Anlaşmalı çıkış oyununa gelmeyelim
Ülkemizde bir süredir ekonomide yaşanan gelişmelerle ilgili ‘Kriz var mı yok mu’ tartışmaları yavaş yavaş geride kalırken, gerçek rakamlar da ortaya çıkıyor. Üretimde daralma yaşanıyor, işsizlik büyüyor, enflasyon artıyor, hayat pahalılaşıyor.
İşyerlerinde, fabrikalarda işçiler içerisinde de tüm bu gelişler takip ediliyor ve tartışılıyor. Bir taraftan geçim sıkıntısı dillendirilirken bir yandan da pratik yöntemlerle ay sonunun nasıl getirileceği konuşuluyor. Un alıp evde ekmek yapmak, ya da doğal gaz kullanımını kısmak gibi “önlemler” alınmaya çalışılıyor.
İşçiler içerisinde bunlar yaşanırken patronlar ise yaşanan krizden en az zararla, hatta kârla çıkmanın hesaplarını yapıyor. İktidara seslenen patronlar, yeni teşvikler istiyor, işten çıkarmaların kolaylaştırılması, kıdem tazminatının kaldırılması gibi birçok talebi dillendiriyor.
Tüm bunlar yaşanırken bir yandan da fabrikalarda büyük işçi kıyımlarına kılıflar bulunarak işçi sınıfının örgütlü tepki vermesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Konkordato vb. yöntemlerin dışında işçi kıyımlarında patronlar oldukça sinsi bir yöntem daha izliyorlar.
Üretimdeki daralmanın faturasını işçiye çıkarmanın en kestirme yolu iş akdini feshetmek. Dolayısıyla patronlar daha az işçi ile daha çok iş yaparak maliyetleri kısmayı hedefliyorlar. Bunu yaparken de sermaye sınıfı işten çıkmayı teşvik etme yöntemini kullanıyor. Hemen hemen tüm sektörlerde işçiler eğer sendikalı, örgütlü değillerse çalışma koşullarının ağırlığından şikayetçi durumdalar. Üstelik işverenler son dönemlerde işyerinde işçiler üzerindeki mobbingi de arttırdılar. Hemen hemen (İstisnalar var elbette) tüm örgütsüz işyerlerinde işçilerin hastalandıklarında rapor almaları dahi tutanak sebebi sayılıyor. İşçilerin her hareketi mercek altına alınıyor ve her “kusurlu” diye düşündükleri davranışlar için tutanak tutuluyor. İşyerlerindeki bu baskıcı yöntemler işçiyi zaten bunaltmış durumda iken üstüne bir de geçim derdi ekleniyor. İşçiler aldıkları ücretlerle geçinemediği gibi sürekli borç batağına giriyor. Tam bu psikolojik ortamda insan kaynakları diyor ki, “Çıkmak isteyenlerin tazminatlarını, tüm haklarını verip çıkaracağız.” Ve sihirli söz duyulmuş gibi birçok arkadaşımız bu teklifi kabul ediyor.
Her ay binlerce işçi bu yöntemle işinden ediliyor. Ekonomik sıkışmışlığı arkadaşlarımız aldıkları tazminatla giderip başka bir işte çalışmaya başlayarak da yaşamını sorunsuz sürdüreceğini düşünüyor. Oysa gerçek tam tersi. İşten çıkan iş bulamıyor ve işsizlik oranları her geçen gün katlanarak büyüyor ve görünen o ki bir dönem daha böyle devam edecek.
Dolayısıyla krizin yükünü işçi sınıfının sırtına yıkmak isteyen patronlar bu yöntemleri ile bu planlarını şu ana kadar uyguluyor gözüküyor.
Fabrikalarda çalışan işçiler olarak bu olup biteni görmeli ve bu oyuna düşmemeliyiz. İktidara oy vermiş ya da vermemiş, her birimiz yaşanan ekonomik gelişmeleri tartışırken, olup bitenden biz işçi sınıfının hiçbir sorumluğu olmadığı sonucuna varıyoruz. Ve yine tamamımızın vardığı nokta, işçilerin yasalarca yeterince korunmadığı ancak işverenler ne istiyorsa yapıldığıdır.
Tam da bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız: Sorumlusu olmadığımız bir krizin faturasını biz neden ödeyelim? Neden elektrik faturamızı ödeyemez hale geldiğimiz için tazminatlı işten çıkmayı kabul edelim? Neden olup bitene seyirci kalalım? Ve neden örgütlenip birleşip hayır demeyelim?
Tüm olup bitenleri akıl süzgecimizden geçirip bireysel olarak düşündüğümüzde elbette koşullara boyun eğmek zorunda kalıyoruz. “Başka ne yapabiliriz ki?” diyoruz ama bir de madalyonun diğer yüzü var. Tazminat alıp işten çıkma teklifini kabul edip aylarca işsiz kalma, hatta belki de yıllarca işsiz kalmaya neden olabilecek bir adım atmak yerine birlik olmayı tercih etmeliyiz. Unutmayalım alacağımız üç kuruş tazminat birçoğumuz açısından borçlarımızı ödemeye dahi yetmiyor.
Oysa kenetlenir ve birlik olursak o zaman işten atmaları engelleyebileceğimiz gibi, ücretlerimizin artmasını da sağlayabiliriz. Çeşitli fabrikalarda arkadaşlarımızın ek zam aldıklarını işyerlerimizde duyuyoruz. Biraz bu ek zam alan yerlere dönüp baktığımızda tıpkı Mercedes işçileri gibi, arkadaşlarımızın mücadele ederek ek zam aldığını görüyoruz. Yine Kartal Belediyesi işçilerinin haftalık çalışma süresini 45 saatten 40 saate indirerek, işçi kıyımına engel olacak bir düzenlemeyi mücadele ederek elde ettiğini görebiliriz.
Bu nedenle aklımızda üç kuruş tazminat ve iş değiştirme olmamalı, bunun bir oyun olduğunu görmeliyiz. Bunun yerine birlik olmayı, örgütlenmeyi, işyerlerimizde komiteler kurmayı, sendikalarımıza başvurmayı, yani birleşerek ve mücadele ederek kazanacağımızı düşünmeli ve bunun adımlarını atmalıyız.
Biz işçilerin kaybedecek bir şeyimiz yok ama mücadele ederek kazanacak çok şeyimiz var.