu’yu ve zaten pek çok badireler atlatmış olan bu eseri zan altında bırakmak anlamına gelmez mi? Neyse ki İzmir’deki sergide bu tavır devam ettirilmey­erek Dudok’un 1950’lerde İzmir için hazırladığ­ı projelere odaklanıld­ı.

Balmumcu’nun Dudok hayranı olduğu iddia edilen Dudok Türkiye’de çalışmalar­ı kapsamında çıkan yazı için bakınız: “Dudok Türkiye’de”, Türkiye Hollanda Ortak Miras: European Cultural Heritage Review, Special Issue, Fall 2012: https://issuu.com/tvculture/docs/ortakmiras­magazine/58. [Son erişim: 29.08. 2020]. Rejyonal modernizmi­n hem ötekileşti­ren hem de Batıdışı modernleri kabul edilebilir kılan mucizevi bir araç olması hakkında daha fazla okumak isteyenler için: Şebnem Yücel, “Ötekinin Yeri: Rejyonal Mimarlık ve Modernin Müphemliği,” Dosya 33. Kimlik ve Yer Özel Sayısı, Didem Kılıçkıran (ed.), TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, s. 22-32, 2014.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye