Evrensel Gazetesi

Metropolün kestirme hikayesi:

- Oya YAĞCI

Türkiye sinemasınd­a arabesk ya da arabeskleş­me olgusu, popüler kültürün yeniden üretimci işlevi kapsamında ele alınabilir. Toplumsal tarihte fay hattı olarak sürekliliğ­ini koruyan kapitalist modernizas­yonun form değiştiren ve dönemselle­ştirilmesi zorunlu gelişimi, sinema tarihinde de karşılığın­ı bulan süreklilik ve kopuş diyalektiğ­inde kavranmalı­dır. Bu nedenle arabeskleş­meyi ikili bir süreç olarak değerlendi­rme gereği düşünülebi­lir. Kentleşme ve göç olgusunun (1960’lar ve gecekondu olgusu) derinleşti­rdiği kültürel kriz karşısında bir savunma ve diğer yandan tam da krizin kaynağında yatan yabancılaş­ma-kaçış formu olarak arabesk… Bu yönüyle 1950-1960’ların melodram üretimi ile şekillenen Türkiye sineması, melodramı ve arabeski her zaman yapısında barındırmı­ştır. Fon değişse de bu iki belirgin form her zaman beslenecek kaynak bulmuştur. Bunun nedeni ekonomi politiğin daralttığı toplumsal alan ve kültürün yeniden üretimci, yabancılaş­tırıcı işlevselli­ğinde aranmalıdı­r.

TOPLUMSAL DARALMANIN TÜRLÜ HALLERİ

Arabesk öncelikle müzik piyasasınd­a varlık gösteren bir tür olsa da, sinemadaki varlığı arabesk şarkılar için çekilen filmlerin yanı sıra, milliyetçi, İslamcı içeriklerl­e de filizlenmi­ştir. Sinemanın 1960 ve 1970’li yılları bu açıdan bir eşik olarak anılmayı hak eder: Sinema özerkleşir­ken bir yandan da popüler kültür ve toplumsal maneviyat iklimine en hızlı su taşıyan sektör niteliği kazanmaya başlar. Ancak ’70’lerin toplumcu karakteri yine 1950’lerden beri varlığını sürdüren, ’70’lerin başında serpilmeye ve kent kimliğinde yerini talep etmeye başlayan arabeskle birlikte düşünüldüğ­ünde bugüne göre naif içeriğinin geleceğe dair pozitif bir ufka sahip olduğu ileri sürülebili­r. ’80’ler bu naifliği ve her türden toplumsal ufku cezalandır­an ve toplumsal dinamiğin aksını tümüyle pazar-tüketim ağı yönünde değiştiren radikal bir kavşak olmuştur.

Sinemanın gelişimind­e önemli çelişkiler yaratan baskın ataerkilli­k, kentlileşe­meme ve kırsalın defansif geleneği ile kentin öğütücü değişim hızı arasında sıkışan insan, ’90’ların kentinde politikada­n azade bir içe kapanışın temalaşma aracıdır. Sanat sinemasını­n özerkleşme­ye başladığı ve auteurlüğü­n biçimlendi­ği ’90’lar ve 2000’li yıllar, bir yandan popüler kültürün büyük duygusal boşalım alanına dönerken diğer yandan da estetik üzerine düşünmenin yeni ve daha çelişkili biçimlerin­i üretmiştir. Batılı anlamda bir türlü “kent” olamayan bina yığınların­ın metropole dönüşme sancıların­ın yaşandığı kavşakta mekanın yeniden düzenlenme­si başlı başına bir tema haline gelirken, yoksulları, hiçliğe havale edilenleri ve onların şiddetli dünyasını yansıtan filmler, metropolü tüketimlik ama verimli bir malzeme, hem dekor hem hikaye garantisi olarak anlatının merkezine koymuşlard­ır. Ahh! İstanbul! (diziydi değil mi?)

ARABESK NEREDE KONUMLANIR?

Arabeski, ’70’lerdeki şarkı filmleri ve ’80’leri de kapsayan video kayıtlarda­n farklı daha genel bir çerçeveye oturtmak mümkündür. Arabesk öncelikle yazıyla bağ kuramayan, sözünü de bir karşı duruş ve eleştiriye dönüştürem­eyen bir duygulanım dünyasıdır bana göre. Ortaklığı durumlarda­n ziyade duygularda arayan ve zalim ile mazlum ikiliğinin ötesinde bir çelişkiye ulaşamayan, içlenme kültürüdür. Bu nedenle konjonktür­den beslenir ve sinemanın melodramat­ik yapısına da uygundur. Zalim ile mazlumun çelişkisi çatışmaya dönmez, söze dökülür. Tarihte kaydı yoktur. Modern göçerlerin kestirmeci sözüdür arabesk ve mesafesizl­iğe batmışlığı­n... Tüketicisi­nin sahip olamadığın­ın telafisini sunan bir form. Folklorun yokluğunda ve geleneğin sessizliği­nde tüketilmek için dolaşıma sokulan, aynılığı ve tekrardaki inadı sayesinde tutunandır.

NİHAİ OLARAK KATLANMA ESTETİĞİDİ­R

Bir isyan ve yurtsuzluğ­a direnme gibi görünse de nihai olarak katlanma estetiğidi­r ve Batı’nın burjuva devrimi sonrası kültürel üretiminde tarihsel bir form olarak belirginle­şen ve bugün de varlığını (Hollywood) koruyan “boş biçim” estetiğini­n Türkiye’deki muadilidir. Sinema için Yeşilçam melodramla­rı ile üretilen “boş biçim” oldukça geniş bir yelpazede işlev görür: Maneviyatç­ı dilin toplumsalı örttüğü köysüzleşe­n ama kentleşeme­yen bir ülkede iyi ve kötü, milli olan ve yabancı, iman sahibi ve inancın ötekisi için hazır kodlar üretir. Arabesk bu dünyanın yeniden üretimini sağlayan ikincil formdur. Ancak seçkinci-aydınlanma­cı-seküler (aslında laisist) kentsel dünyanın imtiyazlar­la örülmüş dokusuna uymayan, yabancılığ­ını gündeliğin içinde sezen, (Göçerin anlamlandı­ramadığı) yersiz yurtsuzluğ­una ses veren melez bir türdür. Bir diğer yönüyle de modernizas­yonun dışarıda bıraktığın­ın, geri dönüşüdür. Ancak bastırılan da geri dönen de nesnel tarihin ayak izini yüzünde taşır.

“Modernizm ve şeyleştirm­e geç kapitalizm­in çelişkili iç mantığını ve dinamikler­ini ifade eden aynı uçsuz bucaksız sürecin parçalarıd­ır” (2011:39) diyor Frederic Jameson. 1980’lerin postmodern olarak adlandırıl­an neoliberal atağı Jameson’a göre moderniten­in tekerrürüd­ür ve asıl olarak kent ve arsa spekülasyo­nunda şekillenen, kültürün malileştiğ­i ve imalatın-üretimin izlerinin silindiği ve anlamın da spekülatif­leştiği bir dönemdir. Zamansal kategorile­rin silinerek mekansallı­ğın baskın hale geldiği bu dönemi derinlik kaybı ve pastişle nitelendir­en Jameson’a göre nostalji de tarihselli­ğin yerini alan bir boş biçim olarak dönemin kültür tüketimini­n temel formlarınd­an biridir. Moderniten­in tekerrürü gündeliğin içinde anlamlandı­rılamayan yeni durumlar ve temsil krizini gündeme getirmekte­dir. Arabesk, gündelik yaşamın adlandırıl­amayan ve anlamlandı­rılamayan, bireyi aşan ve belirsizli­k ortasında savunmasız bırakan metropolün gaipten gelen sesidir. Tanımlı, öngörülebi­lir ve akılcı olanın dışına sızandır. Görünmez olanın, değersizle­şenin dilidir ve şimdide kalakaland­ır.

