Sabahattin Ali
Sabahattin Ali; klasikleşen eserleriyle, yaşamıyla, yaşamdan koparılmasıyla, mücadelesiyle her yaşta ve her dönemde yeniden keşfedilen, tekrar tekrar tat alınan, güncelliğini kaybetmeyen bir yazar olarak edebiyatımızda kuşkusuz özel bir yere sahip. Eserleri üzerindeki telif süresinin kalkmasıyla birlikte birçok yayınevi ocak ayının ilk haftalarında Sabahattin Ali’nin kitaplarını yayımlamaya başladı. Toplumcu yayıncılık anlayışını benimseyen Kor Kitap da bunlardan biri... Sabahattin Ali kitaplarını 50 kuşağının en önemli öykücülerinden Adnan Özyalçıner’in titiz yönetimi altında yayıma hazırlayan editoryal ekibin çalışması ve deneyimleri üzerine sohbet ettik. Adnan Özyalçıner, Hakkı Zariç, Onur Öztürk ve Kübra Yeter’in anlattıkları bir bakıma, ‘Hangi Sabahattin Ali?’ sorusuna yanıt oluşturuyor.
Eserlerinin koruma süresinin dolmasıyla Sabahattin Ali kitaplarının birçok yayıncı tarafından basılacağı belliydi. Neden bu kadar çok yayıncı basıyorken Sabahattin Ali basıyorsunuz? Siz nasıl bir süreç geçirdiniz?
Onur Öztürk: Toplumcu yayıncılık geleneğini sürdürmekteki iddiamız ve ısrarımız neden Sabahattin Ali yayımladığımızın da yanıtı; Sabahattin Ali kısa hayatının büyük eserleriyle ve bir bütün olarak yaşantısıyla sistemin yanlışlarıyla, çelişkileriyle hesaplaşmış, bunun bedelini de en ağır şekilde ödemiş bir yazardır. Bu anlamda ürettikleriyle ezilenlerin sesi olmuştur. Onlarca yayıncının Sabahattin Ali yayımlamasının temel nedeni okuyucular tarafından özellikle son yıllarda çok ilgi görmesidir denilebilir ve bu yanlış olmaz. Fakat bizim nedenimizin çok satması olmadığını söylemeliyiz. Yayımladığımız kitaplara bakılacak olursa bu net bir şekilde görülebilir. Örneğin Sadri Ertem’in Çıkrıklar Durunca romanını neden yayımladıysak ve Mahmut Yesari’nin Çulluk romanını neden yayımlayacaksak Sabahattin Ali kitaplarını aynı gerekçelerle yayımlıyoruz.
Adnan Özyalçıner: Sabahattin Ali’nin tüm yönlerini ortaya koyabilmek, edebi görüşünü daha belirgin kılmaktı amacımız. Kitaplarının ilk basımlarını elden geçirip günümüz okuru açısından ihtiyaç olan yerlere notlar çıkarma ve yeniden düzenlenme işini ben üstlendim. Hayattayken yayımlanan bütün eski baskıları okudum tek tek, notlar çıkardım. Sabahattin Ali’nin çok iyi, çok yalın bir dili var o zamana göre. Ama bu yalın dilinin yanında gene de o dönem kullanılan birtakım kavramların, Osmanlıcası kullanılan bazı bilimsel, tıbbi, adli kavramların açıklanması gerekiyordu. Bu sayede o yalın dil daha kesin, daha doğru bir biçimde ortaya çıkmış oldu ve Sabahattin Ali’nin edebiyatının derinliği de görünür hale geldi.
Sabahattin Ali’yi çağdaşı yazarlardan ayıran şey sizce nelerdir?
A.Ö: Sabahattin Ali modern edebiyatın en güçlü yazarlarından biri. Biz zamanında sanıyorum ki o gözle değil, daha çok gerçekçi Sabahattin Ali diye bakmışız. Anlatım biçimine, edebiyatçı yönüne pek bakmamışız. Gerek mekan betimlemeleri, gerek insanı anlatışı, diğer yazarlara kıyasla daha ilginç bence. İnsanları salt davranışlarıyla değil ruhsal yönleriyle de ortaya koyduğu için bütünsel bir şey yapıyor. O zamanın görsel gerçekçiliğinden eleştirel gerçekçiliğine ve daha da ileri giderek toplumsal gerçekçiliğine giden bir yönü var. Bir öyküsünde Erenköy’den yola çıkıyor Anadolu’ya gitmek için. Bu ne getirir sizin aklınıza? Memleketimden İnsan Manzaraları’nı getirir. Tıpkı Nâzım’ın Haydarpaşa’dan başlayan yolculuğu gibi.
Bir röportajda ‘Sabahattin Ali’nin kitaplarını yayımlamakla toplumcu yazar evine döndü gibi hissediyoruz’ demiştiniz, bu iddialı bulundu, ne dersiniz bu yoruma? Hakkı Zariç: İddialı bulunması çok doğal, çünkü edebiyattan ziyade bir meta olarak düşünülmesi de var işin içinde
haliyle. Adnan abinin yazdığı ön sözler, son sözler, yapılan tüm okumalar, aynı zamanda bizim olan bir yazarı, bahçesinde büyüdüğümüz, yazdıklarıyla biçim bulduğumuz bir yazarı, kendi okurumuza sunmak çabasıydı. Telifi düşen birçok yazar var, üstelik bunlar da nitelikli yazarlar, Türkiye ve dünya edebiyatından olsun telifi düşmesine rağmen bizim basmayı tercih etmediğimiz ya da başka yayınevleri tarafından basılırsa memnun olacağımız ama yayın çizgimizle çok da akraba görmediğimiz yazarlar var. Tabii ki bunlar da edebiyatımızı zenginleştiriyor, fakat bizim basmayı tercih ettiğimiz, edeceğimiz yazarlar Sabahattin Ali gibi, Nâzım, Orhan Veli, Sait Faik gibi edebiyatımızın toplumcu damarını düstur edinmiş yazarlar. Kapitalist sermayenin ve bankacı yayınevlerinin bu işe neden kalkıştıkları çok anlaşılır. Bizimse toplumcu edebiyatı temsil etmek gibi bir iddiamız varken toplumcu bir yazarı yayımlayarak, evet evine döndü diyebiliyoruz.
Farklı yönleriyle de olsa hem yazıldıkları dönemde, sonrasında ve hâlâ da çok tartışılıyor Sabahattin Ali’nin eserleri. Her dönem güncel olmasına dair ne söylersiniz?
A.Ö: Bu vesileyle yeniden okudum Sabahattin Ali’yi ve aslında o günlerden çok günümüzü anlattığını gördüm, hemen her metninde günümüze göndermeleri hissettim. Güncel kılan en önemli neden bu olsa gerek. Örneğin çok ilginç bulduğum bir öyküdür Sırça Köşk. Eskiden de öyleydi ama bugün Sırça Köşk’ü yaşıyoruz, bu yüzden de gündeme cuk diye oturan bir öyküdür. Diğer masalları da adeta günümüzü düşünmüş de yazmış gibi.
Kübra Yeter: Tüm bunlar neden uzun yıllar yasaklı kaldığını ve baskı gördüğünü de gösteriyor. Keza ‘Arabalar Beş Kuruşa’ öyküsü de bugünün sesi gibi...
A.Ö: ‘Arabalar Beş Kuruşa’ çok ilginç bir öykü, ön sözde de belirttim. Sabahattin Ali’nin çocuk işçilerden bahsettiği iki öyküsü var, biri ‘Arabalar Beş Kuruşa’ diğeri de ‘Apartıman’. Fakat ‘Arabalar Beş Kuruşa’, çocuklar arasındaki sevginin, birlikteliğin kapitalizm tarafından nasıl yok edildiğini gösteren bir öykü bence. Kapitalizm o sevgiyi, o saf birlikteliği nasıl pat diye ortadan kaldırıyor, yok ediyor ve yalnızlaştırıyor.
H.Z: Çağdaşlarının önünde ve daha modern bir romancı. Genel olarak bir kent kurgusu var romanlarında. Kuyucaklı Yusuf küçük bir kasabada geçiyor ama kaymakamın oğlu söz konusu aynı zamanda. İçimizdeki Şeytan’ın, Kürk Mantolu Madonna’nın kentin içinde geçen bir kurgusu var ve o şehrin insanının yabancılaşması, yalnızlaşması, içine kapanıklığı söz konusu. Çağdaşlarından önce kentin romanını kaleme aldığı için belki döneminde çok ilgi görmemiştir ama şimdi eserlerin çok daha iyi okunmasını sağlıyor.
Sabahattin Ali kitapları uzun zamandır ‘çok satanlar’ arasında. Bunda genç kuşakların ilgisinin ve sosyal medyanın rolü büyük. Bunca popüler kılınan, ‘Aşk romanı yazan’ Sabahattin Ali’yi aynı metinleri basarak nasıl farklı kılmayı düşünüyorsunuz?
K.Y: Genç bir okur olarak şu ağırıma gidiyordu, yıllarca Sabahattin Ali bir aşk yazarı, romanları birer aşk romanı gibi aktarıldı, öyle değil. Sabahattin Ali toplumu, bireylerin ruh halini, koşullarını;