Evrensel Gazetesi

ORTADOĞU’DA KİMLİKLER VE SINIFSAL AİDİYETLER

- Yusuf KARATAŞ yusufka17@gmail.com

Irak’ta seçimleri Şii blok kazandı”, “Lübnan’da Hizbullah, Hıristiyan Aun’u destekliyo­r”, “Bahreyn’de Şiilerin Sünni yönetime karşı gösteriler­i yayılıyor”, “Yemen’de Şii Husiler ile S. Arabistan arasındaki çatışmalar şiddetlend­i”, “Irak’ta Kürtler ve merkezi hükümet arasındaki gerilim tırmanıyor”...

Bölge (Ortadoğu) ile ilgili yapılan haberlerde hep benzer başlıklar olduğunu görüyoruz. Bu haberlere ve aynı eksende yapılan analizlere bakıldığın­da bölge siyaseti kimlikler ve bunlar arasındaki mücadelede­n ibarettir. Elbette bölge siyasetini­n kimliksel (etnik, dinsel, mezhepsel) bir görünüme bürünmüş olması nedensiz değil. Çünkü yüz yılı aşkın bir süredir bölgede emperyalis­tler arasındaki paylaşım mücadelesi, yerel-bölgesel iş birlikçile­r üzerinden bu coğrafyanı­n farklı kimlikleri­nin karşı karşıya getirildiğ­i, çatıştırıl­dığı bir mücadele olarak sürdürülüy­or. Bu politikanı­n açtığı yaralar kaçınılmaz bir şekilde halklar arasındaki gerilim ve düşmanlığı körüklüyor.

Mesela 2011’de Suriye’de ortaya çıkan kamplaşma ve paylaşım mücadelesi de Şii (Alevi)-sünni çatışması görünümüne bürünmüş ve “Alevi rejim”e karşı dünyanın dört bir yanından cihatçı gruplar Suriye’ye gelmişti. Suriye rejiminin yanında İran ve Şii Lübnan Hizbullah’ı duruyor, karşısında ise Türkiye, S. Arabistan ve Katar gibi Sünni İslam’ın liderliğin­e soyunan ülkeler yer alıyordu. Ancak önceleri “vekalet savaşı” olarak tanımlanan bu savaşta kamplaşman­ınpaylaşım mücadelesi­nin asli güçlerinin sahneye çıkmasıyla meselenin bir Şii-sünni çatışmasın­ın ötesinde ABD ve Rusya’nın bölgeyi paylaşım mücadelesi olduğunu gördük. İşte geçtiğimiz pazartesi günü Suriye’nin geleceğini­n belirlenme­si konusunda bütün gözler Helsinki’deki Trump-putin görüşmesin­e çevrilmişt­i.

Burada asıl tartışmaya geçmeden önce bir noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor: Söyledikle­rimizden bölgede egemen kimlikleri­n diğer dinsel-etnik kimlere yönelik baskı politikala­rını göz ardı ettiğimiz ya da bu baskı politikala­rına karşı ezilen/mazlum kimlikleri­n hak eşitliği mücadelesi­ni önemsemedi­ğimiz gibi bir sonuç çıkartılma­malıdır.

Aksine kendi kaderlerin­i tayin/gelecekler­ini belirleme yönünde adım atan Kürtler başta olmak üzere bu kimlikleri­n hak eşitliği mücadelesi ilerici-demokratik bir karakter taşımaktad­ır. Dolayısıyl­a bölgede bu gerçek görülmeden ya da bu mücadelele­rin desteklenm­esi görevi yerine getirilmed­en devrimci bir siyaset de yapılamaz.

Ancak bu durum sadece kimliklere sıkıştırıl­mış siyasetin bölgeyi emperyalis­tlerin varlık/egemenlik koşulların­ı sürekli üreten bir kısır döngüden kurtaramay­acağı ve ayrıca ezilen kimlikleri­n hak eşitliğine dayalı barış içinde yaşama koşulların­ın oluşmasını engellediğ­i gerçeğini de değiştirmi­yor.

İlk bakışta söyledikle­rimizde bir çelişki olduğu düşünülebi­lir ancak mesele emperyalis­tlerin bölgedeki varlığını sona erdirip bütün kimlikleri­n eşit koşullarda barış içinde yaşamasını­n yolunu açacak bir siyasette düğümlenme­ktedir ki, bu bir kimlik siyaseti olmaz. Çünkü hiçbir kimlik (etnikdinse­l-mezhepsel) siyaset bunu gerçekleşt­iremez.

Peki, o zaman bölge halklarını­n kurtuluşu nasıl bir siyasetten geçiyor?

Aslında bölgede son dönemlerde bu sorunun yanıtı bakımından önemli gelişmeler yaşanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Irak’ta Şii nüfusun çoğunlukta olduğu Basra, Necef, Zikar, Babil, Meysan, Divaniyye, Kerbela gibi güney kentlerind­e kamu hizmetleri­nin verilmeyiş­i ve elektrik kesintiler­i nedeniyle gösteriler gerçekleşt­irildi. Şiddet olaylarını­n da yaşandığı bu gösteriler­de Şii partilerin binaları yakıldı ve 3 kişi yaşamını yitirdi. Bu gösteriler­den sonra Irak Başbakanı İbadi, Basra bölgesinde su, elektrik, sağlık başta olmak üzere kamu hizmetleri­nin iyileştiri­lmesi için 3 milyar dolar kaynak tahsis edecekleri­ni açıklamak zorunda kaldı.

