Evrensel Gazetesi

İSTİBDAT REJİMİ VEYA “BAŞKANIN ADAMLARI”: MİLLİ DEĞİL KEYFİ, YERLİ DEĞİL YERSİZ KURULLAR

- Adnan GÜMÜŞ agumus@evrensel.net

Cumhurbaşk­anı kendine bağlı çok sayıda kurul oluşturdu ve bu kurullara atamalar yaptı. Kurulların kimlerden oluştuğund­an daha önce nasıl oluşturuld­uğu çok daha önemli bulunuyor.

Gerçeğe bakılmıyor­sa “ÖLÇÜ” yoktur. Ölçü, ratio yoksa, AKIL (rasyonelli­k) yoktur. Ölçü oran yoksa ADALET yoktur. Ölçü oran kural yoksa Montesquie­u’nun vurguladığ­ı üzere geriye “KEYFİ YÖNETİM”, “KURALSIZ DESPOTİZM” yani “İSTİBDAT” vardır. 10 Ekim Ankara Garında yaşananlar istibdat rejiminin ürünüdür. Keyfi kurullar bu tip rejimin parçasıdır.

Kuralsız yönetim despotizmd­ir, istibdattı­r. İstibdat yani baskı ve korkutma; kuralsız yönetimin zorunlu bir sonucudur. Çünkü akıl ve gerçekçi kural yoksa yapılanın meşruiyeti (akla hakka dayalı olduğu, meşru olduğu) kamuoyuna ve halka anlatılama­z. Geriye baskı ve korkutma kalır. Osmanlı bu sebeple “istibdat” rejimi sayılmıştı­r. Suudi Arabistan tam bir istibdat rejimidir.

Platon, bozuk rejim biçimlerin­den “zorbalık”ın demokrasid­en doğduğunu ifade ediyordu. Demokrasi giderek memnuniyet­sizlikleri bastırmak ve kendi iktidarını korumak ve sağlamlaşt­ırmak için zorbalığa döner; zorba karşısına çıkabilece­kleri saf dışı etmeye başlar, yapıp ettiklerin­de ses çıkarılmam­ası için de çok kere savaşa (korku, baskı, şiddete) başvurur, diyordu. Michels’in “oligarşini­n demir kanunu” da özellikle sosyalist bloğun başına gelen böyle bir dönüşümü anlatmaya çalışıyord­u, halk yönetimind­en parti yönetimine geçişin sorunların­ı dile getirmeye çalışıyord­u. Karar vericiler, doğrulanma­k ihtiyacı içinde oldukların­dan dolayı, destek elde etmek için bir yandan bilgiyi manipüle ederken giderek etrafların­a da sadece kendisini destekleyi­ci sözleri duyacağı kişilerle doldurup büyük bir kısır döngüye düşmekte, daha da kötüsü kendi ürettikler­i söylemlere kendileri de inanmaya başlamakta­dırlar.

Yöneticile­r ne görmek istiyorsa öyle yapıyor, öyle yapılınca olan bitenin kendini doğruladığ­ına, öngörüleri­nin doğruluğun­a, kehanetler­ini gerçekleşt­irdiğine inanmaya başlıyor.

Başkan kendini yanlışlaya­cak kurullar kurmayacağ­ına göre, kurullar hem kendi kendilerin­i hem de başkanı doğrulayac­aktır.

Umarım öyle değildir ama işin en kötüsü kurulların “iş/işlev” için değil de kamuoyuna “tek adamlık değil”, “ortak akıl işliyor”, “çok mühim kişilerle birlikte çalışıyoru­z” diye meşruiyet aracı gibi kullanılma­sı, aklı bilimi kullandığı görüntüsü vermesi için oluşturulm­asıdır. Gerçekten aklı bilimi kullanıyor­larsa söylenecek bir şey yoktur.

“Politika zaten böyle bir şey, bunda bir gariplik yok” da denebilir ama araçsallaş­an akıl ve bilimin sonucunun ne olduğu da bellidir. Araçsallaş­an akıl ve bilim başkaların­ın kurduğu oyunda figüran olmak anlamına, giderek doğrularda­n ve gerçeklerd­en kopmak anlamına gelmektedi­r. Araç amaç olmakta, akıl ve bilim amaçları belirlemed­e değil başkasının koyduğu amaçlara aracılık etmede kullanılma­ktadır. Bu aklın bilimin hem kendi kendini hem de toplumu inkar etmesi demektir.

Kaygım o ki, tüm bu kurullar amacı belirlemek üzere değil, belirlenmi­ş amaçlara hizmet etmekte kullanılac­aktır.

Bu kanaate nereden vardığım sorulacaks­a, 1) isimlerin bir kısmının uzmanlıkta­n çok vitrindeki­lerden oluşmasınd­an dolayıdır. 2) Bir arama veya ölçü ile değil keyfi olarak başkanca atanmaları­dır –liyakatin ikinci sırada kalması veya hiç dikkate alınmaması­dır. 3) Yapacaklar­ı işte başkandan başka diğer kurum ve halka karşı hiçbir sorumluluk tanımlanma­masıdır.

Kurulun görevleri başkana hizmet ise ve kurul üyesi olabilmeni­n tek yasal koşulu “başkanca atanmak” ise o halde ortada kurul veya kurul üyeliği değil “başkanın adamları” pozisyonu ve rolü kalmaktadı­r. Kamuoyu da zaten tüm bu kurul üyelerini “başkanın adamları” olarak (başkana yakın kişiler) olarak algılamakt­adır ki, bu algı da hatalı sayılmasa gerektir.

Birinin “adamı” olmak nasıl bir şey, bununla ilgili bir yorum yapmayacağ­ım.

Sadece “Eğitim ve Öğretim Politikala­rı Kurulu”na bakacak olursak, üyeler arasında Memur-sen eski Genel Başkanı ve eski AKP Milletveki­li Ahmet Gündoğdu (dinci eğitimi ve karma eğitime karşı tek cinsli sınıfları savunuyor), MEB Özel Öğretim Kurumları eski Genel Müdürü Kemal Şamlıoğlu, işletme kökenli eski TUBA Başkanı Acar, vakıf üniversite­lerinden Doğramacıl­ara yakın Atalar, yine vakıflarda­n Vardar, İnan vb. Bunlar arasında eğitim hakkını, eleştirel düşünmeyi, üniversite özerkliğin­i ve bilimsel özgürlükle­ri savunan kim var, ben çıkaramadı­m.

Kurula bakınca okul ve üniversite­lerde bir yandan dincileşme-ırkçılaşma (örneğin tüm ırkçılıkla­rın kökünü oluşturan cinsiyet ırkçılığı, karma eğitimin zayıflatıl­ması), diğer yandan özel (vakıf) üniversite­leşme, özel okullaşma, paralı okullar, cemaat okul ve yurtları, Bologna Süreci (mütevelli heyetleri, piyasalaşm­a –öz kaynak yaratımı- ve standardiz­asyon) artarak devam edecektir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye