‘KİBRİN BAŞ USTASI’, KENDİ DÖNEMİNİN SONUNU DA İLAN EDİYOR
Bir TV kanalında çıktığı canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini Tv’de tartışmaya çağıran Chp’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce için,”utanmadan sıkılmadan televizyona davet ediyor. Üzerimizden kalkıp reyting sağlayacak kendine. Biz seni muhatap alır mıyız?” diyor.
Erdoğan’ın bu, burnundan kıl aldırmayan “kibirli tutumu”, Muharrem İnce’yle de sınırlı değil. Kim kendini eleştirse; “Eyyt, siz kim oluyorsunuz ki beni eleştiriyorsunuz. Ben ki şunları, şunları,...yapmış adamım!” demek adeta beyefendi için bir klasik oldu.
O ARTIK KİBRİN USTABAŞISI
Bu tutumun çok örnek bir ifadesini de, 2. Ordu Komutanı ‘alkışçı paşa’nın apoletlerini sökeceğini söylen İnce'ye öfkelendiğinde gördük. O zaman Erdoğan; “Ey Muharrem ben paşaların paşasıyım. Ben Tsk'nın başkomutanıyım” diye haykırarak, nasıl bir büyük kibir içinde olduğunu göstermişti.
Aslında bu kibirli tavır; öteki cumhurbaşkanı adaylarından ya da muhalefet partilerinin başkanlarından söz ederken de her sözünde her cümlesinde görülüyor. “Ben çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa geçtim. Şimdi ise baş usta (ustabaşı) oldum. Peki siz kimsiniz. Siz çırak bile değilsiniz!” derken de asılında “kibrin baş ustası” olduğunu da kabul etmiş olmaktadır.
Oysa Erdoğan, kendi inancının ne kadar insan sever olduğunu göstermek için her vesileyle, “Biz yaratılanı yaratandan dolayı severiz” demektedir. Yani Erdoğan, “Allahın yarattıklarını Allah tarafından yaratıldığı için severiz” diyerek İslami bir umdeyi tekrarlarken, kendisinin ne kadar yüce gönüllü oluğunu söylemekte, aslında geri kalanlardan ne kadar “yukarıda” olduğunu gösteren kibrini itiraf etmektedir.
ORTAÇAĞ’IN ‘KUL İNSANI’NI SEVİYOR AMA...
Erdoğan’ın sıkça tekrarladığı ve “tartışılmaz ve ileri bir insanlık anlayışı”ymış gibi öne sürdüğü “yaratılanı yaratandan dolayı sevme” anlayışı, insanlığın en azında beş yüz yıldan beri terk ettiği bir Ortaçağ anlayışıdır. Çünkü “yaratılan” insan, “kul insandır” ve yaratıcı onu nereye gitsin diye yaratmışsa makbul olan oraya gitmektir.
Erdoğan yaratılan, nereye çekilirse oraya giden “kul insanı” seviyor; ama talepleri olan, mücadele den, örgütlenen, yeri geldiğinde başkaldıran, yeni bir dünya isteyen insanı sevmiyor; onu yerine göre terörist, yerine göre din düşmanı, kafir,...görüyor.
Çünkü modern çağın insanı, insanı sadece insan oluğu için seven bir anlayışla (humanizm), Ortaçağ zihniyetinden kopma yoluna girebilmiştir. Bu yoldan ilerleyerek soyut “insan”dan toplumsal sınıfların mensubu olan “insan”a, insanın sevilip sevilmemesinden öte insanlığın ilerlemesinin bir aşaması olarak sınıflar mücadelesi ve bu mücadele içindeki “insan”a, “yeni insan” anlayışına kadar gelinebilmiştir.
KİBİR, HERKESİ KÜÇÜMSEYEN LANETLENMİŞ BİR TUTUMDUR
Aslında kibir bütün dinler, özellikle tek tanrılı dinler Yahudlik, Hıristiyanlık ve İslam tarafından da hiç hoş görülmeyen bir tutumdur. Nitekim Hıristiyanlık kibri; öfke, açgözlülük, tembellik, şehvet, oburluk, kıskançlıkla birlikte “yedi ölümcül günah” birisi olarak saymıştır. İslam da kibri; “Allaha şırk koşma günahı” olarak sayılan “büyük günahlar” içindedir.
Erdoğan eğer dediği gibi, imam hatipte okumuşsa; bunları herkesten iyi bilmesi gerekir.
Dahası Erdoğan, her gün kürsüye çıktığında; “Ben neymişim be!” diyen söylemi ve vücut diliyle kibrin zirvesinde çıkmakta; konuşmanın “şehveti” içinde, “En büyük benim benden büyük yok!” diye haykırmaktadır.
Erdoğan’ın yanında eğitim gören “çıraklar” da ondan ilk olarak, bir “erdem” sandıkları “kibri” öğrenmektedirler.
Nitekim, geçtiğimiz günlerde kibrin “baş ustası”nın çıraklarından birisi; “Marsa dört şeritli yol yapacağız desek bize inanacak bir taraftarımız var” diyerek, kibrin yeni bir örneğin verirken aynı zamanda kendilerine oy veren emekçileri de küçümsemekte, zekalarıyla alay etmektedir!
‘SEÇENEĞİM YOK’ DEMEK KİBRİN SON AŞAMASIDIR!
Ancak tarihin pek açık bir biçimde gösterdiği, masallar ve dini menkıbelerin bile pek çoğunda “kulağa küpe olsun” babından örneklerle anlatıldığı gibi kibir, ülkelerin ve düzenlerin çöküşünün en açık alametidir. Çünkü gerçekte halka vereceği bir şey kalmayan düzenlerin başındakilerin geldiği son iddia; tek seçeneğin kendileri oldukları, kendilerinden başka kim iş başına gelirse gelsin, “her şeyin daha kötü olacağı”dır!
Gerçekte ise, bu iddia aslında var olan düzenin, yönetimin sonunu ilanıdır. Çünkü bu, halka verilecek bir şeyin kalmadığının ifadesidir.
Bugün Erdoğan ve partisinin, “yeni hiçbir ye vaat edemez”ken, “kendilerinin bir seçeneğini olmadığı” iddiası, mantıksal bakımdan bile bu sonun ifadesidir.
Bu yüzden AKP seçmeninin önemli bir bölümünün, AKP’YE yönelik eleştirilerine karşın “yerine geleceklerin daha kötü olabileceği” yine AKP’YE vereceğini söylemesi; “öğretilmiş bir çaresizliğin” olduğu kadar aynı zamanda mevcut düzenin sonunu gelindiğini de ifade etmektedirler. Çünkü en yukarıdakilerin kibri, emekçileri ezmekte “Daha kötüsü gelebilir öyleyse AKP’YE oy vermeye devam edelim” tutumu aslında “Akp’den kopmadan önceki son tutamak”tır.
Erdoğan bu gün büyük bir kibirle; kendisinin “baş usta” ve “seçeneksiz” olduğunu iddia ederken asılında savunduğu “tek parti tek adam rejimi”nin de daha resmen başlamadan sonuna gelindiğinin işaretini vermektedir.
24 Haziran’da seçimini “kibrin baş ustası” ve partisi kaybederse, bu “son”un “en acısız” biçimde gerçekleşebileceği bir döneme girilecektir.
Bu, onlar için de en azından ehveni şer bir durumdur. endişesiyle