İNSANA İNANMAK
100 AKADEMİSYEN İMZALADI
Lizbon Üniversitesi Enstitüsünde araştırmacı olan ve aynı zamanda 100 aydın tarafından imzalanan açık mektubun ortak yazarı Joacine Katar-moreira, müzenin bu dönemi yalnızca kahramanlık olarak tasvir eden ve sadece kölelik, kitlesel katliamlar ve diğer istismarların göz kamaştırıcı sorunlarına gölge düşüren Portekizli sömürgeci ideolojiyi pekiştireceğini belirtti. Katar-moreira ayrıca “tarihte o ana saygı duyan çok sayıda heykel ve anıt var o nedenle başkaları gibi, ulusal benlik saygısını okşayacak bir araç olacak başka bir şeye ihtiyacımız yok’ ifadelerini kullandı.
Katar-moreira ve diğer imzacılar, köleliğin kurbanlarını onurlandıran bir anıt yerine müze için ayrılmış fonlar görmek istiyorlar.
KÖLE TİCARETİNİN ÖNDE GELEN İSMİ
Portekiz, Atlantik köle ticaretinin önde gelen aktörlerindendi. Kalyonlarının, 12,5 milyon köleleştirilmiş Afrikalının neredeyse yarısını barındırdığı düşünülüyor (İngilizler ikinci sırada). Ancak Portekiz, Brezilya ve Cape Verde’de ırklar arası ilişkilerin arttığını kanıtlayan “bom kolonisi” ya da iyi bir sömürge olarak kendini gösterdi. Onun sömürgeci uygulamaları bir şekilde diğer Avrupalı güçlerden daha “yumuşak”tı. Önerilen müzeye karşı çıkanlar, tarihi kanıtların böyle bir okumayı yalanladığını vurgularken müze savunucuları, Portekiz’in utanılacak hiçbir şeyi olmadığı yönündeki fikirleri savunuyorlar.
Köşe yazarı João André Costa geçen ay Público gazetesindeki yazısında “Tarihi silmek mümkün değil” ifadesini kullandı. Costa, yazının devamında “Oldu. Vardı. Zaman içinde geriye gidemeyiz... ve 100 yıldır diz çöküp, gözleri ve kalpleri olan kendimizi yenecek hiçbir şeyimiz yok’’ dedi.
Ailesinin kökenleri, Portekiz’in Hindistan’daki eski sömürgesi Goa’da olan Portekiz Başbakanı António Costa’nın da tartışmaya girmesi bekleniyor. Son röportajlarından birinde Costa şunları söyledi: “Hiç şüphesiz, dünyaya en büyük katkımızı yaptığımız tarihte, karmaşa yaşamak yerine gurur dolu olmalıyız.’’
Müzenin kaderi belirsiz olsa da, argümanın devam etmesi muhtemel görünüyor, bu da uzun vadede birçok konuyla ilgili tartışma başlamasına neden oluyor.
‘PORTEKİZLİ OLMANIN AĞIR YÜKÜ’
Publico’nun Yönetmeni Manuel Carvalho, ‘Portekizli Olmanın Ağır Yükü’ başlıklı yazıda, bunun yararlı bir tartışma olduğuna fakat ölçülü bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğine ve her iki tarafta da görülen aşırı pozisyonlara katılmadığına dikkat çekti.
Carvalho, “Keşifler Çağı’nın karanlık tarafını, okulda bize öğretilmeyen şeyleri, sadece kahramanlık tarafını duyduğumuz şeyleri konuşmaktan yanayım. Ama toplumun bir gecede değişmesini talep edemezsiniz” ifadelerini kullandı.
Başlık ve arabaşlıklar Evrensel’e aittir
27Eylül, dört yıl önce yaşamını yitiren şair dostumuz Metin Demirtaş’ın ölüm günüydü. Cumhuriyet gazetesinde o gün, Demirtaş üzerine A. Kadir Paksoy’un sağlam bir yazısı yayımlandı. Paksoy, yazısının başlığını Aslolan İnsan olarak belirlemişti. Yerinde bir seçim! Ve bu seçimini şöyle savunuyordu: “Her ozanın şiirlerinde başat bir öğe vardır. Kimi ozanda bu iç sıkıntılarıdır. Kimi ozanda yaşam ve ölüm ikilemi. Kimi ozanda aşk. Kimi ozanda ironi… Metin Demirtaş’ta ise insana inandır başat öğe. Ama bu insana inan, toplumsallıktan soyutlanmış soyut bir insanseverlik/insancıllık değildir. Metin Demirtaş’ın insana inanı, çok yönlü, çok boyutlu bir insana inandır.”
1967-68 yıllarında şairimiz Demirtaş, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Fizik Atölyesi’nin yapımında usta olarak çalışıyordu. ODTÜ’LÜ öğrenci arkadaşlarımız onu, haftalık Türkiye Solu dergisinin yönetim yerine getirerek benimle tanıştırmıştı. Açık söyleyeyim: Ben, yurdumuzda hem işçi hem de “aydın” olan bir insanla ilk kez tanışıyordum. Metin’in konuşmaları, ODTÜ’LÜ arkadaşları kadar düzgün ve düzeyliydi. İşte o günlerde Che’nin öldürülmesi üzerine yazdığı bir şiir nedeniyle tutuklanmıştı. Evli ve çoluk çocuk sahibi bir insanın hapse atılması kolay, ama hapislikten sonra işsiz kalması çok daha zordu. O günlerde yazdığı bir şiirde bunu apaçık anlatıyordu:
Günün dolar bir gün sen de / Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna / Çıkarsın. / Başlar yeni maceran güneşte / Başlar işsizlik / O en büyük hapishane.
Neyse ki birkaç ay sonra tutukluluk sona erdi ve Metin yine aramıza katıldı. Şimdi asıl önemli olan, onun iş bulmasıydı. Kolay olmadı, ama bir süre sonra Ankara Fen Fakültesi’nde başlayan onarım işine girdi. İzleyen yıllar içinde, Çelikel Atölyesi, Köy-koop, Antalya Belediyesi gibi işyerlerinde çalıştı. 1980 yılına geldiğimizde, kötü huylu o lânet hastalık yüzünden sol bacağı bir ameliyatla alındı. Hastaneye gittiğimde, yine işsiz kalacağından yakınıyordu. Oysa ondaki inanç, her zorluğu yenecek güçteydi. Zorlukları aşma başarısında, Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı köyünde onu sarmalayan eski dostları da vardı. Sonunda, Antalya Belediyesi’nde bir işte çalışmaya başladı. Bu dönemde epeyce şiir üretti ve şiir kitaplarının sayısı dörde ulaştı: Görüşme Yeri, Hazırol Kalbim, Hançer ve Lirik, Bir Mendil Gökyüzü. Düzyazılarını ise Çocuklar Kediler Uskumrular ve Dağınık Satırlar başlıkları altında topladı. Özellikle belirtmeliyim ki, Metin’in şiirleri, çeşitli yabancı dillere çevrilerek yayımlanmıştır. Toplu şiirlerini ise Can Yayınları’nın sahibi ve yönetmeni olan dostum Erdal Öz (1935-2006), “Hazırol Kalbim” başlığı altında yayımlamıştır. İşte size Metin’in kısa yaşam öyküsü…