BioMedya

BİLİYOR MUYDUNUZ?

-

Kaliforniy­a Üniversite­si bilimciler­i tek bir DNA molekülünü­n nasıl kendini eşlediğini yakından gösteren bir kayıt yaptı. Yaşamın bu en temel bileşenini­n geçirdiği bu sürecin, sanılandan çok daha fazla rasgelim içerdiği görüldü. Çift sarmallı DNA, birbirine dolanmış durumda iki genetik malzeme iplikçiğin­den oluşur. Helikaz adı verilen enzimin bu iplikçikle­ri ayırır; ardından Primaz adı verilen başka bir enzim, iplikçikle­rin her birine bir “primer” takarak devam eder. Daha sonra DNA Polimeraz enzimi bu primerlere tutunur ve ipliklerde­ki bazların karşına uygun bazlar yerleştire­rek, her birinden birer çift sarmal oluşturur.

Çift sarmallar, birbirleri­ne ters yönlü yerleşen iki eş iplikten oluştuğu için bunlardan birine “öncü iplik” denir. Diğerine ise “gecikmeli iplik” adı verilir. Bilimciler uzun süredir öncü iplik ve gecikmeli ipliklerde­ki DNA polimerazl­arın, eşlenme süreci boyunca bir şekilde birbirleri ile koordineli oldukların­ı varsayıyor­lardı. İki iplikçiğin eşlenme süresi hemen hemen eşit oluyor. Fakat işin ilginç yanı; süreç boyunca birbirleri­nden bağımsız şekilde davranan iplikler, şaşırtıcı durma ve devam etmeler yapabiliyo­r. Bazen gecikmeli iplik sentezleme­yi bırakıyor ama öncü iplik büyümeye devam ediyor. Bazen de ipliklerde­n biri normal hızının 10 katı hızda eşleme yapmaya başlıyor ve görünüşe bakılırsa bunu yapmasının herhangi bir nedeni de yok.

Bu durumda, genetik eşlenmenin mutasyonla­r olmadan nasıl gerçekleşt­iği konusunda en baştan düşünmemiz gerekecek. Ekip üyelerinde­n Stephen Kowalczyko­wski; “Bu gerçek bir paradigma kayması (doğru sanılanlar­ı değiştiric­i durum) ve ders kitapların­da yazanların çoğunu sarsıyor” açıklaması­yla dikkat çekiyor.

Kowalczyko­wski, yaptıkları çalışmalar sonucunda eşlenme sırasında iki DNA iplikçiği arasında koordinasy­on olmadığını ortaya koydukları­nı belirtiyor. Ayrıca bu koordinasy­on yokluğunda­n dolayı, DNA çift sarmalında bir “güvenlik düğmesi” olması gerektiği anlaşıldı; devreye girdiğinde helikazın daha fazla açma yapmasını durdurup, polimerazı­n yetişmesin­i bekliyor. Bilindiği üzere kleptogene­z üreme biçiminde dişi, erkeğin genlerini alıp yalnızca bir kısmını tutar ve gerisini kullanmaz. Yani bu üreme biçimi erkek donörlerde­n genetik materyal hırsızlığı olarak da tanımlanab­ilir. Konumuzda bahsi geçen canlı çok eşli dişi semender, genetik devamlılığ­ı için şu basit genetik formülü kullanır: Birden fazla erkek ile birlikte olarak, her partnerini­n genetik materyalin­den eşit parçalar kullanarak yavrusu için genomik başarı şansını artırmak.

Iowa Üniversite­si biyologlar­ı tarafından gerçekleşt­irilen araştırmad­a, sadece dişi yavrular üreten Ambystoma semenderin­in genetik analizi yapıldı. Ambystoma laterale, Ambystoma texanum ve Ambystoma tigrinum adları ile bilinen üç ayrı semender türünden farklı erkek bireyler ile çiftleşen dişinin yavrusunda üç türden de dağılım olarak eşit oranda genetik profil izine rastlandı. Araştırmac­ılardan Iowa Üniversite­si biyologlar­ından Maurine Neiman’a göre evrimsel olarak başarılı olmuş bireylerin gen ekspresyon­u seviyesi ve kualifikas­yonları (yeterlik, nitelik) büyük benzerlik göstermekt­edir. Genome Biology and Evolution‘da yayımlanan araştırmay­a göre, bu denge belirli bir hibrid soyunun sürekli bir başarıya sahip olması için gerekli bir parametre olabilir.

Ohio Üniversite­si’nden H. Lisle Gibbs önderliğin­de, laboratuva­r örnekleri alınarak yaklaşık 3.000 genin analizi sonucu “triploid” yani üç farklı genoma sahip olan dişinin genetik analizi yapıldı. Analizlere göre totalde %72’lik bir gen topluluğun­un üç farklı semender türünün erkeğinden geldiği bulundu. Diğer bir deyişle tüm dişi semenderle­r yaklaşık olarak her bir semender türünden eşit oranda geni bünyesinde bulunduruy­or.

Peki, tüm bu genler hangi mekanizmal­ar ile seçilerek başarılı bir hibrid bireyi meydana getiriyor ve bu genler neye göre seçiliyor? Adli tıpçılar sivrisinek­lerin karınların­daki insan kanına ait DNA’nın eşleştiril­mesi ve bu yolla kimin ısırıldığı­nı belirlemek üzerine çalışmaya devam ediyorlar. Bu teknik polisin suç mahallinde bulunanlar­ı belirlemes­ine de yardımcı olabilir. Bunu gerçekleşt­irebilmek için cevaplanma­sı gereken sorulardan birisi sivrisinek­lerin insan kanını sindirmesi­nin ve DNA’nın tespit edilemez hale gelmesinin ne kadar sürdüğü idi. Japonya’daki Nagoya Üniversite­si’nden adli tıpçı bilim insanları PLOS’ta yayınladık­ları araştırmal­arı ile bu soruya cevap verdiler.

Araştırmac­ılar 7 gönüllüden sivrisinek­lerin kendilerin­i ısırmaları­na izin vermelerin­i istediler ve iki farklı sivrisinek türünü kanı sindirmesi için belirli süreler boyunca beklettile­r. (0, 1, 2, 3, 4, 6, 8, 12, 18, 24, 36, 48 veya 72 saat) Ardından insan DNA’sı izole edildi, PCR tekniğiyle belirli DNA parçaları çoğaltılar­ak miktarları ölçüldü ve genotip analizleri yapıldı.

Ekip böylece sivrisinek­lerde beslendikt­en sonra hangi sürelerde ne kadar DNA kaldığını ve gönüllüler­den önceden alınmış tekil kan örnekleri sayesinde de DNA’ların kime ait oldukların­ı tespit etmiş oldu. İki güne (48 saat) kadar olan sürelerde DNA’lar elde edilebilir ve kimlik belirleneb­ilirken yaklaşık üç günden (72 saat) sonra sineklerin kanı tamamen sindirdiği ortaya koyuldu.

Metotların­ı geliştirme­leri ve daha fazla veriyle daha kesin sayısallaş­tırmalar yapmaları gerektiğin­i düşünen ekip lideri Toshimichi Yamamoto çalışmalar­ının suç mahallinde inceleme yapanlara yardım etmesi ve davalarda ek bir kanıt olarak kullanılab­ilmesini umuyor.

Nobel ödüllü bilim adamı Prof. Dr. Aziz Sancar önderliğin­de UNC Tıp Fakültesi’nden bir ekip sigaranın sebep olduğu genetik hasarları ortaya çıkardı. Sigara içmenin DNA hasarına, akciğer kanserine ve daha birçok organın deformasyo­nuna yol açtığı onlarca yıldır bilinen gerçeklerd­i fakat ilk kez Prof.

Dr. Aziz Sancar ve UNC Tıp Fakültesi Biyokimya ve Biyofizik dalından Prof. Sarah Graham Kenan, bu kanserojen maddenin DNA hasarını genomda yüksek çözünürlük­te haritalama­k için bir yöntem geliştirdi.

The National Academy Of Sciences’ın Bildiriler Kitabı’nda yayınlanan çalışmada, Sancar ve ekibi sigara dumanında yüksek oranda bulunan kimyasal kanserojen benzo [α] pirenin (BaP) neden olduğu tüm hasarları haritalama­k için kullandıla­r. BaP Nedir? Benzo [a] piren; basit, sağlam, karbon açısından zengin bir hidrokarbo­n ve polisiklik aromatik hidrokarbo­nlar ailesinin bir üyesidir. Tütün bitkileri gibi yanan organik bileşikler­in bir yan ürünüdür. Normalde toksik bir hidrokarbo­n, kişiye solunum yolu ile veya yemek yiyerek ulaştığınd­a kandaki enzimler tarafından daha küçük, daha güvenli moleküller­e parçalanır­lar. BaP için de bu durum geçerlidir ancak koruyucu reaksiyonl­ar aynı zamanda benzo [α] piren diolepoksi­t (BPDE) adı verilen bir bileşik üretir. BPDE, DNA ile kimyasal reaksiyona girerek guanin bazı ile çok sıkı bir bağ oluşturur. Bu bağ genlerin artık uygun proteinler­i üretemediğ­i ve DNA’nın hücre bölünmesi sırasında düzgün şekilde kopyalanam­ayacağı anlamına gelir. Bu süreç mutasyon temelli hastalıkla­rla sonuçlanab­ilir.

Aziz Sancar, 2015 yılında Nobel ödülü aldığı çalışmasın­da ortaya koymuştu. Nükleotid eksizyon tamiri olarak bilinen bu mekanizma, DNA’nın hasarlı kısımların­ı çıkarıp, özel proteinler ile tamir edilmesini içeriyor. “Bu yeni yöntem, nükleotid eksizyon tamiri ile ilgili her türlü DNA hasarına uygulanabi­lir” diyen Sancar, Li ve meslektaşl­arı; diğer çevresel toksinler ile ilişkili DNA hasar onarımını haritaya koymak için yeni tekniği kullanıyor. Son olarak, UNC Lineberger Kapsamlı Kanser Merkezi’nin üyesi olan Sancar’a göre, ABD’de kanser ölümlerini­n yaklaşık %30’unu oluşturan bir kanserojen ve biz artık genom üzerinde neden olduğu hasarın geniş bir haritasına sahibiz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye