BİR KLİŞE OLAN “MUTLU OLMAK?”
Bu terim biz insanlar için ne kadar da önemli, değil mi? Doğduğumuz andan itibaren birbirini ardı sıra takip eden “Mutluluk” çalışmaları içerisinde oluyoruz. Hatta çoğu zaman ebeveynler, siz doğmadan bu çalışmalara başlıyorlar. Peki bu terim, yani “Mutlu Olmak” neden bu kadar önemli? Önemine gelin hep beraber bakalım. Öncelikle metabolizmamız mutluluk hissini nasıl tanımlıyor onu inceleyelim.
Vücudumuzun Orkestra Şefi: Hipotalamus
Beynimizin hayatta kalabilmesi için milyonlarca farklı sistemin bir uyum içerisinde çalışması gerekmektedir. Özellikle hormon sisteminin çalışmasında etken faktörlerden olan kan dolaşımımızda oldukça etkilidir. Açlık tokluk hissinden, vücudun şeker-tuz dengesine, duygu değişimlerinden onların kontrolüne kadar hemen her şeyi kontrol etmektedir. Dolayısıyla hayati işlevi bulunan Hipotalamus’un “Mutlulukla” doğrudan bağıntısı bulunmakta.
Mutluluk Mutfağı
Endokannabinoid: “Mutluluk molekülü” olarak da adlandırılan endokannabinoidler, kanabinoid sisteminin CB-1 ve CB-2 reseptörleri üzerinde çalışır. Bunlardan CB-1 beyinde en yaygın dağılımlı reseptördür. Yıllar yılı uyaran (esrar) madde kullanımı dolayısıyla gelişen bir reseptör olduğu zannedilmiştir lakin sonradan bu reseptörlere bağlananın “Endojen Transmitterler” olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan en bilineni anandamide'dir. Uyaran (esrar) maddenin etken maddesi THC’de bu reseptöre bağlanarak anandamide etkinliğini biraz daha yüksek düzeyde taklit eder.
Anandamide, en çok bilinen endokanabinoid’dir. Kanabinoid sisteminin farklı bir kilidine giren ve çeşitli şekillerde algı ve bilinç durumlarını değiştiren bir anahtar gibi davranır. Endokannabinoidler birçok varyasyonunu kendimiz üretebiliriz ancak nörobilimcilerin onları izole etmesi onlarca yıl gerektirir.
Böylelikle anlıyoruz ki endokannabinoidler “Mutluluk” durumunun tetiklenmesinde doğal olarak rol oynamakta.
Dopamin: “Ödül molekülü” olarak adlandırılan Dopamin, ödül odaklı davranış sisteminin merkezini oluşturmakta.
Her ödül arayış davranışı (örneğin, aşk duygusunun beyinde dopamin seviyesinin artmasına neden olduğu bilimsel bir gerçektir) beyindeki dopamin iletim seviyesini artırıyor. Bir dopamin dozu almak istediğinizde, hedef belirlemek ve başarmak yeterli oluyor. Dolayısıyla, dopamin aktivitesinin dozuna ve süresine bağlı olarak insan zihninde şiddetli bir düzeyde hedeflenmiş ödüle bağımlık durumuna neden olmaktadır. Kısacası dopamin, “Mutluluk” durumunun tetiklenmesinde etkili oluyor. Ayrıca insanlarda ki tek eşlilik içgüdüsünün kaynağının da dopamin olduğu söylenebilir.
Oksitosin: “Bağlanma molekülü” olarak adlandırılan oksitosini, gerçek aşkın gerçek olmasını sağlayan hormon olarak adlandırmak çokta yanlış olmaz. Ayrıca güven ve sadakati artıran bir hormondur. Bazı çalışmalarda, yüksek düzeydeki oksitosinin romantik bağlılıkla ilişkisi keşfedilmiştir. Fiziksel temasın (Yapılan çalışmalara göre; cinsel birleşme sonrası, doğumda ve doğum sonrası annenin süt salgılamasının yanı sıra birbirine sarılarak selamlaşan, hatta tokalaşan insanlarda bile oksitosin miktarının arttığını gözlemleniyor) olmaması oksitosini azaltır ve tekrar bu kişiyle bağ kurulması ihtiyacını hissettirir. Ancak oksitosinin kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de aynı etkiye sahip olup olmadığı konusunda bazı tartışmalar buluyor. Erkeklerde, vazopressin (Oksitosine oldukça benzeyen bir molekül) asıl “bağlanma molekülü” olabilir. Fakat yine de en temelde bedensel temas, aşk, sevgi, yakınlık ve mutlu hissetmenin anahtarlarından biridir. Böylelikle görüyoruz ki oksitosin ve vazopressin bağlanma içgüdüsünü tetikleyerek dopamin hormonuna etki eder. Bu durumunda dolaylı olarak “Mutlulukla” ilintili olmasını açıklar. Ayrıca bu iki hormonun eksikliğinde oluşan depresif durumun kişinin yalnızlığıyla tetiklendiği de düşünülmektedir.
Seratonin: “Mutluluk molekülü” olarak adlandırılan ikinci önemli hormon seratonindir. Canlılık, mutluluk ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdir. Seratonin ruh halini, uykuyu, iştahı, öğrenmeyi, hafızayı, cinsel ve sosyal davranışları düzenlemede doğrudan etkilidir. Eksikliği durumunda depresyona, sinirli ve huzursuz bir ruh haline sebep olabilir. Yeterli salgılanmayan seratonin hormonu sonucu mutsuzluk, sosyal ilişkilerde olumsuzluk, uyku sorunları, iştah problemleri, ruh haline yansıyan olumsuzluklar gibi durumlarla karşılaşılır. Seratonin eksikliği sonucu duygusal yönden çöküşler başlar. Depresyona kadar giden etkiler ortaya çıkabilir. Görüldüğü üzere seratonin diğer hormonlara nazaran daha kapsamlı bir faaliyet alanına sahiptir. Sizi mutlu edecek tüm aktiviteler, seratonin davranışını yüzde olarak arttırmaktadır. Lakin bu davranışlardan biri olan âşık olma durumunda daha farklı bir durum meydana gelmektedir.
Seratonin seviyesi, aşkın ilk safhalarında belirgin bir düzeyde düşüş gösterir. Bu da âşık olan kişinin ruh halindeki “Kapalı Hava” karamsarlığının nedeni olarak düşünülebilir. Bunun temel nedeni ise aşk durumu ve diğer mutluluk veren faaliyetlerin birbirinden karakteristik olarak ayrılmasından kaynaklanan bir durumdur. Yani âşık olan kişinin hipotalamus aktivitesinde seratonin eksikliğinin yanı sıra sürekli olarak oksitosin/vazopressin tetiklenmesi meydana gelecektir. Çünkü oksitosin/vazopressin tetiği kişinin âşık olduğu kişiye zihinsel ve fiziksel mesaisini yönlendirmesine sebep olacaktır. Yukarıda bahsi geçen “Kapalı Hava” karamsarlığı durumu âşık olunan kişinin yanında ortadan kaybolmaktadır. Bu da zaten âşık olma hissinin tam olarak kendisini oluşturmaktadır. Sonuç olarak bu durumun karşılığında seratonin seviyesi âşık olunan kişinin yanında artış gösterirken oksitosin/vazopressin seviyesinde belirli bir miktar düşüş gerçekleşecektir.
Burada anlatılan durum için basitçe “Bağımlılığının En Masum Hali” açıklamasını yapabiliriz. Sonuç olarak şu çıkarım yapılabilir; bunca hormonun salgılanmasında düşüncelerimizin yanı sıra davranışlarımızın da oldukça büyük bir etkisi vardır.