Yalnız değiliz biliyorum ama...
HALKIN SESİ SOLUĞU
RİŞÇİLER
efik Durbaş’ın şiiri halkın dilini yansıtır. Bu dil halkın sesi soluğudur. Şiirinin buruk tadı bundandır.
FIŞKIN
Ağacı budadıklarında, dal budak demeyip düpedüz kanına girerek kestiklerinde geride kara kabuklu bir gövde, toprağa çakılı bir kazık, bir kuru direk bıraktılar. Ertesi yıl, gövdenin yara kabuklarını andıran kara kabuklarının altından fışkırdı yeni dallar oluşturacak ince yeşil fışkınlar. Yaralı gövdeyi çepeçevre sarıp sarmalayarak. Dört bir yanından.
AYDINLIK MI, KARANLIK MI?
Gecenin karanlığı sürmez. “Sabah olur geceler” demişti şair. O aydınlık sabahlar günün birinde -tam da bugün, tam da bu gece- aydınlığın içindeki karanlığı sürüklüyorsa eğer, sisiyle yayıp duruyorsa içimizden dışımıza, dışımızdan içimize gecenin de gündüzün de ayırdı olmuyor. Karanlıktaki aydınlıkla, aydınlıktaki karanlıkla birlikte.
Sabahın karanlığına çıkıp akşamın karanlığına iniyoruz. Gün yüzü görmeden. Güneşsiz. Karanlıktan aydınlık üretmek için.
KARANLIĞIN AYDINLIĞI
Her zaman karanlık mı kalacak geceler, aydınlık mıdır ki gündüzler her zaman. Gündüzü basan/bastıran şu karanlık, gecenin aydınlığına mı işarettir yoksa?
MAVİ KALSIN DİYE
Gökyüzü mavi kalsın diyedir doğan güneş, dağların doruklarından gürül gürül akarak denize ulaşan sularla mavilenen deniz. Bulutları sürüp götüren rüzgar. Rüzgarla yaprakları ipildeyen ağaç. Aydınlığı göllerin. Açan çiçeklere rengini veren gökyüzü mavi kalsın diyedir. Didinip durması onca insanın.
GEÇİP GİDEN SÜREÇ
Gerçek, bir fotoğrafın gösterdiğinden çok göstermediğidir. Kopyalarında değil asıllarındadır. Durduğu anın -donup kalan, taşlaşan sürecin- hem gerisinde hem ilerisinde. Geçip giden süreçtedir.
YOL KORKUSU
Kentliler de, köylüler de erkenden yola çıkmayı yeğlerler. Kentlilerinki otomobili olsun olmasın trafiğe kalmadan işine gücüne vaktinde ulaşarak işinden olmama korkusudur. Köylününki sıcağa kalmadan, kara, tipiye, fırtınaya tutulmak, kurda kuşa yem olmak korkusundandır.
ARA İSTASYON
Eski bir makasçı, boş bir istasyonda bir kentten ötekine, hiç kimseyi hiçbir nesneyi görmeden, göstermeden mermi hızıyla geçip giden trenlere bakıyordu; artık ıssızlaşan kendini, istasyonu göstererek. Görmeleri için hem makiniste, hem yolculara el sallayıp buharlı bir lokomotif gibi soluyarak. Lojmanın penceresinde rengi solmakta olan tek kök sardunyasıyla.
KAR AYDINLIĞI
Karın aydınlığıdır vuran pencereden. Karanlığın her yere sıvaşmış içimize de- izlerini silerek. Kana bulanmış izlerini. yansıyan sadece resmi açıklamalar ve bilgilerdir. Duyarlı ve vicdan sahibi insanlar üzerinde yarattığı etkiler medyaya pek yansımaz. Bu nedenle bu arkadaşlarımın duygularını paylaşmak istedim. Demek istediğim bir olay meydana geldiğinde sadece o olayda yaşamını yitiren ve yaralananların yakınları o acıyı hissetmez, sorumluluk sahibi ve kendisini birazcık siyasi biat kültüründen arındırmış ve insanca duyguları benimseyen insanlar da o acıyı aynen yaşar. Bu nedenle bu tür olaylar sorgulayan toplum bireylerinde çok derin yaralar açar. Yine arkadaşım Buse Çetiner’in dediği gibi, yalnız olmadığımızı biliyoruz ama üstümüze çöken kara bulutlardan da kurtulamıyoruz. O kara bulutlar ülkenin üzerinden dağılmadıktan sonra ya da dağıtılmak istenmezken nasıl kurtulabilirsin ki… Bir düşünün… Çok değil bir yakın zaman öncesinde ne felaketler yaşadık. Üstelik tüm bu felaketlerin önlenebilir ve ihmalkarlıktan kaynaklandığını artık Mısır’daki sağır sultanın bile duyduğu facialar olduğu gün gibi ortadayken… Örneğin Pamukova ve Çorlu’daki tren kazası, Soma’da ve diğer madenlerde gelen kazalar, işçi cinayetleri… İnsanın zoruna giden bu faciaların olduğu kadar bu facialardan sonra devletin takındığı tavır... Umursamaz ve ceza verilmez tavrı toplumun vicdanını sızlattığı gibi kızgınlıklara, travmaya ve güvensizliğe de neden oluyor. Elhak, bakanlıktan tutun da en alttaki memuruna kadar böyle bir facia karşısında gözlerini kapamaları, kulaklarını tıkamaları ve dilsiz olmaları kadar ustaca yaptıkları bir iş yok. Çünkü onlar da biliyorlar ki ne de olsa siyasi yönetim kendilerinden yana olacak, ne de olsa medya bu olayları gereği gibi irdelemeyecek hatta medyaya yayın yasağı bile konulabilecek, ne de olsa kamuoyu sessiz ve bazıları da sessiz kalmayacak kıyamet kopsa da kendilerini savunacaklar… Bunlar adet geleneksel yönetim biçimi oldu. Bunları biliyorlar. Bildikleri için de ne istifa ediyorlar ne de görevden alınıyorlar… Şimdi hal böyle böyleyken toplumsal bunalım yaşanmasın da ne olsun. İhmalkarlıktan oluşan facialarda sorumlulardan hesap sorulmaması; bir ülkenin geleceğini etkileyeceğini ve travmaya yol açacağının görmezden gelinmesi bence bu faciaların üzerine eklenen yeni facialardır.
Benim zoruma giden başka bir yön daha var. Bu tür facialarda olayın boyutunu küçültmeye çalışmak. Böyle facialarda can ve yaralı sayısını azaltmak, olayın nedenlerine değişik kılıflar bulmak sanki olayı küçümseyerek, “Önemli değilmiş” gibi hava verilmeye çalışılmasına da ifrit oluyor. Haydi devlet büyüklerini anladım da medyanın da (Medya kalmadı derken bunu kastediyorum işte…) aynı devlet ve siyasi iktidar yanlıları gibi bir olay karşısında onu normalleştirmeleri ya da görmezden gelmeleri… Oysa medyanın görevi bir can olsa dahi, orada vurdumduymazlık varsa bir yanlışlık varsa onu bulup ortaya çıkarmaktır. Ama nerdeeee… Bakın bu örnek bile ne kadar vahim bir şekilde yaşadığımızı