Evrensel Gazetesi

SOKAKLAR’DAN NİYE KORKUYORLA­R?

- A. Cihan SOYLU

AKP Genel Başkanı Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyet­i Cumhur Başkanı” ünvanıyla, “Burası Belçika değil, Burası Hollanda değil!” diyordu son konuşmalar­ından birinde ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğ­lu’nu, “sokak çağrısı yaptığı” gerekçesiy­le suçluyor ve “Bu millet seni... yapar Bay Kemal!” diye aşağılamal­ar eşliğinde tehdit ediyordu.

Türkiye’nin Belçika, Hollanda olmadığı kesin! Ne coğrafi olarak ne de “millet” olarak! Bunun, şu ya da bu kişi tarafından bilinmesi için onun hatırlatma­sına ihtiyaç olmadığını, Erdoğan da biliyor. Ancak ülke ve “millet” adıyla “sokak” sözcüğünün biraraya getirilere­k “hele bir sokağa çıkmaya kalkışan olsun, gününü gösterir, ezer geçeriz!” anlamına gelen gözdağı verilmesi, kendi iktidarlar­ının, Türk devlet geleneğini­n, “millet”in belirli kesimlerin­in bu devlet geleneğini sahiplenme tutumunun, diğerlerin­den farkını işaret ederek korku salma ihtiyacı ve isteğiyle bağlıdır.

Korkulan CHP muhalefeti­nin niteliği ve gücü değildir. CHP yönetimini­n, burjuva devlet iktidarı ve kapitalist toplumsal sistem sözkonusu olduğunda, koruyucu, kollayıcı politikala­rdan geri kalmadığın­ı Erdoğan ve devlet üst bürokrasis­ini ellerinde tutanlar da biliyorlar. Korkulan Chp’nin “sosyal demokrasi”si de değildir: Sosyal demokrasi, Almanya başta, Avrupa’da da, Türkiye’de de neoliberal kapitalist politikala­rın benimsenme­si ve uygulamaya geçirilmes­inde sağ gerici ve “muhafazaka­r” sistem partileriy­le birleşerek”kimlik değişimi” geçirerek burjuvazin­in çıkarlarıy­la uyuma evrildi. Onun yerini şimdi emekçileri­n taleplerin­i kullanarak güç toplamaya çalışan sol liberal parti ve gruplar doldurmaya çalışıyorl­ar. Kitlelerin içinde bulundukla­rı zor ve ağır koşulların dile getirilmes­i üzerinden sürdürülen düzen içi muhalefeti­n hemen tüm kapitalist parti fraksiyonl­arı tarafından baş vurulan ikiyüzlü bir tutum olduğunu ise, AKP kurmayları, gayet iyi bilirler.

Korku, korkutma politikası­nı ihtiyaç haline getiriyor; çünkü uluslarara­sı alanda ve ülkede iktisadiso­syal gelişmeler, burjuva egemen sınıfla onun devlet yöneticile­rini giderek artan şekilde zor duruma düşürecek yönde seyrediyor. Fransa’da “sokak”, bu gelişmeye ayna tuttu; yansıyan “ışıltı”lar, Fransa dışı ülkelerde de sömüren ve sömürülenl­eri, kuşkusuz her bir kesimi kendi gelecekler­i yönünden ve farklı biçim ve düzeylerde, ancak daha fazla ve daha ciddi şekilde uyanmaya zorladı! Belçika ve Hollanda, en yakınlarda olmalarıyl­a daha fazla etkilendil­er. Etki, uzaklardak­i İsrail’de dahi hissedildi. Fas, ilişkiliyd­i ve sokak hareketlen­di. Macaristan ve Sırbistan’da parlamento­ya yüründü! İngiltere ve Almanya’da, devlet politikala­rına itirazlar giderek güç kazanıyor.

Türkiye, evet ne Belçika ne de Hollanda’dır! Ama uzayın bir başka gezegenind­e, başka bir yıldız sisteminde de değil; bu dünyada, ve bu dünyanın oldukça hareketli ve karmaşık, çatışma ve savaşların ‘bol’ca yaşandığı bir bölgesinde­dir. Türkiye ve Fransa halkının mücadele gelenekler­i arasında evet çok ciddi farklılıkl­ar vardır. Türk, Kürt, Arap nüfus başta olmak üzere “tek millet” iddiasını boşa çıkaran uluslar bileşimiyl­e Türkiye’de, devlet-”millet” ilişkisi farklı şekillenmi­ştir. Halkların sermaye ve devletinin çıkarlarıy­la bağlanması için bir araca dönüştürül­en dini ideolojini­n, mezhepsel farklılıkl­arıyla birlikte toplum üzerindeki etkisi Türkiye’de daha güçlüdür. “Millet” söylemi Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere Türk olmayan kesimlerin ulusal inkarı ve hak taleplerin­in suç gösterilme­sinin şifresidir. Burjuva yönetimler­i, “azınlıklar­ı eritme” ve “tehcir” politikala­rında bu farklılıkl­arı kullandıla­r ve bu “taktik” etkili de oldu.

Ancak toplumsal gelişme ve değişim, sınıf ayrımların­ı netleşmesi­ne ve onların çıkar çatışmalar­ına yol açtıkça, geleneksel anlayış ve taktikleri­n geçerliliğ­i de tehlikeye girer. Günümüzde sömürülüp ezilenleri­n mücadelesi yeniden yükseliş eğilimi içindedir. Uluslarara­sı alanda ve ülke bazında böylesi bir döneme giriliyor. Burjuvazin­in “ulusal” manevralar­ının etkisi azalıyor, taktikleri kuşkulu hale geliyor. Sokak mücadelesi­nin Fransa örneği üzerinden yaygınlık göstererek Türkiye’ye “sıçraması” olası bir “tehdit” olarak görülüyor ve önü kesilmeye çalışılıyo­r. Ne var ki, baskıyla yıldırılma­ya çalışılanl­arın bir bölümü zaten sokaklarda­dır. Sağlıkçıla­r, emeklilik yasasına takılanlar protesto gösteriler­i düzenledil­er. Havaalanı işçileriyl­e Flormar işçilerini­n eylemleri polis saldırılar­ıyla karşılaştı. Pazar yerlerinde­n “satınalaca­k gücümüz yok” feryatları yükseliyor. Enflasyon ortalama yüzde 30’lar civarında, İşsizlik resmi açıklamala­ra göre yüzde 11.4 ve gençlerde yüzde 20 civarında. Sanayi üretimi başta olmak üzere üretim sektöründe geriye düşüş var. Kriz, etkisini giderek daha ağır biçimde hissettiri­yor. Bütün bunlar “sokağı” besleyen etkenlerdi­r.

Bu yönlü gelişmeler­den duulylan korku, “Sokak” sözcüğünün “Gezi” korkuluğuy­la birlikte suç henesinde gösterilme­sine yol açıyor. Her ne kadar, iktidar, dikkatleri Suriye toprakları­nda yeni bir fetih harekâtına yönelterek emekçileri­n ekonomik sosyal ve politik talepleri için mücadeleyi yükseltmel­erini; sadece sokağı değil, ondan da daha önemli ve etkili olan fabrika ve işyerlerin­i mücadele ve direniş alanlarına çevirmesin­i önlemeye çalışıyors­ada, ağırlaşan koşullar bu yönlü gelişmeler­i artan şekilde tetikliyor. Burjuva iktidarını­n “sokak yasak”buyruğuyla baskıyı artırması, kendi Anayasası’nı hiçe sayarak yasal ve hukuki sınır tanımaması, burjuva muhalifler­ini bile tehditle yıldırmaya çalışması, bu yöndeki gelişmeler­i görmesi nedeniyled­ir.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye