Made in Italy.
İtalyan tasarımı kavramını bu kadar özel yapan nedir, sorusunu cevaplamak için aile şirketlerinin hikayelerine odaklanıp İtalyanların zanaat geleneğinin altyapısını ve ikonik markaların yepyeni tasarımlarını araştırdık.
ARCO LAMBA 60 YILDIR GÜNCELLİĞİNİ KORUYAN BİR TASARIM.
İtalyan tasarımı kavramını bu kadar özel yapan nedir, sorusunu cevaplamak için aile şirketlerinin hikayelerine odaklanıp İtalyanların zanaat geleneğinin altyapısını ve ikonik markaların zamansız olmaya aday yepyeni tasarımlarını araştırdık.
II. Dünya Savaşının ardından İtalyan tasarımı; sadece güzellik ve işlevsellikle değil, yaşam enerjisi, canlılık ve hayattan alınan keyifle eşdeğer bir kavram olarak hayatımıza girdi. Fransız gazeteci Caroline Roux, İtalyan tasarımının köklerini ve gelişimini anlatıyor.
1971’de İtalyan Gufram markasının çıkardığı Pratone isimli yepyeni ürün, dikey yerleştirilmiş bir grup parlak yeşil, dev boyutlarda plastik yapraktan oluşuyordu. Ürün, mimar ve sanatçılardan oluşan avangart bir tasarım kolektifi olan Studio 65 tarafından geleneksel kanepeye getirilmiş oldukça uçuk bir pop art yorumuydu ve bana göre II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’dan dünyaya yayılan coşkun yaşam enerjisinin başka hiçbir coğrafya ya da milletle karşılaştırılamaz, yenilmez sembolüydü.
Elbette İtalyan tasarımı deyince akla başka pek çok ürün geliyor. Tek dokunuşla yaşam alanı algısını bambaşka bir boyuta taşıyan Antonio Citterio’nun 1983’te Flexform için tasarladığı krom iskeletli, akışkan formlu Max kanepe ve yine Citterio imzalı 1997 tarihli formal şıklığın simgesi Charles kanepe; Fornasetti’nin altın zeminli, asla eskimeyecek nüktedan siyah beyaz illüstrasyonlarla şekillenen seramikleri; Ettore Sottsass’ın 1970 ve 80’lerde yaptığı ikonik desenli laminatlar; XVI. Louis döneminden günümüze zaman yolculuğunu Philippe Starck’ın eskiz defterinden ve Kartell fabrikasından 2002 yılın
da şeffaf pleksiglas formunda çıkarak tamamlayan Ghost sandalye, bunlardan bazıları. Achille Castiglioni’nin Arco lambası piyasaya sürülmesinin üzerinden tam 60 yıl geçmiş olmasına rağmen ilk günkü kadar taze ve güncel bir tasarım. Aldo Rossi tasarımı Alessi marka bir kahve cezvesine ne dersiniz? Peki ya, Bay Armani’nin 1982’de bizzat tasarladığı ve daha sonra Armani/ Casa logosu olarak kullanılacak Armani/Casa logo lambasına ne demeli?
Onlarca yıl çok geniş bir coğrafyayı etkisi altına almış olan İtalyan tasarımının temelleri, çok sıkı aile bağlarına; bu ailelerin zanaattan ödün vermeyen, yine de malzeme konusunda yenilikçi yapısına dayandığını söylemek yanlış olmaz. B&B Italia’nın geliştirdiği poliüretan köpük enjeksiyon teknolojisinden Kartell’in geliştirdiği yumuşak yüzeyli plastiğe kadar İtalyanların mobilya üretimine getirdiği yeniliklerin etkisi tartışılmaz. İtalyan tasarımı dalgasını başlatanlar, seçkin ailelere mensup, iyi eğitim almış, neredeyse tamamı erkek ve beklenenin aksine ürün tasarımı değil, mimarlık eğitimi almış İtalyanlardı. İşin ilginç yanı İtalya’da 1989’da aslen bir mimarlık okulu olan Polytecnico Milano içinde açılan ürün tasarımı bölümüne kadar bir tane bile tasarım eğitimi veren okul yoktu. Oysa 1982 yılında ‘modernizm ve minimalizme post-modern saldırı’ olarak tanımlanan Memphis akımı ortaya çıktığında ülkede tasarım endüstrisi çoktan profesyonelleşmişti. 1990’lara gelindiğinde ise, İtalyan Tasarımı artık dünyada liderliğini kanıtlamış, hatta ikon haline gelmiş ve uluslararası yeteneklerin peşine düşmüştü. Philippe Starck, Jasper Morrison, Ron Arad, Naoto Fukasawa… Bunca maskülen oyuncunun hakim olduğu bir dünyada yönetici ve tasarımcı olarak verimli bir ortaklığa imza atmış olan iki Patricia; Moroso ve Urquiola elbette özel bir alkışı hak ediyor.
II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya, ekonomisi tarıma ve zanaata dayalı bir ülkeydi. Savaş bitiminde yanlış tarafta olmanın verdiği yıkım ve yaralar, Amerika’nın o dönemde Doğu Bloku’nun önünde engel teşkil edeceği düşüncesiyle İtalya’ya yaptığı dev yatırımlar sayesinde sarıldı. Dönemin politikaları çerçevesinde mimarlar ülkeyi bilinçli olarak mümkün olduğunca rasyonalizm karşıtı gibi duran post-faşist bina ve mobilyalarla doldurdular. Gio Ponti liderliğinde ülke çapındaki atölyelerde ‘son moda’ tasarımlar üretilmeye başlandı. Ponti, 1962 yılında Sorrento’da açılan olağanüstü Parco dei Principi Hotel projesinde 100 oda ve salonun zemin kaplaması için ısmarladığı 30 farklı seramik karo tasarımıyla yerel seramik üreticisi Agostino di Salerno’nun hayatını ve geleceğini değiştirdi.
Tasarım kariyerine 1998 yılında İtalya’da, Capellini’de başlayan Barber Osgerby tasarım ikilisinden Jay Osgerby, ‘Yüzyıllar boyu edinilmiş beceri ve bilgi, ülkenin damarlarında hala
baki’ diyor ve ekliyor: ‘Yaptığınız bir eskizi gözünüzün önünde anında hayata geçirebilecek zanaatkarlarla dolu İtalya. Eskiden zanaatkarlara güven ve ilgi üst seviyedeydi. Bazı firmalarda bu hala geçerli.’ Tasarımcı, geçmişi 1960’lara dayanan ve o zamandan beri rakipsiz, dünyadaki en önemli tasarım etkinliği olan Milano Tasarım Haftası’nda bir tasarımının sergilendiği günü hala ilk günkü heyecanla anıyor. Bu yıl fuarın Covid 19 sebebiyle iptal edilmesi dünyanın pek çok noktasındaki tasarımcı ve firmalar için büyük bir darbe oldu.
Osgerby, ikilinin kayın kontrplaktan üretilmiş minimal çizgilere sahip Loop masası, Capellini koleksiyonunun bir parçası olarak Salone’de sergilendiğinde hissettiklerini ‘Bu tam olarak okulda birinin amatör kaydınızı dinlemesinin ardından birdenbire kendinizi Glastonbury Festivalinin headliner müzisyenlerinden biri olarak bulmanıza benzer bir duyguydu’ sözleriyle anlatıyor. Evet, bir zamanlar Capellini lansmanlarına davetli olmak, Somerset Festivalinin VIP davetlileri arasında olmakla eş değerdi.
Barber ve Osgerby 2010 yılında Magis için bir şemsiye standı tasarladıklarında ise markanın parlak ve pürüzsüz ABS plastik ürünlerinin hayata geçmesi için gerekli olan mükemmel kalıpların ancak İtalyan zanaatkarların yüzlerce yıl boyunca geliştirdikleri metal işçiliği becerisiyle üretilebileceğini keşfetmişler.
Bununla birlikte küreselleşme ve şirket yapılarındaki önemli değişimler aile şirketlerinin sonsuza kadar aynı güç ve motivasyonu sürdüremeyeceği anlamına geliyor. Her ne kadar Claudio Luti hala Kartell’in başındaki itici güç olarak yönetimi elinde tutuyor ve çocukları yönetimi devralmak için gün sayıyor, Anzani ve Spinelli aileleri de Poliform’un üçüncü neslini oluşturuyor olsa da Flos’un da dahil olduğu diğer firmalar artık kurucu aileler tarafından yönetilmiyor. Michael Anastassiades 2011’de Flos için çalışmaya başladığında ilk olarak markanın yaratıcısının oğlu Piero Gandini ile Brescia’da yemekli bir toplantı yapmış. ‘Gittiğimiz yer, yerel bir pizzacıydı, yemekler inanılmazdı ve çalışanların tümü Napolitendi. Toplantı Piero’nun beni ve tüm restoran çalışanlarını bir SSC Napoli-Manchester United maçını izlemek üzere Napoli’ye davet etmesiyle sona ermişti’ diye neşeyle anlatıyor Anastassiades. Yakın zamanda Carlo Molteni’yle birlikte yeni çıkacak bir masa üzerinde çalışan tasarımcı, Molteni’yi de ‘başka bir ilham verici kişilik”’olarak tanımlıyor. ‘Bunlar iş ortaklıkları ama altında mutlaka dostluk ve tutku yatıyor’ diyor. Bu ortaklıkların meyvesi olan pek çok ürünün dünyamızı geliştirdiğini, bakış açımızı genişlettiğini söylemek mümkün.