Tahir Elçi cinayetinde bir karartma süreci var
DİYARBAKIR BARO BAŞKANI CİHAN AYDIN:
Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın, Tahir Elçi cinayetiyle ilgili, “Bu cinayetin başından başlayarak şu ana kadar süren bir karartma süreci var. Bu işin asıl sorumluları, cinayetin işlenmesinden sonraki soruşturma makamlarıdır” ifadelerini kullandı. Aydın, Suriçi’nin yıkılması ve OHAL dönemindeki hukuksuzluklara ilişkin de sorularımızı yanıtladı.
Tahir Elçi’nin katledilmesiyle ilgili önemli bir bilgiyi kamuoyu ile paylaştınız. Bilgi paylaşımından sonra gerek bakanlık yetkilileri gerekse soruşturmayı yürüten savcılar, baroyu arayıp bilgileri istediler mi?
Tahir Elçi cinayetiyle ilgili videoyu 14 Aralık 2018 tarihinde Cumhuriyet Savcısına sunduk. O günden bugüne kadar bize bir geri dönüş olmadı, bir gelişme de yaşanmadı. En son açıklamayı yaptığımız 8 Şubat’tan önce soruşturmayı yürüten savcıyla görüştük. Henüz bir işlem yapmadıklarını söylediler. Raporu incelediklerini ve ne yapıp yapmayacaklarına karar vereceklerini belirtiler. Şu ana kadar dosya ile ilgili bize intikal eden bir gelişme yok. Rapor sunmuş olmamıza rağmen herhangi bir gelişme yok.
Baro olarak Tarih Elçi cinayeti soruşturmasının ağır yürütüldüğüne dair vurgularınız oldu. Yürütülen soruşturmanın seyri için neler diyeceksiniz?
Baro olarak her hafta adliyenin önündeyiz. Israrla söylediğimiz şey şu: Bir soruşturmaya ilişkin asıl delilleri, soruşturmanın başlangıcında toplarsınız. Olay yeri incelemesinde yaparsınız. Çok temel soruşturma aşamaları ve tedbirleri o dönemde pas geçildi. Olay yerinin ayrıntılı bir incelemesi, cinayetten dört ay sonra gerçekleşti. Zaten dört ay sonra olay yeri tarumar olmuştu, olay yeri diye bir şey kalmamıştı. Bu soruşturmadaki en temel eksiklik, ilk soruşturmada olay yeri incelemenin çok kötü yapılması ya da yapılmamış olması. Bu teorik olarak, delil karartma olarak değerlendirilebilecek bir süreç. Dolayısıyla iyi yönetmediğiniz ilk soruşturma sürecinden sonra birçok konuda maalesef eliniz kolunuz bağlanıyor. Tabi bu hiçbir şey yapmayacağınız anlamına gelmiyor. Bu cinayeti diğer cinayetlerden ayıran temel şey, dört kamera olay yerini görüyor. Son olarak hazırlanan raporla neler yapılması gerektiğini de bir yönüyle ortaya koyduk. Muhtemel faillerin kimler olabileceği konusunda bazı tereddütleri ortadan kaldırdık. Ama sonuçta hep şunu söyledik: Tahir Elçi’nin sözüdür. Bizler de çok kullandık, failli meçhul cinayet yoktur, devletin aydınlatmak istemediği cinayet vardır. Bu cinayetin başından başlayarak şu ana kadar süren bir karartma süreci var. Bu işin asıl sorumluları, cinayetin işlenmesinden sonraki soruşturma makamlarıdır. Soruşturmayı yapan savcılar, emniyet birimleri... Soruşturma makamına yardımcı olmak için ve benden önceki baro yönetimindeki arkadaşlar çok isabetli bir kararla Londra Üniversitesine başvurarak bu raporu hazırlatmışlardır. Bu işin cumhuriyet savcılığınca yapılması lazımdı. Yapılan çok üst düzey bir çalışma değil. Türkiye’deki, uzman kurumlarca da yapılabilecek bir çalışmaydı. Ancak başından bu yana bir sessizlik ve hareketsizlik hali almış başını gidiyor.
Londra Üniversitesi tarafından hazırlanan rapor bilimsel veriler baz alınarak hazırlanmış bir rapor. Cumhuriyet savcılığının, kolluk güçleri hakkında işlem yapma, ifadelerini alma ve tutuklama gibi işlemlere başvurması gerekiyor.
‘SUR’DA DEVLETİN MAĞDURİYET GİDEREN BİR POLİTİKASI YOK’
Tahir Elçi katledilmeden önce Sur’un tarihi dokusuna vurguları vardı. Sokağa çıkma yasağı uzun bir süre uygulandı. Bu yasak hâlâ 6 mahallede sürüyor. Hem Sur’daki insanların yaşadıklarına ilişkin hem de Sur’un yok edilen tarihi dokusuyla ilgili süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?
Sur’da meydana gelen olaylara ilişkin dönemin zorluğu ve benzeri nedenlerle çok sağlıklı bir raporlama ve tespitler maalesef yapılamamıştır. Bu konuda Sur’da yaşayan insanlarımıza özür borcumuz var. Bir bütün olarak sivil toplum örgütleri bu konuda iyi bir sınav veremedi diye düşünüyorum. Büyükşehir Belediyesinin verilerine göre 20-25 bin civarında kişi ablukadaki mahallerden göç etti. Göç edenler Diyarbakır’ın ve Türkiye’nin çeşitli kentlerine dağıldılar. Bu konuda maalesef devletin de mağduriyeti gideren bir politikası yok. Bir süre bu kişilere kira yardımında bulunduğu konusunda söylentiler var. Bunun ne kadar sürdüğü, kaç kişinin yararlandığı konusunda net bir bilgimiz yok. Sur şu an yerle bir edildiği için evler yok yerinde. Dolayısıyla sağlıklı bir delil tespit yapma şansı yok. Acele kamulaştırma kararı alındı ve bu çerçevede vatandaşların evleri kamulaştırıldı. Ancak içindeki eşyalar ile birlikte 30-4050 bin lira civarında bedeller ile evler kamulaştırılmakta. Bunu da aldığımız duyumlara göre söylüyoruz. Günümüz koşullarında bu para ile bir kulübe bile yapmazsınız. Gözlemlediğimiz kadarıyla da burada büyük bir rant alanı var. Boşaltılan alanlarda TOKİ mi müteahhitler mi bilmiyoruz ama birilerinin eliyle yapılan ve ne amaçla kullanılacağı konusunda kimsenin bilgi sahibi olmadığı bir yapılaşma söz konusu. Diyarbakır mimarisine uygun olduğu iddia edilen yapıların kentin klasik mimarisiyle alakası yok. Meslek örgütlerinin incelemesine bile izin verilmiyor. İnşaat alanları inşaat güvenliğini aşan bir şekilde metrelerce yükseklikteki duvarlar ile çevrelenmiş durumda. Maalesef yeni inşaat alanlarında da yasak var. Bunlardan da önemlisi, yeni inşa edilen bu yapıların ne şekilde kullanılacağına ilişkin bir bilgi eksikliği var. Eğer gerçekten ortada bir mağduriyet giderme çabası varsa, yapacağınız şey, evleri oradan çıkardığınız kişilere zararları karşılığında vermenizdir. Kent dinamikleri, kentin sivil toplum örgütleri derhal bu sürece dahil edilmesi gerekir. Kamu kurumlarının başta Sur’dan çıkartılan sakinler olmak üzere, Diyarbakır kamuoyunu bilgilendirmesi gerekir.
Röportajın tamamı evrensel.net’te