Yağmurdan Sonra, Küçük Günahlar ve Bu Son Olsun
biraz daha farklıydı. Üniversite ve iş yaşamının önemli bir kısmını İstanbul’da geçirmiş bir elektrik mühendisi olan Anahtarcı, kentin trafiği, kalabalığından adeta kaçarak baba ocağına sığınmıştı. Priapos antik kentine komşu, üçüncü derece sit statüsünde olan arazisine temelsiz, ahşap ve doğal taşlardan bir ev yapmıştı öncelikle. Bir yanının penceresi Priapos’un kalıntılarına, diğer pencereleri ise Marmara denizine ve Karabiga’ya bakan altıgen köşeli bir burç şeklinde inşaa etmişti evini. Evinin yanındaki bahçeye üzüm asmaları dikip tamamen organik bir şekilde ürettiği üzümleri yaşam alanının köşesine kurduğu işlikte şarap haline getirmeye başlamış, küçük de bir mahzen yapmıştı kendisine.
YAĞMURDAN SONRA (2008)
12 Eylül askeri darbesinin hemen ardından, fikirlerinden ötürü tutuklanan Nuri İlker isimli yazar, ülkenin o dönemde içinden geçtiği talihsiz ve ‘hoyrat’ günlerden fazlasıyla nasibini almış, ağır işkenceli sorgularda kalmış ve pek çok kapalı cezaevinde yıllarını geçirmek durumunda kalmıştır. Cezasını tamamlamasına 9 ay kala, ‘iyi halinden’ dolayı Gökçeada Yarı Açık Cezaevine sevk edilmiştir. Bu durum, görünüşte onun için olumlu bir gelişme olsa da, Gökçeada onun yaşamında son derece önemli bir yer olacaktır. Cezaevinin ‘yarı açık’ yapısı nedeniyle alışmadığı kadar farklı bir yaşama başlayan Nuri, kısa zamanda bu yeni duruma ayak uydurmaya başlasa da, cezaevinin siyasal olarak karşıt görüşlü müdürü Halim Özay ile ilk anlardan itibaren başlayan gerginlik, öykünün sonunda onu farklı bir yol itecektir. Ancak bu yol, onun tek başına yürüyeceği bir yol değildir. Zira yaşamında belki de ilk kez tattığı bir duyguyla, üzüm bağlarındaki çalışmalar sırasında tanışıp aşık olduğu Sumru Özay da ona eşlik edecektir! Halim ile yaklaşık 8 yıldır evli olan Sumru hiçbir zaman kocasını sevememiş, onunla dünyaları ve fikirleri ile yaşamı yorumlayışları hep apayrı olmuştur. Aralarındaki yaş farkı ve bir de bunun üzerine, Halim’in iktidarsızlığı ile çocuksuz kalışları eklenince evlilik Sumru için bir ‘angarya’ olmuşken, Halim’in durumu ise farklıdır. Zira Halim ilk günden beri Sumru’ya tutkuyla bağlı ve ama ona hiçbir zaman erişememenin acısını yaşamaktadır. Mesleği gereği yaşamında, etrafındaki herkesin ona biat etmesine alışmış olan Halim, Sumru’ya giden yolu ise bir türlü keşfedememiştir. Geçen uzun yıllar içinde Sumru onun için tam bir ‘zaaf’ haline gelmiştir. Sumru, Nuri İlker’in bütün kitaplarını okumuş ve ona hayranlık duymaktadır. Nuri’nin Gökçeada cezaevine gelmesiyle aralarında bir iletişim/ilişki başlar. Bunu hisseden Halim Nuri’ye daha zalimce davranır, haksız yere cezalandırır. Nuri İlker’in tahliyesine kısa süre kalmışken, yeni bir cezası daha kesinleşir. Nuri İçinde şöminesi olan bir odacıkta kondurunca mahzenin yanına, eşini dostunu ağırladığı, soğuk kış gecelerinde yanan ateşin karşısında keyifli sohbetlerin yapıldığı bir durak haline gelmiş adeta evi. Bizi de bu odada konuk etti. Şöminesini yakmış, şişesinin ucundan nefis kokulu bir buğu yükselen şaraplardan ikram ederken başına gelen “Bahtsız Bedevi hikayesi”ni anlattı: “Evimizi öyle özene bezene yaptık ki, büyük kentin kalabalığından, gürültü patırtıdan, kirden pastan uzak, eşim ve küçük kızımla başka bir yaşam kurmak istedik ömrümüzün geri kalan kısmında. Evimiz Karabiga’ya yürüyüş mesafesinde ama çevresi el değmemiş düzlükler, yeşilliklerin tam ortasındaydı. Kumsal elli metre ötemizde, denizinde Akdeniz foklarının dolaştığı Karabiga koyları yanı başımızdaydı. Bir cennetti burası bizim için. Bir gün bir termik santralle kapı komşu olacağımızı öğrendik! Öyle ki tavuklarımız duvardan aşsa termik santralin bahçesine girecekti!” Mesleği elektrik-elektronik mühendisliği olan Anahtarcı, termik santrallerin yaratacağı kirliliğin, hem deniz, hem tarih, hem Karabiga için ne kadar büyük bir İlker’in dayı dediği koğuş sorumlusu Kadir Çavuş kaçma fikrini sokar aklına, teknesinin anahtarını verir.
Kaçma vakti geldiğinde tekneye ulaşan Nuri İlker Sumru’nun teknede olduğunu görür. İki aşık kaçmaya hazırlanırken Cezaevi Müdürü Halim Özay’ın kontrolünde çevreyi kuşatan jandarmanın açtığı ateşle öldürülür Sumru ve Nuri. Son silah sesi, belindeki tabancasını çıkarıp kafasına dayayan ve hayatına son veren Halim Özay’ın tabancasından gelir. Yönetmen/senaryo: Görkem Turgut Oynayanlar: Serhan Yavaş, Pelin Batu, Turan Özdemir, Demir Karahan, Nilgün Belgün, Umut Temiztaş, Mustafa Turan, Ahenk Demir, Serhan Erberk, Başak Koyuncuoğlu, Güray Görkem, Ahmet Fırat, Uğurtan Sayıner, Hale Akınlı, Vehbi Arslan…
KÜÇÜK GÜNAHLAR (2010)
Melik yirmili yaşları devirmek üzere olan ama yaşıtları gibi para kazanma, birikim yapma hırsı olmadan günü birlik yaşayan bir adamdır. Aslında yetenekli bir grafiker olmasına rağmen, sürekli bir işi yoktur; düzenli bir işe gidip gelmek ona göre değildir. Dışarıdan reklam şirketlerine yaptığı projelerle geçinirken, arkadaşının evinde yaşamaktadır. Kadınlarla ilişkisi de farklı bir çizgide değildir...
Bir gün kaldığı evin penceresinin önünden esmer, genç bir kız (Şilan) geçer. Melik kızın peşine başta amaçsızca takılır, sonra girdiği apartmana kadar onu takip eder. Şilan’ın apartmana gelmediği bir gün girdiği kapıyı çalar. Kapıyı saçları ağarmış, şiir gibi konuşan İsmet adında ‘yarı-kaçık’ bir adam açar. Melik’i sadece evine değil, kendi kurduğu dünyaya da davet eden İsmet, Şilan ile olan derin ilişkisini ve ona delilik mertebesinde bağlı olduğunu da bu adama gösterecektir.
Bu arada Melik barda Seçil adında genç bir avukat kadınla tanışır. Fakat iş yaptığı reklam şirketinin başındaki direktörle yaşadığı cinsellikten öte Seçil ile de farklı bir ilişki istememektedir.
Şilan içinse, İsmet’in engellemeye çalıştığı Melik’in habersiz olduğu başka planlar yapılmaktadır. Çatışmada öldü bilinen ama bir şekilde hayatta kalan ağabeyi Kuzey Irak’tan İstanbul’a haber gönderir ve Şilan’ın yasa dışı yollarla yanına gelmesini ister. Kaçak olan ağabeyinin yanına gitme hazırlıkları yapan Şilan, kendisini izleyen polislerce şüpheli olarak gözaltına alınır. Melik Şilan’ı karakoldan çıkartmak için Seçil’den yardım isterken, İsmet her şeyden habersiz Şilan’ın kendisini terk ettiğini sanınca dengesi allak bullak olur...
Küçük Günahlar, üçlü bir aşk hikayesinin ardında bireyin vicdani hesaplaşmasını açığa çıkarmaya çalışırken, 12 Eylül darbesi ve sonrasında yaşanan Kürttürk çatışmasının Batı’daki bireyler üzerinde bıraktığı derin yaraların hikayesini anlatıyor.
Film, 12 Eylül ’ün bireyler üzerindeki yansımalarını anlatıyor. Macit Koper, Küçük Günahlar’da inzivaya çekilmiş, politik bir geçmişi olan, psikolojik sorunlarıyla başa çıkamayan, eski reklamcı İsmet karakterini canlandırıyor. Yönetmen/senaryo: Rıza Kıraç Oynayanlar: Macit Koper, Esra Ruşan, Berke Üzrek, Tülay Günal, Rıza Akın, Gökhan Ünal, İsmail Doğan, Ruhi Sarı…
BU SON OLSUN (2012)
Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul’un hayattaki tek gayeleri, karınlarını doyurmak ve en büyük tutkuları olan şaraptan bir gün bile olsun ayrı kalmamaktır. Günübirlik yaşayan bu beş kişi, gayelerine ulaşabilmek için zamanın fırtınalı politik atmosferinden dahi faydalanmasını bilir.
Sokaklarda yaşayan bu beş evsiz 12 Eylül 1980 sabahı geldiğinde sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kalırlar. Ancak onların gidebilecekleri tek evleri vardır; o da yine sokaklardır. Yaşanan bir dizi yanlışlıklar komedisi sonucu kendilerini siyasi mahkumlarla birlikte aynı cezaevinde bulurlar.
Cezaevi yönetimi arasında ise bir güç savaşı mevcuttur. Uzun yıllardır cezaevini dilediği gibi yöneten Cezaevi Müdürü Hızır, 12 Eylül askeri müdahalesi ile cezaevine atanan Yüzbaşı Kenan’ın üstü olmasından memnun değildir. Bu esnada diğer cezaevi personeli de yaşanan yeni durum içinde kendilerine iyi bir yer edinme peşindedir. Bu keşmekeş Yaşar ve arkadaşları için iyi bir fırsattır ve bu fırsatı değerlendirip kendilerine rahata erdirmeyi bilirler.
Yönetmen: Orçun Benli Senaryo: Orçun Benli, Şükrü Üçpınar
Oynayanlar: Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Eşkin, Ferit Kaya, Volga Sorgu, Ufuk Bayraktar, Engin Altan Düzyatan, Hazal Kaya, Engin Alkan, Serdar Orçin, Bülent Çolak, Eray Özbal, Deniz Uğur, Murat Garipağaoğlu, Mustafa Üstündağ, Mehmet Esatoğlu, Ciguli…