Hong Kong ne oldu da arada kaldı?
Hong Kong’la tanışmam 1976’da. İlk Hong Kong’a seyahatim... Genç bir dış ticaret bürokratıyken bir ticaret heyetiyle gerçekleştirdiğim bu seyahat büyük bir sürpriz olmuştu. Bu kadar gelişmiş bir Uzak Doğu ülkesi/kolonisi görmek şaşırtıcıydı. Ama Hong Kong’la esas tanışmam 1997’ye rastlıyor, Londra Büyükelçiliğimizde müştesarlığım sırasında tanıştım. İngiltere 1997 haziranında 150 yıllık kolonisi Hong Kong’u hazin bir törenle Çin’e devretmişti. Hong Kong’un son valisi Chris Patten’la resmi bir davette tanışmıştık. O dönemin çok popüler adamlarından biriydi. Kendisinin “Doğu ve Batı” başlıklı bir kitabı da var. Konuya ilgi duyanlar için iyi bir kaynak olabilir. Hong Kong, İngiltere’den Çin ve İngiltere’nin imzaladığı ve Birleşmiş Milletler’e de tescil ettirilen bir ortak deklarasyonla ayrıldı. Bu çerçevede Hong Kong ‘bir devlet, iki sistem’le yönetilmeye başlandı. Siyasi ve hukuki açıdan yarı özerk - bazıları geniş otonomi de diyor - bir yönetime dönüştü. Bu ortak deklarasyonda 50 yıllık bir geçiş dönemi öngörüldü. Süre 2047’de doluyor. Deklarasyona göre bu statüyle Hong Kong’da hukukun üstünlüğüne dayalı serbest piyasa ekonomisi devam edecek. İngiliz ve ABD’li yatırımcılar da böylece orada faliyetlerini sürdürebilecek. Başka bir deyişle Çin’in komünizm temelli idari sisteminin dışında kalmış oluyor. Pekin yönetimi de bunu kabul etmişti. Bu çerçevede şunu da belirtmek lazım: İngilizler genellikle kolonilerinden ayrılırken çok akıllı davranır, idari sistemi ayrılmadan güzel kurarlar. Ayrılmak gerektiğini anladıklarında koşulları kendi menfaatlerine uygun şekilde oluştururlar. Esasen Hong Kong’da da bunu görmek mümkün.