pantolonun “beyaz”ı
“Edebiyatta beyaz” dendiğinde akla ilk gelen metinlerden bir tanesi Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’i olmalı. Bir diğeri de Jack London’ın Beyaz Diş’i belki... “Türk edebiyatında beyaz” dendiğinde ise akla farklı metinler gelebilir. Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam”ı mesela... Ya da Yaşar Kemal’in “Beyaz Pantolon”u veyahut da Sait Faik’in Beyaz Pantolon’u... Bazılarımızın aklına ise ilk olarak Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’si gelecektir. En azından benim aklıma ilk gelenler bunlar ve bu altı metin arasından üzerinde duracağım üçü de öykü.
Oğuz Atay’ın tek öykü kitabı olan 1975 tarihli Korkuyu Beklerken’de yer alan “Beyaz Mantolu Adam” isimli öykü “Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu” cümleleriyle başlar.1 İlk yayımlandığında ismi “Mantolu Adam”dır, “beyaz” sonradan eklenecektir. Öyküdeki karakter, sıcak havada yürürken pazarda beyaz renkli bir kadın mantosuna denk gelir: “Uzun ve aydınlık bir manto. Kloş etekli, kocaman düğmeli bir hayalet; geniş yakalı, serin.” Cebindeki bütün parayı hiç düşünmeden vererek mantoyu satın alır ve parçalanmış gömleğinin üstüne hemen giyer. “Beyaz mantosuyla topuklarının çevresinde döndü; ilk defa gülümsedi çevresine bakarak. Sonra, sanki bir daha hiç gülümsemeyecekmiş gibi mahzunlaştı birden” Bu noktadan itibaren koyu renkli “kalabalık” onu gittikçe daha fazla dışlar, yargılar, ötekileştirir, aşağılar, onunla dalga geçer ama yeri geldiğinde de kendi çıkarları için kullanır. O ise bu ikiyüzlü toplumda hiç konuşmaz, hiçbir tepki vermez.
Beyazlara bürünmüş halde “trende ikinci mevkide giderken ‘kendisi gibi olanlarla’, yani atılmışlarla yan yana oturur. Bir aydın değildir beyaz mantolu adam, bir lümpendir, kimsesiz bir gariban.” diye yazmıştır Oğuz Demiralp.2 “Beyaz” bu öyküde toplumun karşıtını, kimi okura göre saflığı, temiz kalmışlığı; kimine göre masumiyeti ve belki de dürüstlüğü temsil ediyordur. Ama öykünün sonunda Beyaz Mantolu Adam, onu dışlayan toplumdan denize doğru yürüyerek “kendi isteğiyle” çıkar, gider.3
Yaşar Kemal’in 1952 tarihli Sarı Sıcak kitabında yer alan “Beyaz Pantolon” öyküsünde ise Mustafa, bir ayakkabıcıda tamirci çırağıdır.4 Ustasıyla beraber sıcak havada çalışırken dükkâna gelen Hasan Bey, üç günlüğüne tuğla ocağında çalışması için ustasından onu ister. Bu andan itibaren, üç gün çalışarak kazanacağı parayla alıp giyeceği beyaz pantolonun, beyaz lastik ayakkabının hayalini kurmaya başlar Mustafa. Annesi önce karşı çıkar çalışmasına. Mustafa da: “Bak,” der, “güzel anam, hani Tevfik Beyin oğlu Sami.. Hani, o beyaz pantolon giyer. Hani sütbeyaz. Sütbeyaz lastikleri (…) Bir güzel... Sütbeyaz... Bir güzel... Kar gibi. İpek mintanım yok mu? Onu da giyerim. Yakışmaz mı?” Annesi sesini çıkarmaz artık. Oğlunun hayaline ilişmez. Baba yoktur, oğul eksilmiş ailenin geleceğidir. Oğlunun babası gibi olmasını istemektedir anne. “Ellerini iyice yıkarsın, ama iyice, sabunla. Sonra beyaz keten ayakkabıyı kağıdından usulca çıkarırsın. Ayaklarını da iyice yıkarsın gıcır gıcır, sonra geçirirsin ayağına. Çoraplar da bembeyaz. Pantolona hiç el dokundurmamalı. Sakız gibi pantolon çabuk lekelenir. (…) Köprünün başı... Köprübaşında kızlar gezer. Eteklerini rüzgâr uçurur. Bacaktaki beyaz pantolonu rüzgâr iyice gerer.”
Alev alev yanan tuğla ocağında geçen üç günü Yaşar Kemal büyük bir ustalıkla anlatır. İç acıtan bir son kendini hissettirir ama diğer yanda da beyaz pantolonun, çıraklıktan çıkıp, kısa süreliğine de olsa başka bir sınıftan olmanın, farklı olmanın, Savrun Çayı üstündeki köprüde dolaşan esmer, kalın bacaklı kızlara iyi görünmenin zorluk tanımayan hayali de alev alevdir. Mustafa, zayıf bedeniyle alevler içindedir. Beyaza, ancak buradan çıkabilirse kavuşacaktır. Arınma, temizlik, güzellik ve mutluluk “beyazlar”a kavuşulursa gelecektir.
Yaşar Kemal’in bu öyküsünün çıkış noktası ise bir başka “beyaz pantolon” öyküsüdür: Sait Faik Abasıyanık’ın 1940 tarihli Şahmerdan isimli kitabında yer alan, aynı adlı öykü.5 Yaşar Kemal’inki, bu öyküye göndermeler yapar, adeta onu saygıyla selamlar. 1953’te yaptığı bir söyleşide Yaşar Kemal, şöyle tanımlamıştır Sait Faik’i: “Akşamüstleri Tünel’den Taksim’e
doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli ama müthiş kederli –yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzde donup kalmıştır-, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın, bu Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki (daha doğrusu her hali) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapyalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilmez… Bazı adam vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar. Bir de bu adama, Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız. Bu adam hikâyeci Sait Faik’tir.”6
Sait Faik’in öyküsünde de amaç, hedef, beyaz pantolona ulaşmak; çingenelikten çıkıp, bir önceki öyküde olduğu gibi kısa süreliğine de olsa başka bir sınıftan olmak, farklı olmak, Zehra’ya ve başka kadınlara iyi görünebilmektir. Başka bir hayattan rol kapmak, “mış gibi” yapmak, kısa süreli mutlu hissetme hâli bazen herkese iyi gelir ve bunun bedeli önemsenmeyebilir.
Adaya bahar aylarında çalışmak için gelen çingeneleri (ada halkının deyişiyle çirozcular) şairane detaylarla anlatır Sait Faik. Çocuk, genç, yaşlı, rengârenk bir güruhtur çingeneler. Şen insanlardır ve çalıştıkları zaman düzenli çalışırlar. Ve sonra öyküde Zehra görünür, kayaların arkasından çıplak olarak denize giren ve bakışlara aldırmayan Zehra. Beyaz pantolon ise Rüstem’in amacıdır. Zehra’ya “ben senin yerinde olsam o heriflere yüz veririm. Sen fistan yapar, bilezik alırsın; ben kıçıma bir pantolon. Şöyle gülüver yüzlerine bir yol...” Öykü burada çirozcuların adadaki son gecesine atlar ve ateş başında Zehra şarkı söylerken, bu kez Rüstem görüntüye girer, “ayağında beyaz bir pantolon, beyaz ayakkabılar, kolları sıvalı bir beyaz gömlek, bu beyaz gömleğin üstünde büyük bağlanmış bir kravat” ile... Tatlı bir tevazu, anlatılmaz bir gurur içindedir, yazarın söyleyişiyle. Çirkinlikten kurtulmuştur, makbul ve iyi görünmektedir. Hedefine ulaşmıştır. Beyaz pantolonlu şanı uzun sürmeyecektir Rüstem’in belki ama hedefe ulaşılmıştır.
Öykünün tam ortasında ise Sait Faik ayrı bir paragraf açarak şunları yazmıştır: “Bütün insanlar birçok şeyleri ancak küçüklüklerinde bir ihtiyaç gibi hisseder, büyüyünce, çirozcu olmayan arzularını yutmuş, yutmuş, yutmuştur. İhtiyaç bir gün yalnız ekmek parası olmuştur. Fakat çirozcu olunca on yaşında arzulanan şeyler altmışında da arzulanır.”
Öykü, polislerin iskeleye yanaşmasını beklediği, sabah 7:45 Karaköy vapurunda biter: “Bu yağmurlu, puslu havada beyaz pantolonu, kolları sıvalı beyaz gömleği, açık renk kravatıyla şehre inerken adalı genç kızlar, onu göz ucuyla birbirlerine gösterip gülüyorlar. O, cebindeki gümüş paraları şıngırdatıyor.” Yaşar Kemal’de kasabadaki genç kızlar, Sait Faik’te ise adalı genç kızlar, iç burkan sonlar...
Çabuk kirlenmek değil de çabuk kirlenebilme lüksüne sahip olmak, ancak bu kapıdan geçerek başka bir sınıfa atlayabilmek, kirlenene kadar atlayabilmek ve bunun gururu, bu iki öykünün içinden geçerek okurun kalbine dokunur. Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam”ının saflığı anlatan ve saf kalan “beyaz”ı, Yaşar Kemal ve Sait Faik’te saflığın yitirilişine dönüşür. 1 2 3 4 5 6
Oğuz Atay, “Beyaz Mantolu Adam”, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 1987.
Oğuz Demiralp, Kutup Noktası. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993.
Oğuz Atay’ın öyküleri üzerine bir derleme için bkz.: Tezgör, Hilmi. (Derleyen) Korkuyu Beklerken Gelenler: Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.
Yaşar Kemal, “Beyaz Pantalon”, Sarı Sıcak. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.
Sait Faik Abasıyanık. “Beyaz Pantalon”, Şahmerdan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016.
Yaşar Kemal. Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.