İNSAN VE DOĞA
“nsan tabiatın misafiridir ve ona uygun davranmalıdır” der Hundertwasser. O ne bir doğa bilimci ne antropolog ne de sosyal psikologdu. Çağının iyi mimarlarındandı ve eserlerinde bu önermenin izi her daim yer buldu.
Ne zaman bir deprem sonrası deniz dolgu alanlarındaki sahil şeridi evler yıkılsa, “Doğa kendine ait olanı er geç geri alır’ der toplumun yaşlı bilgeleri. Sonra yine unutur, daha yüksek binalar inşa ederiz yerlerine.
Daha çok şeker hastasıyız, daha fazla böbrek taşımız var, daha kiloluyuz. Çokça şey söylenebilirse de doğaya uyumlu davranmamanın bedelini ödüyoruz esasında. Misal doğada emsali olmayan dümdüz yüzeyler yarattık tüm yaşam alanlarımızda, bunun yansıması olarak tek tip yürümeye başladık ve hastalıklarımız arttı.
İnsan-doğa ilişkisi ilk çağlardan bugüne süregelen bir ilişkidir. Dönemlerini etkilemiş filozoflara göz attığımızda bunun ipuçlarını fazlasıyla bulmak mümkün. Misal, İlk Çağ’da doğaya yönelişlerinin özünde doğaya egemen olma değil, onu anlama çabasının yattığını görürüz. Denebilir ki o dönemlerde doğayla aralarına mesafe koymayıp, aksine onunla bütünleşmeyi seçmiştir insanlık. Asırlar boyu süren bu insan-doğa ilişkisi 16 yüzyıl sonları ile 17. yüzyılda değişmeye başlar. Bir anlamda ‘aklın ana ölçüt’ alındığı bir bilim serüvenidir yaşanan. Bu yeni bakış, ‘İnsanın gerek kendisini gerekse yaşadığı çevreyi algılama biçimini değiştirip, doğayı akıl, bilim yoluyla ve tasarlayarak dönüştürme’ sürecini başlatmış oldu. Günümüzde daha da berraklaşan ‘Ekolojik yaklaşımlar ise sonrasında insan doğa ilişkisinde duygulara da yer açmış’ oldu. Nihayetinde, “İnsanı ve onun ihtiyaçlarını merkeze alan yeni bilim anlayışı yerine, çevreyi ve onun sorunlarını merkeze alan” yeni bir çevreci anlayış yeşerdi.
Geçmiş zaman okul ders kitaplarının değişmez özlü sözleriydi: “Herkes kendi evinin önünü süpürse sokaklar tertemiz olur”, “Güneş giren eve doktor girmez”. Zaman içinde çokça eleştirilse de bu sözler, insan doğa ilişkisi ile bunun yansımalarının kendi dönemlerine dair aynalarıdır bu sözler.
Geleceğe dair insan doğa ilişkisinin ipuçlarını ise salt ekoloji mücadelesi ile algılamak mümkün değil. Bilim bu ekolojik dönüşüme nasıl uyum sağlıyor ya da nasıl etrafından dolanıyor göz atmakta yarar var. Bu başlıkta güncel birkaç örnek zihin açıcı olabilir. Çin’de uzaya gönderilecek bir uydu ayna ile bir kentin gece aydınlatılması, Hollanda’nın Einthoven kentinde hava kirliliğini azaltmak için yollara dev aspiratörler yerleştirilmesi, İngiltere’de bazı otobüslere güzergahtaki havayı temizleyecek cihazlar yerleştirilmesi birkaç örnek.
Mimar Hundertwasser “İnsan tabiatın misafiridir ve ona uygun davranmalıdır” demişti demesine ama çıkarılacak sonuç doğayı taklit değildi elbet.
Sağlıcakla kalın. Seyhun Topuz’un 4. Levent girişindeki adsız heykeli 1984’te yol geçtiği gerekçesiyle yıkıldı. Tamer Başoğlu’nun Tiyatro Sanatçısı Bedia Muvahhit anısına Ahırkapı’da bir zamanlar park olan alana yerleştirdiği soyut heykel 1986’da ortadan kayboldu. Yavuz Görey’in Maçka Taşlık Parkı’ndaki heykeli 1984 yılı ortasında yok oldu. Metin Haseki’nin Gümüşsuyu Parkı’ndaki Negatif Form adlı küresi yerine konduktan birkaç gün sonra çalındı. Geçtiğimiz günlerde yaşamını kayden sanatçı Kuzgun Acar’ın Gülhane parkındaki Tavus adlı metal heykeli, 1984’te Park ve Bahçeler Müdürlüğünce kaldırıldı. Bihrat Mavitan’ın Hilton Oteli’nin Harbiye’deki giriş kapısı önündeki alana yerleştirilen Yükseliş adlı çalışması 1984’te belediyenin tercihli yol yapımı sırasında kayboldu. Namık Denizhan’ın Divan Oteli’nin karşısındaki yeşil alana diktiği İkimiz adlı heykel 12 Eylül’den sonra, sahibi tarafından tahrip olduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Nusret Suman’ın Saraçhane’de Belediye Sarayı’nın yanına yerleştirilen Mimar Sinan adlı beton heykeli 1980’de kayboldu. Mehmet Uyanık’ın Beşiktaş’a dikilen Birlik isimli beton heykeli 1986’da dönemin ANAP’Lİ Belediye Başkanı Mümtaz Kola’nın “Gereksiz, hiçbir anlamı yok, yıkın” emri sonucu kompresör tabancasıyla yıktırıldı. Gürdal Duyar’ın “Güzel İstanbul” heykeli “müstehcen” bulunduğu için Karaköy’den sökülerek Yıldız Parkı’nın ücra bir köşesine yerleştirildi.
QQQQQQQQQQ