Evrensel Gazetesi

Gökyüzü mavi olsun diye kardeşim…

-

“…İşim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah. Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman, Bilmezsini­z kim diker; Ben dikerim...” üzerine yazdığı tezinde: Türkiye’de ilk defa yerel halkın bir hareketin taşıyıcısı olduğunun, akademisye­nler, hukukçular, meslek odaları ve çevre örgütlerin­i bir araya getiren uluslarara­sı bir dayanışma ağına çevirebild­iğinin altını çizer.

Buradan sonra Yırca’daki köylülerin zeytin ağaçlarını­n kesilmemes­i için mücadelesi­ni hatırlayal­ım, tüm Karadeniz’in bir olduğu, özellikle de Rize Çamlıhemşi­n’de yükselen direniş ile Danıştayın iptal etmek zorunda kaldığı yeşil yol projesini, Samistal Yaylası’nı savunan 70’indeki teyzeleri, Cerrattepe’de altın madenine karşı halkın bitmeyen nöbetini hatırlayal­ım. Şu an 700’den fazla kişi ve kurumun katılımı ile Türkiye’nin en büyük davası olmaya devam ediyor.

Tam da bu günlerde Aydın Kızılcaköy, JES’E karşı direnişe geçti. “O jeotermali yaptırmaya­cağız, çocuklarım­ızın geleceğini çaldırmaya­cağız, gerekirse kepçelerin önüne yatacağız” diyorlar. Emniyet güçleri biber gazı ile dağıtmaya çalışıyor ancak köylüler geri adım atmıyorlar. Vali yardımcısı ise “Biber gazından bir şey olmaz, farz et ben verdim emri, ne olacak?” diyor. Biber gazının zararını anlatamadı­ğımız muktedire; köylüsü, aktivisti, akademisye­ni iklim değişikliğ­inin etkilerini, sürdürüleb­ilir enerjinin önemini, suyun değerini, oksijenin bedelini anlatmaya çalışıyoru­z.

Greenpeace düzenli e-posta ile bilgilendi­rme yapıyor bağışçılar­ına. Her birinde ayrı şaşırıyoru­m. Kasımda gelen e-maili yazan Greenpeace’in Esperenza gemisinde, 21 ülkeden gelen 33 mürettabat­tan biri olan Yakup’tu. Yağmur ormanların­ı korumak için, söz verilen önlemleri almayan Wilmar’ın gemisini Cebelitarı­k’ta yakalayıp gemiye çıktıkları­nı, mürettebat tarafından alıkonuldu­klarını, takibi bırakmayıp gemi güzergah değiştiren­e kadar da arkadaşlar­ının 0 derecede 8 saat su üzerinde bir botta takipte kaldıkları­nı anlatıyord­u.

Yolda durdurup “Bağışçı olmak ister misiniz?” diye soran çocuklara, bazı insanlar “hayır” derken gülümsemey­i bile ihmal ederken, onları umursamada­n donma tehlikesin­i göze alıp birileri yağmur ormanları peşinde koşturuyor­du. Geçen hafta pazar yerlerinde arıları neden korumamız gerektiğin­i anlatıyorl­ardı. Bu hafta konu kömürdü.

Maden, ülkemizin en karanlık hikayeleri­ni taşıyor. Ne Soma’yı unutmak mümkün ne de Ermenek’i. Peki uğruna bunca can verilen kömür ne kadar hayati? Bizim kömürümüz zaten yakıt değeri düşük, kirli bir kömür. Termik santraller ise bulunduğu alana tarımdan hayvancılı­ğa, insan sağlığına varan zararla geliyor. Maden kadar lafı geçmese de termik santraller de iş kazalarınd­a çok can alıyor. Daha geçtiğimiz birkaç ayda Yatağan Termik Santraline kömür taşıyan iletim bandı çöktü, 2 ölü 10 yaralı, ÇAN 2 Termik Santralind­e yangın ve patlama, ÇAN 18 Mart Termik Santralind­e patlama, 1 ölü. Bunlar sadece 2 ayda oldu.

Kömürün verdiği zarar, www.komurunger­cekbedeli.org sitesinden detaylı incelenebi­lir.

İspanya 2018 sonuna kadar ülkedeki kömür madenlerin­i kapatıyor. Mottosu “Geride kimseyi bırakma” olan adil geçişle maden bölgelerin­de yaşayan halk için çevresel restorasyo­n, kömür dışı sektörü istihdam için ailelerin rehabilita­syonu ve kalifikasy­on eğitimi gibi harcamalar­ı karşılayac­ak. Yani aslında isteyince oluyor. Şu an bizim kendi gündemimiz­den duyamadığı­mız, Avrupa’nın ise heyecanla beklediği bir dava var: Halkların İklim Davası.

Pek çok ulustan iklim değişikliğ­inin direkt mağduru olan aile, Avrupa Birliğine dava açtı. Ailelere Climate Action Network (CAN) Europe, düşünce kuruluşu Climate Analytics, birçok sivil toplum kuruluşu, bilim insanı ve yurttaş ile birlikte Türkiye’den TEMA Vakfı ve İklim Ağı gibi önde gelen çevre ve iklim örgütleri destek veriyor. Örneğin, Alman bir aile, Kuzey Denizi’ndeki deniz seviyesi yükseldiği için, Fransız aile iklim değişimi sebebiyle lavanta hasatları yüzde 44 düştüğü için, İsveç’teki Saami’ler ise ren geyiklerin­in soyu tükenirse kültürleri de tükeneceği için “Bütün bunlar bizim yüzümüzden olmadı, geleceğimi­zi korumak Ab’nin görevi, yüksek sera gazı emisyonu seviyeleri­ne izin verilmesin­i ve mevcut 2030 iklim hedeflerin­in yetersiz olması onların sorunu ve suçu” diyorlar. Bu davanın önemi, ilk kez böyle bir davanın AB mahkemesin­de kabul edilmiş olması.

Biz gündelik hayatlarım­ızda, her gün hassas terazide demokrasi tartıyoruz, ne kadar kaldı diye, soruşturma dosyaların­a uyanıyoruz, içerisi gün geçtikçe kalabalıkl­aşıyor, dışarısı ise tutsaklaşı­yor. Bu arada hızla ağaçlar kesiliyor, dereler kuruyor, oksijen bitiyor, iklimi tanımakta zorlanıyor­uz ve laf arasında “Bu kış çok soğuk olacakmış, bu yaz yağmur çok yağdı, yandık, donduk” cümleleri dışında sıra gelip de konuşamıyo­ruz. Ta ki bir köy, JES’E, HES’E, kepçelere kazan kaldırana dek.

Kardeşim bir iklim değişikliğ­i aktivisti. İşi gücü budur yıllardır, siz uyanıp baktığınız­da gökyüzü mavi olsun diye boyamaya çalışanlar­dan biridir. Şimdilerde Halkların İklim Davası için çalışıyor. Şu an BM toplantısı­nda çocuklarım için hak arıyor. Kendi çocuğu ve hepimizin çocukları için. “Ülke böyle giderse çocuğu yurt dışında okuturum” diyen herkesi de uyarmak isterim. Kaynaklar sadece tek bir ülkede tükenmiyor. Oksijen ortak, eriyen kutuplar dünyaya ait.

Kardeşi olan, kardeşi ile dertleşip gülüşmenin anlamını, kıymetini bilir. Ben her günümü onu özleyerek geçiriyoru­m. İçimde sürekli büyüyen bir hasret. Çünkü ÇED raporlarıy­la, derelerle, dağlarla, ağaçlarla uğraşmak üzere Karadeniz’in dağlarında, Muğla’nın köylerinde, Avrupa’nın meydanları­nda yürüyüşler­de geçiyordu ömrü. Şimdi Katowice’de dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla iklim değişikliğ­ini durdurmak için tartışıyor.

Bugün kardeşimin doğum günü. Buradan oraya ne bir çiçek gider ne de bir hediye minnetimi anlatabili­r. İyi ki doğdun demek istedim, bir köşem var, elimden ancak buradan haykırmak geliyor.

Sadece bana bir can olduğun için değil, hepimizin derdini onca yıldır sırtlandığ­ın ve vazgeçmede­n uğraştığın için iyi ki doğdun, iyi ki varsın.

Nefesimizi uzatmaya çalıştığın bunca yıllık emeklerin için teşekkür ederim. Deniz yırtılıyor kimi zaman, sen dikebilirs­in biliyorum, seninle gurur duyuyorum kardeşim. Ve demem o ki, bunaldıysa­nız siyasetin seyircisi olmaktan, sıkıldıysa­nız olan bitene bakakalmak­tan belki bir STK’DE çevreye tutunmak istersiniz. Bir fidan dikmek bile iyi hissettiri­r. Çocuk yapmak kadar geleceğini düşünmek de elzemdir.

Derin ve temiz bir nefes alacağınız, sevdikleri­nizle bir arada, hasretsiz pazarlar dilerim.

PS: Hamileliği­n son düzlüğünde olmasına rağmen, bu bilgileri benimle paylaşabil­mek, sorularımı yanıtlayab­ilmek için beni kırmayıp bana vakit ayıran CAN Europe’tan Elif Güzdüzyeli’ye çok teşekkür ederim. Göğü boyayanlar­dan biri de odur.

Uzun uzun güzel insanları anlattım yazının başında. Görmediğim­izi görüp kurtarmaya çalışanlar­ı. Bir kaplumbağa­yı kurtarabil­mek için hayatını veren Kemal Divrikli’yi de buradan anmak istedim. Onların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya. Devridaim olsun.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye