Mehmet Öğütçü
Mersin, hak etmediği ölçüde az bilinen bir şehrimiz. Sağında turizmde dünya çapında bilinen Antalya, solunda yine turizmin odak noktalarından Antakya ve Adana, kuzeyde Karaman ve Konya. Tekneyle iki saatte Suriye’nin Lazkiye limanındasınız. Onların tam orta yerinde neredeyse Akdeniz kıyılarımızın üçte birini kapsayan sahiliyle Mersin.
Nasıl oluyor da zengin doğal, deniz, flora, geçmiş medeniyetler ve dinler beldesi bu kent önemli bir turizm, ekonomi ve tarih merkezi olarak sivrilemedi, gölgede kaldı bir türlü aklım almıyor.
Palmiye ağaçlarının bu kadar yoğun ve sık aralıklarla dikilmiş olduğu başka bir kent görmedim. Belediye, kendi imkanlarıyla yetiştiriyormuş. 2011’de faaliyete açılan Mersin Marina, Doğu Akdeniz’in en büyük marinası. 500 yatlık deniz ve kara bağlama kapasitesine sahip.
Atatürk ve eşi Latife Hanım’ın 1925’te Mersin’i ziyaret ettiklerinde kaldıkları ev kentin tam merkezinde.
MOZAİK YAŞATILIYOR
Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, eşi Meral Hanım ve yakın çalışma arkadaşı Bedrettin Gündeş’le yaptığımız sohbet sonunda geleceğe dönük umutlu ve iyimser olmamızı sağlayan bilgiler edindim. Türk, Arap, Kürt ve Türkmen yörükler Mersin mozaiğini yaşatıyor. Levanten etkisi hala hissediliyor. Bu farklı etnik, dini ve kültürel çeşni Mersin’in zenginliği ve bunları bir arada yaşatmak özel beceri gerektiriyor. Nice’in Promenade’ini andıran sahil şeridi, kafeler, kedi evleri, fiziki egzersiz noktaları, sanatsal heykeller belediye tarafından yapılmış. Her biri kentin gurur abidesi gibi. Metronun başlatılması çalışmaları da süratle ilerliyor.
Üzüntü verici ama gerçek olduğunu yerinde gözledim. Belediyenin iş yapmaması için merkezden alınan talimat gereğince önemli projelere engeller çıkarılıyor. Belediye şirketlerinin yönetimini belirleme yetkisini başkandan alıp meclislere verme yolunda atılan adımlar, hayli ilginç.
Başkan Seçer, kısıtlı kaynakları kullanarak ve israfı ortadan kaldırarak çok değerli hizmetler yaptıklarını, aslında Mersin’in çok zengin bir kent olduğunu ama gelir dağılımında adaletsizliğin hat safhada olduğunu söylüyor.
BÖYLE TARİH BAŞKA ÜLKEDE OLSA…
“Türk Rivierası” denilen Akdeniz sahilinde coğrafya, deniz aynı deniz, mutfağı gerçekten şahane, tarih desen her yer antik kalıntılarla dolup taşıyor. Komşuları alıp başını gitmişken Mersin’in ulusal ve uluslararası trafiğin, yatırımcı radarının dışında kalmasını anlamak güç.
Belki de bunun ana sebeplerinden biri, Mersin’e yıllar boyunca bir türlü havalimanının yapılmaması. Bana anlatılanlara bakılırsa iki yıla kalmaz Mersin kendi havaalanına kavuşacak. O zaman ciddi bir sıçrama yapması bekleniyor.
Ünlü Yumuktepe Höyüğü’nde yapılan arkeolojik çalışmalar, burada insan varlığını M.Ö. 6300 yılına kadar uzatıyor. Mersin’in bilinen en eski adı “Kizzuvatna”. Hititler ise kente “Kue” ismini vermiş, Antik Yunanlar ise “Zephyrion” olarak isimlendirmiş. Roma İmparatorluğu döneminde “Hadrianus” adını almış.
Klasik devirde ise “Kilikya” olmuş. Daha sonraları Mısırlı Tolunoğulları, Bizanslılar, Ermeni Krallığı, Memlükler ve 1473’te Ramazanoğulları Beyliği tarafından fethedilmiş, Mersin Osmanlı egemenliğine ise 1517’de girmiş.
Antalya sahilini aratmayan, hatta daha çekici sahil şeritleri, koyları, Narlıkuyu’da balık ızgara, Kızkalesi’nin altınkum plajından emsalsiz görünümü, Limonlu, Susanoğlu gibi etkileyici turistik mekanlar. Taşucu, Kıbrıs feribotları, Silifke, Mersin İdman Yurdu, Tarsus’taki tarihi evler, Saint Paul kuyusu, Hz. Danyal’ın mezarı…
YÖRESEL LEZZETLER BİR BAŞKA
Toros yaylalarını ve Mersin’deki pek çok tarihi yeri bilge insan Bedrettin Gündeş eşliğinde gezdik. Gelelim yöresel lezzetlere…
Önce, gerçekten lezzet ve bol kepçe ince dürüm içinde tavuk ya da etle yapılmış tantuni keyfi geliyor. Özel hazırlanan tandır lavaşının arasındaki leziz küçük etlerin baharat ve soğanla harmanlanması ile ortaya çıkan bir lezzet bu. Biraz yoğun yağlı ve baharatlı olan bu simgesel yemeği daha hafif bir hale getirmek isterseniz yoğurtlusunu tercih edebilirsiniz.
Dürüm halinde hazırlanan tantuni, küçük rulo dilimlere bölünerek üzerine yoğurt dökülüyor. Yoğurdun üzerineyse tereyağıyla kırmızı biberin birleşimi olan sos dökülüyor.
Bir diğer ünlü lezzet ise tatlıların şahı kerebiç. Çöven otu aromasıyla tadımı müthiş. Krema köpüğü ile sunulan bu tatlı, fıstıklı ve cevizli hazırlanıyor. Kurabiyeyi andırıyor. Ya Has Develiler ya Hayri Usta ya da Dondurmacı Halil istikametini bulun. Tabii ki diyetinizi birkaç saatliğine askıya alarak.
Mersin’den Ciğerci Yakup ve Bahattin’i görmeden ayrılmayın. Gelenlerin masasını öyle ikramlarla donatıyorlar ki… Biberli lavaş ekmekleri mi dersiniz biberli soğan, mevsim salatası, acılı ezme, sumaklı soğan, köz salata ve ciğer şişler mi?
TARSUS’UN MUAZZAM POTANSİYELİ
Kentin girişinde bizi Mısır Kraliçesi olan VII. Kleopatra’nın o dönemlerde sevgilisi olan General Antonius ile buluşmak üzere geldiği Tarsus’ta adına yapılmış bir kapı karşılıyor. Bu kapı hem Kleopatra Kapısı hem Deniz Kapısı olarak biliniyor. Bizans Dönemi’nde yapılan kapıda Horasan harcı kullanılmış. Kapının kenar kısımları at nalı biçiminde. Yüksekliği 6,17 metre, genişliği ise 6,18 metre.
Tarsus evleri, iki katlı olarak sadece ahşap kullanılarak değil taş ve kerpiçten de yapılmış. Oldukça eski dönemlere uzanan evlerin birçoğunun tarihi bile bilinmiyor. Mersin, sıcak bir şehir olduğu için evler yazın serin olacak şekilde tasarlanmış. 300 tanesi tescilli olan evlerin toplam sayısı 600’ü geçiyor.
AZİZ PAUL, KIZ KALESİ, ŞAHMERAN
Tarsus, aynı zamanda St. Paul’ün doğup yaşadığı bir mekan. Roma vatandaşlık haklarına sahip Yahudi bir aristokrat ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş. O zamanların felsefe okullarından bir tanesi burada kurulmuş. St. Paul ilk olarak burada eğitim almış ve devamında ise Kudüs’e giderek görüşlerini geliştirmiş.
Hıristiyanlık ile ilk tanıştığında onun yayılmasına karşı çaba göstermiş, Hz. İsa’ya güvenen insanları dinden geri döndürmeye çalışmış. Rüyasında Hz. İsa’yı görünce keskin bir dönüş yaparak Hıristiyanlığı kabul etmiş ve hayatının kalan bölümünde bu dinin yayılması için çaba sarf etmiş. Bu amaçla da Roma
İmparatorluğu topraklarının çok büyük bir kısmını dolaşmış.
Onun bu çalışmalarından rahatsız olan Romalılar Aziz Paul’ü tutuklayıp, yargılanmak üzere Roma’ya götürmüş, orada da yaşamına son verilmiş. Tarsus ve Aziz Paul İncil’de yer alıyor, Hıristiyanlık için Anadolulu çok önemli bir şahsiyet. 18 metre derinlikteki St. Paul Kuyusu olarak bilinen yapı, onun yaşamını sürdürdüğü düşünülen evin avlusunda yer alıyor. Antik Caddesi’ne 200 metre mesafede.
Bana kalsa sadece Aziz Paul kuyusu ve Hz. Danyal’ın mezarı esas alınarak inanç turizminde iyi bir hikaye ve düzenlemeyle Tarsus’u uçururum. Tarsus’u dünya Hıristiyanlarının kutsal bir haç mekanı haline getirmek mümkün. Anlaşılan, mevcut yönetim böyle bir dini konumlandırmadan ve Mersin’in antik tarihinin öne çıkarılmasından pek hoşnut değil.
HAZİNE VAR MI?
Tarsus’ta MİT ve özel harekat polisleri gözetiminde Ankara’da oluşturulan 20 kişilik özel ekip tarafından 2016’da başlayıp bir yıl süren kazının yapıldığı ‘gizemli ev’ olarak adlandırılan eve, defineci olduklarından şüphelenilen ve kimliği belirsiz kişiler hala girip çıkıyormuş.
Terk edilen evde St. Paul’ün İncili ve Kral Dakyanus’un hazinesi için kazı yapıldığı söyleniyor.
Gerçi, 82 Evler Mahallesi’nde 3’üncü derece arkeolojik SİT alanında gerçekleştirilen kazı çalışmalarına ilişkin 2 Kasım 2017 tarihli uzman raporunda, 1 adet bronz sikke, kırık sütun parçası, etütlük durumda seramik parçaları haricinde ciddi bir kültür varlığına rastlanmadığı söyleniyordu ama bulgularla ilgili gizem devam ediyor.
MERSİNLİ LEVANTENLER
Mersin’de sadece farklı etnik gruplar değil üç din de halen yan yana yaşıyor. Gayrimüslim nüfusun yoğun olduğu mezarlıklarda dahi Hıristiyan, Müslüman ve Museviler birlikte yatıyor.
Levanten kelimesi, Fransızcadan gelen “Levant” kelimesinden türemiş. Günümüzde daha çok Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail için kullanılsa da eskiden anlamı “İtalya’nın doğusundaki Akdeniz” olarak daha geniş bir coğrafyayı belirtiyordu.
Hem Bizans hem Osmanlı döneminde yerli halktan ziyade İtalyan, Latin, Fransız gibi batı Akdenizliler kastediliyor. 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda ise bu kelime Orta ve Kuzey Avrupa’dan gelerek yerleşen yabancıları da kapsamaya başladı. Sanayileşme sonrası hammadde arayışına geçen Avrupalı devletler, Osmanlı’nın İzmir, Mersin, Antalya gibi Akdeniz kıyılarında nüfus varlıklarını artırdı. Mersin’de yüzlerce Levanten izi var. Yaşayan levantenler, kiliseler, taş binalar, mezarlıklar bunların başını çekiyor. Çoğu Çamlıbel ve Uray semtlerinde oturuyor. Yenişehir ve Mezitli’de de izleri var. Hala bu kentte ikamet eden Levanten aileleri şunlar: Levante, Montavanı, Babını, Brecotti, Şaşatı, Vitel, Talhuz, AntoineMirzan, Nadir, Rexya, Soysal, Hisarlı, Kokaz, Daniel, Kokalakis, Yalnız.
Levantenlerce yaptırılmış hanlar ve konaklar, günümüzde hala görülebilir. Mersin Latin İtalyan Katolik ve Ortodoks Kilisesi hala faaliyette. Fakat Katolik cemaatin bir kısmı Maruniler gibi Avrupalı olmayan, yani asıl Levanten olmayan toplumlardan.
LİMAN VE NÜKLEER SANTRAL
Türkiye’nin en büyük yük limanı neredeyse kentin tam içinde yer alıyor. Bölge ekonomisi için kritik önemde ama yer seçiminin isabet derecesi sorgulanmalı. Şimdi denize doğru dolgu yoluyla genişletilmesi düşünülüyor. Planlara işlenen ve mevcut limanın altı kat büyüklüğündeki yeni liman yapımının başlatılmayarak mevcut limanın genişletilmesi, Mersin kamuoyunun büyük tepkisini çekiyor.
Mersin Limanı, Türkiye’nin güney bölgelerinin dünyaya açılan en önemli kapısı. Ankara, Gaziantep, Kayseri, Kahramanmaraş, Konya gibi sanayileşmiş kentlerle Suriye, Irak ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri gibi sınır komşusu olan ülkelere, demiryolu ve karayoluyla bağlı olan liman Orta Doğu ve Karadeniz’le olan aktarma ve hinterlant bağlantılarıyla, Akdeniz Bölgesindeki ana konteyner limanlarından birisi.
Türkiye’nin ilk nükleer santralı de burada, halen inşa halinde. Akkuyu’da Rus şirketi Rosatom, ilk reaktörün 2023’te faaliyete geçeceğini açıkladı. Akkuyu ve daha sonra Sinop nükleer santrallerinin her ikisi de dörder reaktörden oluşacak.
Akkuyu, 1.200 MW’lik dört reaktörü mevcut plana göre 2025’te tamamlandığı zaman 4.800 MW kapasiteye ulaşacak ve yıllık ortalama 35 milyar kilovatsaat elektrik üretebilecek.
Proje geliştirilirken ya da uygulanırken Mersin halkı ya da yerel yönetimle neredeyse hiç istişare yapılmamış. Bu, büyük bir handikap zira santralin ömrü en az 40-50 yıl ve yerel destek olmadan sorunsuz işletilmesi mümkün olamaz.