MODERNİZM TEKELİNDE BİR EZBERBOZAN: ALDO ROSSI
Sarsılmaz bir birlik içindeki tek tip modernistleri ölesiye eleştirmeyi hayatının amacı haline getiren Aldo Rossi, teorisyen kimliğiyle yetinmeyip fikirlerini hayata geçirerek bir anti-akım geliştirmiş. Tüm post-modernist mimarlar gibi, seveninden fazla nefret edeni olmalı. Ezberbozanlığın kuralı bu. Ama bu örnekte olduğu gibi sevilmemeyi göze alarak yeni bir şey denemenin insanı efsaneleştirmesi de mümkün.
Yaşamı boyunca mimarlığın tuz-biber oranını tersyüz edip, kimine göre geri dönülmez şekilde tadını bozan, kimine göreyse tadına tat katıp, dahiyane fikirlerle beyinlere ışık saçan bir mimar Aldo Rossi... Binaların kentle, ürün tasarımının da binalarla ilişkisine verdiği önem, yapıtlarında açıkça izlenebilen bir özellik... Örnek olarak 1994’te tamamlanan Hollanda Maastricht’teki Bonnefanten Müzesi’nin 28 metre yüksekliğindeki zink kaplama noktalı kubbesi, mimarın Alessi için 1988’de tasarladığı ve bugün İtalyan tasarımı dendiğinde akla ilk gelen ürünlerden olan ‘La Cupola’ geleneksel espresso cezvesi başta olmak üzere pek çok ürünüyle ilişkilendirilebilir. Alessandro Antonelli tasarımı 19. yüzyıl eseri San Gaudenzio taç kubbesinden (cupola) 20. yüzyılda bir espresso cezvesine, oradan fütütistik bir müze binasına uzanan form sıçraması… İtalyan tasarımının babası olarak bildiğimiz neredeyse tüm isimler gibi o da Politecnico di Milano’da mimarlık okudu. Bir boğa erkeği olarak ağzının tadına, keyfine ve rafine zevklerine düşkün; doğma büyüme bir Milanolu olarak akıllarda kalmasının sebebi olacak ‘mimari ve şehir’ ilişkilerini irdeleyen teorilerini henüz öğrenciyken mimarlık dergisi Casabella-Continuità’da yazdığı yazılarla olgunlaştırıp belli bir okuyucu kitlesine ulaştı. 1959’daki mezuniyetinin ardından 1964 yılına kadar bu dergide tam zamanlı editör olarak çalıştı. Dergilerde yazdığı yazıların bir bölümünü daha sonra ikinci kitabı ‘Mimarlık ve Şehir Üzerine Seçili Yazılar 1956-72’nin bir parçası olarak kullandı. Henüz öğrenciyken mimari ofislerde çalışmaya başlayan Rossi’nin, dergiciliğin ardından 1965’te Politecnico di Milano’da tam zamanlı öğretim üyesi olarak çalışmaya başlaması ve ilk kitabı ‘Şehrin Mimarisi’ni yayımlamasıyla teorisyenlik ve küçük ölçekli bina tasarımı odaklı ilerleyen kariyeri, meslektaşı Carlo Aymonino’nun yapmakta olduğu Monte Amiata konut projesinin bir bölümünü ona vermesiyle bambaşka bir boyut kazandı. 1971’de tasarladığı San Cataldo Mezarlığı ise onu dünyaca tanınır-tartışılır bir mimar haline getirdi. Şehirlerin ancak anıtsal yapılarla hatırlanabilir hale getirilebileceğini savunan Rossi, hayatı boyunca anıtsal mimarlığın, post-modenizmin en uç noktasının peşinde koştu ve uyguladı. Mimarlık çevrelerinde çoğunlukla kahraman, bazen de hain ilan edildi. Projeleri için çizdiği skeçler, güncel mimariyle birlikte güncel sanatın yükseldiği dönemde birer sanat eseri olarak tanımlandı. 1990’da Pritzker Ödülünü alan ilk İtalyan oldu. Miras bıraktığı onca fikir, zikir, yazı, çizi, bina ve ürünün ardından kendinden beklenecek acayiplikte, hala nasıl olduğu çözülemeyen bir trafik kazasıyla 1997’de dünyayı terketti.
ŞEHIRLERIN ANCAK ANITSAL YAPILARLA HATIRLANABILIR HALE GELECEĞINI SAVUNAN ROSSI, HAYATI BOYUNCA ANITSAL MIMARLIĞIN, POST-MODENIZMIN
EN UÇ NOKTASININ PEŞINDE KOŞTU VE UYGULADI.