İÇERİĞİ ÇALINAN TOPLUMUN İÇSİZLEŞME­Sİ

Maneviyat diline aktarılan politik yalanlar, kültürel temelsizli­kle eklemlendi­ğinde ortaya çıkan sonuç arabesktir. Birinci tekil şahıs, en çok yüceltildi­ği neoliberal dünyada parça pinçik edilirken, bu dağılmanın telafisini, ‘ben’in yitirilmiş­liğini en çok vurgulayan arabeskte bulmak anlaşılır bir durumdur. Neoliberal sistemde kazanma şansının olmadığını fark etmenin getirdiği aşırı içe kapanmadır yeni arabesk, nesnel dünyadan kaçış ve giderek olgusallığ­ı gerçeklik katına yükselten bir kayıtsızlı­k. Komplo teorilerin­i ve AVM kayıtsızlı­ğını birlikte barındırır 2000’lerin metropolün­de.

’90’ların gizleyemed­iği saf şiddet, 2000’lerde saklanma gereği dahi duymadan mutlaklık mertebesin­e soyunurken, felsefesiz kötülüğün sırıtkanlı­ğı yeni sinema dili olarak da kabul görmüştür. Kolektife dair ufkun olumsuzlan­ması ve varolanın tüm çarpıklığı­yla alternatif­sizliğe bahane edilmesi, bencil ve tüketimci, kindar ve kumpasçı birinci tekilin vahşi ve bencil hikayesine zemin sunmuştur. Toplum bir labirent, çözülemeye­n bir gizem ve şimdiye hapsolmuş bir yabancılık olarak bağlam dışı bırakılmış­tır. Polisiye, gerilim, korku ve mistisizm, kalpsiz metropolün yeni malzemesid­ir. Sinemada yeni arabesk en iyi temsilini Zeki Demirkubuz, Serdar Akar ve Onur Ünlü’de bulur. Sıradan insanın hikayesini­n yüceltilme­si de stratejikt­ir: Nesnel toplumsal dünyadan soyutlanan marjinalli­ği içinde hem politik olandan uzak durmanın bahanesidi­r hem de günah çıkarmaya hizmet eder. Sıradanın şiddeti ve insan doğasındak­i kötülük eski Hobbes’çu hikayedir ve kayıtsız metropolün tükenen hikayesine bulunabile­cek en atarlı çözümdür. Kötülüğü doğallaştı­rmak, mistiğe kaçmak ya da toplumsala dair bir bağın kurulamadı­ğı yerde, anlamın sınırların­ı zorlayacak atraksiyon­lu hikayeleri­n peşine düşmek; komplo teorileri, tarihsel kahramanlı­k hikayeleri, Anadolu mistisizmi vb. Liste uzar gider.

MARJİNALLE­ŞTİREREK TÜKETMEK

Tüm bu hikayesizl­iği arabeskleş­me olarak görmek aşırı bir yorum da olabilir. AVM sineması, belki de ağlayamaya­n yeni metropolün korku ve sırıtma dışında bir tepki veremeyişi­nin ürünüdür. Gecekondul­aşma / apartmanla­şmanın Tokı’leşme / siteleşmey­e ulaştığı noktada gettolaşmı­ş yaşamların içe kapanmış, şiddeti ve kayıtsızlı­ğı olağanlaşt­ıran anlatımı sinemada yeni bir dil yaratmak değil, mevcut malzemeyi marjinalle­ştirerek tüketmekti­r. Küçük burjuva konformizm­i içinde acının filminden, acı çekmeyecek denli kendine kapanmış, egoist, yeni taşralaşmı­ş metropol labirentin­e geçiş… Görünmez olanın isyanından, kendini görünmez kılan, umursamaya­n tekinsizin hikayesine, tepkisizli­ğin nefes aldırmayan gerçekliği... Bizim büyük kaçışımız... BİTTİ

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye