LABORATUVAR ÜRÜNÜ MİNİ BEYİNLER İNSANLIK İÇİN TEHDİT Mİ?
Balık derisinden biyoçözünür (biyolojik çözünen/ geri dönüşümlü) plastik geliştirildi. Ürünü geliştirenler, James Dyson Ödülü’ne layık görüldü ve 35 bin ABD Doları ile ödüllendirildi. Sağlık ve beslenme dostu menengiç prostat kanserinden kolesterol düşür
Henüz ergenlik çağındayken, sık sık dünyanın dev bir bilgisayar ağı tarafından ele geçirildiğine dair korkunç rüyalar görürdüm. Bugün hâlâ o endişem sürüyor ve bu kısmen gerçekleşti bile. Diğer yandan, artık biyolojik bir süper beynin kontrolü ele geçirmesi ihtimali zihnimde çok daha büyük yer kaplıyor. Ya böyle bir yeni zihin biçimi, kendi güvenliğini sağlama almak adına var oluşları hakkında bizleri, yani insan türünü karanlıkta tutmaya karar verirse?
Laboratuvarda insan beyninin çok küçük örnekleri halinde kendi kendini organize eden hücre kümelerinin büyümesini sağlayan gelişmiş bir yöntem, giderek daha fazla dikkat çekiyor. Kök hücrelerden üretilen bu ‘beyin organoidleri’ (organ benzeri yapılar/ç.n.) insan beynine dair eşsiz bir bakış açısı sunuyor ve bu, incelenmesi oldukça güç bir alan. Bununla birlikte bazı araştırmacılar, kimi zaman hayvanlara nakledilen bu tür mini beyinlerde bir tür bilinç oluşmasından endişeleniyorlar. En azından, kapana kısılmış olmanın acı ve ıstırabını hissedecek ölçüde duyarlı olabilirler. Şayet bu doğruysa -bunun ne kadar muhtemel olduğunu düşünmeden önce- benim nazarımda bu konuyu göz önünde bulundururken yüksek düzeyde temkinli olmamız gerektiği tartışmasız bir gerçek. İHTİMALLER VE GERÇEKLER
Beyin organoidleri şu anda insan beynine göre çok basit bir yapıya sahip ve aynı şekilde bilinçli olmaları mümkün değil. Kan akışının yetersizliği nedeniyle, yaklaşık beş veya altı milimetreden daha büyük boyutlara ulaşamıyorlar. Buna karşın, erken doğan bebeklerdekine benzeyen beyin dalgaları ürettikleri tespit edildi. Yapılan bir araştırma, ışığa tepki veren sinir ağları üretebileceklerini de ortaya çıkardı. Bu tür organoidlerin, hayvanlardaki diğer organ ve reseptörlerle* bağlantı kurabileceğine dair işaretler de mevcut. Bu; yalnızca duygusal olma ihtimali barındırmadıkları, aynı zamanda duyusal bilgileri toplayarak dış dünyayla iletişim kurma potansiyeli barındırdıkları anlamına geliyor. Belki de bir gün, gerçekten de ses aygıtları ya da dijital bağlantılar yoluyla bizlere cevap verebilirler.
Bir bilişsel nörolog olarak uzun bir süre hayatta kalan bir organoidin, yaşam için gereken temel besin kaynağı ile sürekli biçimde beslenmesi sonucunda duyarlı ve hatta tam anlamıyla bilinçli olabileceğini düşünmekten keyif alıyorum. PANİĞE KAPILMALI MIYIZ?
Bu, biyoloji biliminin etik sorularla karşılaştığı ilk olay değil. Geçmişte, cinsiyet değiştirme operasyonu birçok kişiyi adeta şok ederdi; ancak inançlarınız ve ahlaki değerleriniz ne olursa olsun, cinsiyet değişimi, kişinin sosyal çevresi ve sonraki kuşaklar üzerinde sınırlı düzeyde etki yaratan ya da hiçbir biyolojik etkiye yol açmayan, yalnızca operasyon geçiren bireyi ilgilendiren bir durumdur.
Bunun aksine embriyoların genetik düzeyde değiştirilmesi işlemi, alarm seviyelerini ‘sıcak kırmızıya’ yükseltti; yani, genetik düzenlemelerin kalıtımsal olma olasılığı arttı ve potansiyel olarak nüfusun genetik yapısını değiştirecek gibi görünüyor. Çinli bilim insanı He Jiankou tarafından yürütülen bu tür başarılı operasyonların, dünya çapında çok güçlü itirazlarla karşılaşmasının nedeni de bu. Öte yandan hayvanların bedenlerinde, hatta daha kötüsü yapay bir biyolojik ortamda mini beyinler geliştirmek hepimizi çılgınca bir paniğe sevk etmeli. Benim düşünceme göre, ahlaki etkileri acı çeken bir birey yaratıp yaratamayacağımıza karar vermemizin ötesine uzanıyor. Şayet -küçük olsa da- bir beyin yaratıyorsak, bilgiyi işleme kapasitesine sahip bir sistem oluşturuyoruz demektir ve hatta yeterli zaman ve besleme yapıldığında, potansiyel olarak düşünme yeteneğine sahip olacaktır.
Bazı bilinç türleri hayvanlar aleminde yaygındır ve biz insanların karmaşıklık skalasının en üstünde olduğu açıkça görülebilir. Bilincin tam anlamıyla ne olduğunu bilmesek de hâlâ insanlarca tasarlanan yapay zekânın bir tür bilinç geliştirmesinden endişe ediyoruz. Fakat gelişim yoluyla, düşünce ve duyguların, ağ biçiminde örgütlenen nöronlarda ortaya çıkan yeni özellikler meydana getirmesi muhtemel ve bunların bir robot yerine bir organoidde oluşması çok daha büyük bir olasılık. Bu; dış dünyadan takviye edilmesi ve dünyayla etkileşim kurmanın yollarını bulması koşuluyla, bilincin ilkel bir biçimi ya da tam anlamıyla bir çeşidi haline gelebilir. Teorik bağlamda, mini beyinler -yasal olsun ya da olmasın- bir laboratuvarda sonsuza kadar geliştirilebilir; yaşam destek sistemleri oksijen ve yaşamsal öneme sahip besinleri sağladığı müddetçe onların karmaşıklık düzeyini ve güçlerini arttırır. Bu duruma örnek olarak, Henrietta Lacks adındaki bir kadının vefatından 60 yıl sonra hâlâ hayatta olan ve günümüzde dünya çapındaki yüz binlerce laboratuvarda çoğaltılan kanser hücreleri gösterilebilir. BEDENİ OLMAYAN BİR SÜPER ZEKÂ MI?
Peki, eğer beyinler bir laboratuvarda bu koşullarda ve zaman sınırı olmadan yetiştirilirse; insan kapasitesini aşan bir bilinç biçimi geliştirebilirler mi? Gördüğüm kadarıyla, neden olmasın. Eğer bunu yapabilselerdi, duymaya hazır olur muyduk? Ya böyle yeni bir zihin biçimi yalnızca yaşam destek sistemlerini kendi kontrolü altına almak ve kendi güvenliğini sağlama almak için yeterli vakti kazanmak amacıyla var oluşları hakkında bizleri, yani insan türünü karanlıkta tutmaya karar verirse?
Küçüklüğümde rüyalarıma giren dünyanın dev bir bilgisayar ağı tarafından ele geçirilmesi fikri: bugün hâlâ beni endişelendiriyor ve bu kısmen gerçekleşti bile. Diğer yandan, artık biyolojik bir süper beynin kontrolü ele geçirmesi ihtimali zihnimde çok daha büyük yer kaplıyor. Unutmayın ki böyle yeni bir organizmanın, vücudun yaşlanıp ölmesi gibi endişeleri olmazdı; zira bir bedene sahip olmayacaktı.
Bu, size kötü bir bilim kurgu komplosunun ilk satırları gibi gelebilir; fakat bu fikirleri sonsuza dek gerçekçi olmadığını söyleyerek görmezden gelmek için ortada bir sebep görmüyorum. Mesele şu ki, özellikle de tüm bunların biz fark etmeden gerçekleşebileceğini düşünürsek, tetikte olmamız gerekir. Mahkemede şahitlik yapan birinin dahi yalan söyleyip söylemediğini değerlendirmenin ne kadar zor olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda, laboratuvarda yetiştirilmiş bir mini beynin gizli düşüncelerini çözmeye çalışmanın basit bir görev olmayacağını da görürsünüz.
Organoidin boyutunu ve ömrünü kontrol ederek araştırmayı yavaşlatmak, veya geri dönüşü olmayan bir noktaya varmadan önce genel bir moratoryum (erteleme) uygulamak mantıklı olur. Fakat ne yazık ki; biyoloji laboratuvarlarının ve ekipmanlarının her yerde çoğalmış olması, genetik embriyo düzenlemesinde gördüğümüz üzere, (bu moratoryumu/ç.n.) uygulamayı aşırı derecede zorlaştıracaktır. Hücresel tıp alanında çalışan bazı meslektaşlarımın endişelerini paylaştığımı söylemek yetersiz kalır. Böylesi büyüleyici olasılıklara ilişkin sorabileceğimiz ve embriyoların genetik düzenlenmesi bağlamında da geçerli olan en zor soru şudur: Bunu durdurmamız mümkün mü? *Reseptör (biyoloji), çeşitli uyarıları alabilen ve duyu organlarının yapısında bulunan özelleşmiş hücre, hücre grupları veya sinir uçları.
Tek kullanımlık plastikler okyanuslarımızı kirletiyor ve deniz yaşamını öldürüyor. Bilim insanları, 2050 yılına kadar okyanusta ağırlık olarak balıktan daha fazla plastik olacağını tahmin ediyor. Bu istatistiki tahminlerin artmasından sonra, plastik atık sorununa ilişkin yeni yollar düşünülmeye başlandı. İngiltere’nin Sussex Üniversitesi’nden öğrenci Lucy Hughes, tek kullanımlık plastik atık sorununu sona erdirmek amacıyla balık atığı ve kırmızı alg kullanarak biyolojik olarak çözünebilir plastik üretti. “MarinaTex” isimli proje; biyolojik olarak parçalanabilen, esnek plastik benzeri bir ürün. MarinaTex, plastik torbalar ve gıda ambalajları gibi tek kullanımlık plastiklerin yerini alabilmesi için ideal görünüyor.
Lucy, geliştirdiği ürünle ilgili konuşmasında, “Yolculuğum plastik sorunla başlamadı. Balıkçılık endüstrisine bakarak başladı. Dünyada yıllık 50 milyon ton atık üretiliyor. Atıkların değeri olduğuna ve kaynakların yenilenebilir olduğuna inanıyordum” diyor. Lucy, yerel bir balık işleme ve toptancı işletmesine giderek araştırmalarına başladı. Orada; tespit ettiği atıklar sakatat, kan, kabuklular ve kabuklu deniz ürünleri ekoskeletonlar (dış iskelet) ve balık derileri vb idi. Lucy, her atığın bileşimini ve potansiyelini anlamaya çalıştı. Araştırmalar sonucunda esneklik ve dayanıklılık sağlayan proteinleri nedeniyle balık derilerinin ve pullarının içlerinde en fazla potansiyele sahip olduğunu buldu. Eş zamanlı olarak organik bağlayıcıları araştırdı ve büyüyen biyoplastik hareketi / topluluğunu keşfetti. Açık kaynaklı çalışmalardan faydalanarak, kitosan (kabuklulardan) ve agar (kırmızı alglerden) dahil olmak üzere denizel farklı organik bağlayıcılarla denemeler yapmaya başladı. Ürünü ve işlemi geliştirmek için 100’den fazla farklı deney yapıldı. Ürün, biyolojik olarak parçalanabilen ve yarı saydam olduğundan en etkili alternatif uygulamalar ekmek poşeti ve sandviç paketine benzer tek kullanımlık plastikler olarak belirlendi.
Geleneksel plastiğe benzese de, aslında kırmızı alglerde bulunan doğal olarak oluşan bir madde olan agardan ve balık derisinden oluşuyor. Balık derisi, güçlü ancak esnek proteinler içerirken; agar (jel) malzemeyi bir araya getirmek için bağlayıcı / yapıştırıcı bir madde işlevinde. Her iki organik madde de, tamamen biyolojik olarak parçalanabilen bir biyoplastik oluşturmak üzere birleştirildi.
MarinaTex, 4-6 hafta sonra biyolojik olarak parçalanır, kompostlama (atıkların gübreye dönüştürülmesi) için uygun. Ürünü yapmak nispeten düşük teknoloji gerektiriyor ve fazla enerji istemiyor. Lucy’ye göre, bir Atlantik morina balığı bin 400 adet MarinaTex torbası yapmak için gereken kadar organik atık üretebilir. Ancak MarinaTex, organik malzemelerden yapılan ilk biyoçözünür ambalaj değil. Bu yılki Londra Maratonu’nda, İngiltere şirketi Skipping Rocks Labs, koşuculara deniz yosunlarından yapılan yenilenebilir enerji içecekleri ile hizmet vermişti.
Son yıllarda gerek iletişim bilgilerinin artması ve gerekse iç göçler sebebiyle yerel kültürlerin yaygınlaşması sonucu bazı bitkiler veya ürünleri büyük şehirlerde bile aranır olmuştur. İşte menengiç de bunlardan birisidir. Peki, menengiç nasıl yapılır? Faydaları nelerdir?
Ülkemizde eskiden sadece köy ve kasabalarda kapalı ekonomiler içinde kalan, pek piyasası olmayan ve yöresel kullanımın dışında değerlendirilemeyen yabani olarak yetişen birçok bitki ve ağaç bulunmaktadır. Yabani meyveler, başta kuşlar olmak üzere pek çok yaban hayvanı için önemli bir besin kaynağıdır. Yabani meyveler yerel kullanımları yanında özellikle kıtlık ve savaş dönemlerinde insan beslenmesinde de önem arz etmektedir.
MENENGIÇ AĞACI NEDIR?
Menengiç, antep fıstığının (P. vera
L.) yakın akrabasıdır. Anacardiaceae familyasında 70 kadar cins ve 875 tür bulunmaktadır. Bunlar çoğunlukla kabukları reçineli olan ağaç veya çalılardır. Bu cinslerden birisi olan Pistacia cinsine dahil 13 tür bulunmaktadır. Bu türlerin gen merkezlerinden birisi de Anadolu’yu da içine alan Yakın Doğu’dur.
Ülkemizde Pistacia türlerinden sekizi yetişmekte; antep fıstığının geniş ölçüde, sakız ağacının (P.lentiscus L) ise az miktarda kültürü yapılmaktadır.
Pistacia terebinthus, Pistacia palaestina Boiss (menengiç) türleri geniş alanlarda ve P. khinjuk Stocks (bıttım) ise Siirt ve Mardin civarında doğal olarak yetişen ve yararlanılan bitkilerdir. Diğer türlerden de yetiştiği yörelerde kısmi olarak yararlanılmaktadır.
Bitki yörelere göre; menengiç, melengiç, melengeç, menegiç, çitlembik, çitlenbik, çedene, çıtlık, çitemik, meniş, melekeş, menekiş, meneviş, çöğre, çıtmık, çetimek, yabani antep fıstığı, bıttım (P. khinjuk), sakız ağacı (P.lentiscus L) ve sakızlak adıyla anılır. Bu isimlerden çedene yaygın olarak kenevir bitkisinin tohumlarına, çitlembik Celtis (dağdağan) ağacının meyvelerine, çıtlık Asteraceae familyasına dahil bazı bitkilere de denildiğinden karışıklığa sebep olmaktadır. Geçmiş kaynaklarda da bu görülmektedir. Mümkün olduğu kadar bu isimler kullanılmamalıdır.
MENENGIÇ AĞACI NEREDE YETIŞIR?
Menengiç; Akdeniz ve Batı Asya’nın tipik bir bitkisi olup, Akdeniz maki vejetasyonunun karakteristik üyesidir ve ülkemizde özellikle Akdeniz ve Ege’nin sahil kesimlerindeki makiliklerde; Karadeniz sahil şeridinde ve iç kesimlerinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa illerinde geniş bir doğal yayılışa sahiptir. Orta Anadolu ve geçit bölgelerinde de yayılış göstermektedir.
Diğer bir deyişle Türkiye’nin soğuk bölgeleri hariç hemen her yerde yetişir. Kayalık kıraç ve özellikle zayıf kireçli ve hem de killi ve derin topraklarda yetişir ve uzun yaz kuraklıklarına dayanabilir. Kuraklığa dayanıklı olduğu gibi yetiştiği kayalık, taşlı bölgelerde hakim bitki türü olarak görülür. Bulunduğu bölgeye uyum kabiliyeti çok yüksektir. Menengiç yağı ticari olarak kullanılan palm yağı gibi yağlara göre daha iyidir. Halen bazı bölgelerimizde olgun meyvelerin sıkılması ile elde edilen yağ, yemeklik yağ olarak veya sabun imalinde kullanılmaktadır.
Özellikle kırsal bölgelerde menengiçlerin yaprakları, meyveleri, taze sürgünleri, çiçek, kök ve kabuk gibi çeşitli kısımlarından insanlar eskiden beri değişik amaçlarla faydalanmaktadır. Menengiç tohumunun yüksek oranda protein ve yağ ihtiva etmesi, hoş kokusu ve tadı da gıda sanayinde kullanım yollarını açmaktadır.
Bitkinin ilk filizleri Akdeniz sofrasında yenilebilir otlar arasındadır. Filizlerin salatası, meyveli yaprakları ile turşusu yapılır. Meyveler dış kabuğu ile birlikte taze veya kavrularak çerez olarak yenildiği gibi, börek ve benzeri hamur yemeklerinde iç malzemesi olarak da kullanılır. Ayrıca, bazı özel köy ekmeklerinde katkı maddesi olarak; çeşitli baharatların kullanıldığı ve kahvaltılık zahter adı verilen karışımda kullanılmaktadır.
MENENGIÇ KAHVESI
Menengiç meyvelerinden kahve de yapılmaktadır. Bunun için toplanan meyveler, yıkandıktan sonra bir kaç gün güneş altında kurumaya bırakılır. Kurutulan meyveler geniş bir tavada rengi koyu kahverengiye dönene kadar kavrulduktan sonra kahve makinesinde çekilerek kahvesi yapılır. Bu kahve, normal kahve gibi kuru olmayıp; öğütüldükten sonra kıvamlı macunumsu bir yapı alır.
Doğunun kahvesi ve kafeinsiz kahve olarak bilinen menengiç kahvesi cam kavanozlarda satışa sunulmaktadır.
Menengiç kahvesi yapımında öğütme ile kavurma makinesi ve kahve çekme makinası kullanılır. Bu kahveye Elazığ’da “çedene kahvesi”, diğer yörelerimizde “menengiç kahvesi” denilmektedir. Menengiç kahvesinin pişirilmesi Türk kahvesinin aynısıdır. Ancak, Türk kahvesinden farklı bir lezzete sahiptir. Kahvenin süt ile yapılması lezzetini arttırmaktadır.
MENENGIÇ FAYDALARI NELERDIR?
Menengiç faydaları saymakla bitmiyor. Menengiç dünyanın çeşitli yerlerinde halk hekimliğinde de kullanılmaktadır. Yaprak ve kabukları kanamayı durdurucu, ishal kesici, idrar söktürücü, tansiyon düşürücü ve sarılık tedavisinde; mide ağrısı, mantar öldürücü ve şeker hastalığında; çiçekleri ve yaprakları diş ağrısı ve yer eklem rahatsızlarında; toprak üstü kısımları ve dalları tansiyon düşürücü, ağrı kesici, antiseptik; meyveleri prostat ve idrar yolları iltihaplarının tedavisinde kullanılmaktadır. Menengiç kahvesinin de meyvelere benzer etkiler yaptığı belirtilmektedir.
Bitkiden elde edilen reçine; panzehir, ateş düşürücü, afrodizyak, balgam söktürücü, cüzzam tedavisinde, solunum ve idrar yolları antiseptiği, idrar söktürücü, ishal kesici, uyarıcı, buhur olarak hava temizleyici ve koku verici, astım tedavisi, kolesterol düzenleyici ve iltihap giderici olarak kullanılmaktadır. Menengiçler üzerine aşılı fıstıkların 200 yıl yaşayabildikleri bildirilmektedir. Yabani menengiçler antepfıstığına aşılanmak suretiyle değerlendirilir.