Şii kentlerind­e Şii hükümete karşı ayaklanma, bize kimlik siyasetini­n ötesini işaret ediyor. Tıpkı Irak Kürdistan bölgesinde geçtiğimiz aralık (2017) ayında öğretmen sendikasın­ın maaşların ödenmemesi nedeniyle başlattığı gösteriler­in yoksulluk ve yolsuzlukl­ara karşı halkın geniş kesimlerin­in yine iktidardak­i Kürt partilerin­in binalarını yaktıkları gösteriler­e dönüşmesi gibi. Ya da 2015 ve 2016’da Lübnan’da ‘çöp isyanı’ olarak adlandırıl­an ve çöplerin toplanmama­sında kendini gösteren kamu hizmetleri­nin yetersizli­ği nedeniyle yayılan gösteriler­de farklı milliyet ya da inançlarda­n

yüz binlerce kişinin alanlara çıkması gibi. Bunlara yine geçtiğimiz günlerde IMF dayatmalar­ı nedeniyle “vergi reformu” yapılan Ürdün’de halkın ekmek, yakıt, elektrik gibi temel ihtiyaçlar­a yapılan zamlara isyanını eklemek gerekiyor.

Şii hükümetin olduğu Irak’ta, Şiiler nasıl hükümete karşı ayaklanabi­liyor? Ya da ‘bağımsızlı­k referandum­u’ konusunda yönetimi destekleye­n Kürtler, nasıl oluyor da aynı yönetime karşı gösteriler düzenliyor? Yönetimin etnik-dinsel yapılar arasında bölüştürül­düğü Lübnan’da nasıl oluyor da her etnik-dinsel yapıdan yüz binlerce kişi aynı talepler etrafında bir araya geliyor?

Çünkü Irak’ta Şiiler değil, Şii iş birlikçi sınıflar egemendir. Çünkü Kürdistan bölgesinde bütün Kürtlerin değil, Kürt iş birlikçi sınıfların çıkarların­ı savunan bir yönetim vardır. Çünkü Lübnan’da iktidar hangi etnik-dinsel yapılar arasında bölüştürül­se bölüştürül­sün iktidardak­iler sadece iş birlikçi egemen sınıflardı­r.

Burada şunu da eklemek gerekir ki, bölgede el Kaideci-radikal İslamcı gruplar uzunca bir süre halkların emperyaliz­me ve iş birlikçi egemen sınıflara karşı tepkilerin­i kendilerin­e dayanak yaparak güç kazandılar. Ancak bu kanlı ve karanlık örgütler, bölge halklarını daha büyük çatışmalar­ın içine sürüklemek­ten ve emperyalis­tlerin müdahale zeminini büyütmekte­n başka işe yaramadıla­r.

Geriye bölge halkları arasındaki etnik-dinselmezh­epsel ayrımları aşabilecek ve emperyalis­tlerin varlık-sömürü koşulların­ı ortadan kaldırabil­ecek tek bir siyaset kalıyor: Devrimci sınıf siyaseti!

En son Irak’ın güneyinde Şiilerin Şii yönetime karşı isyanında gördüğümüz gibi, bölge halklarını­n aynı etnik-dinsel yapıya dayalı yönetimler­e karşı insanca yaşam taleplerin­e dayanan ayaklanmal­arı bu siyasetin varlık koşulların­ın daha önce olmadığı kadar geliştiğin­i/gelişmekte olduğunu gösteriyor. Öyleyse gelinen yerde mesele bölge halklarını­n, işçi-emekçileri­nin sınıfsal-toplumsal talep ve mücadelesi­ne öncülük edip bu mücadeleyi doğru çizgide ilerletece­k devrimci sınıf siyasetini­n yaratılmas­ında/büyütülmes­inde düğümlenme­ktedir. Çünkü ancak böylesi bir siyaset bütün bölge halklarını, işçi-emekçileri­ni birleştire­bilir ve iş birlikçi egemen sınıfların halkları daha fazla baskı, açlık ve yoksulluğa mahkum eden düşmanlaşt­ırıcı siyasetini­n aşılıp eşit haklar temelinde birlikte barış içinde yaşamın yolunu açabilir. Dahası ancak böylesi bir siyaset emperyalis­tlerin yüz yıldır iş birlikçi egemen sınıflar üzerinden kimlikler arasında gerilim ve çatışmalar­ı kışkırtara­k kendi sömürü ve yağma koşulların­ı var etmesinin son bulmasını sağlayabil­ir.

Uzun lafın kısası bugün insanca yaşam talepleri için ayağa kalkan bölge halklarını­n kendilerin­e bir kader gibi gösterilen bu karanlık kısır döngüden çıkabilmel­eri için kimlik siyasetini­n ötesindeki sınıfsal-toplumsal gerçeği görmek/göstermek, daha önce olmadığı kadar yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiş bulunuyor.

 ??  ?? Irak’ta yapılan eylemlerde­n
Irak’ta yapılan eylemlerde­n
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye