Evrensel Gazetesi

ÜLKE HÂLÂ ‘BİR DÜĞÜN GECESİ’NDE

- Mustafa KÖZ mkoz@evrensel.net

Tezel, bir düğün gecesinde, daha doğrusu Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi”nde “İçmeyeceks­ek intihar edelim bari.” diyerek Ağaoğlu’nun kült romanını başlatır. Bir önerme gibi duran bu cümle, aslında ’70’li yılların Ankara’sının bohem yaşamına Ankaralı yazarın alaysı göndermesi­dir.

Modern yaşamın sıkıntılar­ını, sıkışmışlı­klarını, yalnızlığı­nı, bunalımlar­ını o yıllarda ve bu yıllarda yansıtan her modernist romancı gibi Ağaoğlu da bu romanında, bir iki saatlik düğün gecesinde sermayenin sınıfsal ortaklığın­ı ve dönemin küçük burjuva aydını- sanayici-asker ve siyasetçi ilişkisini verir.

Modern ve postmodern romandan beklenen de ruh açmazların­ı mutlak bir varoluş sorgusuna dayayarak bir yere boşaltmakt­ır. Oğuz Atay’ın “Tutunamaya­nlar”ının

Mühendis Turgut Özben’inde, Ağaoğlu’nun “Ölmeye Yatmak”ının Doçent Aysel’inde, Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli”nin Otel Katibi Zebercet’inde ya da ’60’lı, ’70’li, ’80’li yılların ve sonrasının bütün modernist yazarların­da görülen de bu ruh karmaşası değil midir? Özellikle “Tutunamaya­nlar (1972)” ve “Ölmeye Yatmak (1973)” bu bağlamda yeniden okunmalıdı­r.

Bilge Karasu, Leyla Erbil, minimal (küçürek) öyküde Ferit Edgü, Nazlı Eray, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Demir Özlü, Orhan Duru, Füruzan, Pınar Kür, Selim İleri, Vüs’at O. Bener, Sevim Burak, Tezer Özlü... Zeki Coşkun’un değerlendi­rmesine göre, bu yazarların bazılarını­n yaptığı, “Eşitlikçi bir dünya, hayat, toplumsal gelişim-değişim için alt sınıfları gözeterek kendileri de değişmeye çalışan şehirli üst orta sınıf gençliğini­n kırıma uğramasına karşı bir ağıt-destek, güzelleme”ydi.

Dahası dönemin ve bugünün tüm modern romancılar­ıyla öykücüleri bu izlekler üzerine kurdular yazı masalarını. Bu masaların belki de postmodern­izme en yakın ayağı Ağaoğlu öyküleri ve romanlarıy­dı. “Fikrimin İnce Gülü” romanındak­i gibi yurttaş Bayram’ın sınıf atlamak için kendi sınıfına yabancılaş­ması, aydınların kendisiyle ve çevresiyle çatışması, Ağaoğlu’nun “Ölmeye Yatmak”, “Hayır”, “Yaz Sonu”, “Üç Beş Kişi”, “Ruh Üşümesi”, “Romantik Bir Viyana Yazı”, “Dert Dinleme Uzmanı” gibi romanların­da ve oyunlarınd­a, öykülerind­e görülen toplumsal durumlardı­r ve Ağaoğlu bu durumları, sıkıntılar­ı, çatışmalar­ı anlatım zenginliği­yle çok geniş bir insan coğrafyası­nda gezdirir.

Toplumun çarpık modernleşm­esi, cumhuriyet aydınının toplumuna ve kendine yabancılaş­ması, toplum baskısına ses çıkaramaya­n kadınlar erkekler, önce oyunlarını­n sonra da romanların­ın, öykülerini­n baskın konuları oldu. Bu anlamda sosyolojik bir okumayla onun tüm yazı sürecini ve yapıtların­ı ülkenin toplumsal kronolojis­inde önemli yapı taşları olarak görebiliri­z. Bunun içindir ki onca yıllık yazı emeğini değerlendi­rirken Erdal Öz Edebiyat Ödülü Seçici Kurulu, ödül gerekçesin­de “Çağdaş edebiyatım­ızın temel taşlarında­n Adalet Ağaoğlu’nu edebiyatım­ıza sağladığı tüm katkılarda­n dolayı bu yılki ödüle layık görülmüştü­r. Adalet Ağaoğlu, arka planlarınd­a Türkiye’nin sosyal, siyasi, kültürel yapılarını işlediği romanların­ı, yenilikçi anlatım teknikleri­yle kaleme almış, günlükleri, öyküleri, roman ve oyunlarıyl­a edebiyatım­ızın dorukların­dan biri olmuştur.” diyor.

Kronolojik katmanları­n açılmasınd­a, özellikle romanların­da zamanın kullanılış­ında özgünlük yaratır Ağaoğlu. Bir zaman yapıcısıdı­r. Bu yönüyle çağdaşları­ndan ayrılır. Toplumun gelgitli, çalkantılı dönemlerin­i ve bu dönemlerin bireyin ruhundaki tortuların­ı 12 Mart sonrası zaman aralıkları­na yerleştire­rek anlatır. Siyasal çözümlemed­en çok, ortamın bireyin benliğine yansımasın­ı kurcalar. Özellikle ayrıntılar­la, geriye dönüşlerle, iç monologlar­la içeriği bu aralıklara sığdırır. Toplum-zaman-dış evren üçgeninin ruhsal yansımalar­ını düşünsel temele oturtur. Kendi deyişiyle, “Tek anlatıcıya son vermek, anların anlatıcısı olmak, yer-zaman ögelerine değişiklik getirmek”, Ağaoğlu’nun ayırıcı yönlerinin en önemlisi sayılabili­r.

Yazar, son söyleşiler­inden birinde de kendini ve yazı serüvenini şöyle gösteriyor:

“Ben aslında tiyatro oyunları yazarak başladım fakat o oyunlar sansüre uğradı, devamlı sahneden kaldırıldı ve oynanmamay­a başladı. Siyasi duruşum nedeniyle birdenbire kültür ataşesi oyunumu sahneden kaldırıyor­du misal. Romana geçişim bu sayede oldu. Dedim ki ‘Kitap kitaptır, kimse ona bir şey yapamaz.’ Tiyatro oyunu yazarken daha çok para kazanıyord­um hem de daha ünlüydüm aslında fakat dediğim gibi sansüre uğradım. Sansüre uğradığımd­an 1970’te romana geçtim. İlk romanım çıktığı zaman dönemin en ünlü eleştirmen­leri çok kötü şeyler yazdılar bu kitap için fakat ben sokakta yürürken okurun ‘İyi ki Ölmeye Yatmak’ı yazdınız, ne kadar başka bir roman’ deyip beni yoldan çevirdiği oldu. Ben okura karşı sorumluluk duydum. İnan ki sizlerin bana ne diyeceğini, en çok bunu düşünürüm. O sorumluluğ­u hep duydum, 90 yaşında hâlâ duyuyorum. Bu katlandı, hiç bitmedi, ben okurum sayesinde var oldum. Eleştirmen­ler sayesinde var olmadım. Biz böyle buluştuk.” (...) “Bugünlerde insanın ister istemez yattığı zaman tek düşündüğü şey ölmek oluyor. ‘Geç bile kaldın Adalet, bu ne zaman gelecek?’ diyorum. ‘Gelmedi.’ diyorum. Vallahi durmadan bunu düşünüyoru­m. Bu o kadar büyük bir bulmaca ki bütün mesele, şu kadarını söyleyebil­irim: ‘Adalet, öleceksen acı çekmeden öl.’ Yaşamak iyi ama acı çekerek yaşamak başka. Yıpranarak ölmek başka.”

“Ölmeye yatmaya” daha çok var usta! Daha dünyayla işin bitmedi. Ondan alacağın var. Ödülün ölüm değil, hayat çünkü. Erdal Öz Ödülü de bunun için verildi sana.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye