Evrensel Gazetesi

(‘MODERN’İN İLKELERİ AÇISINDAN...)

-

“Modern” mimarlıkta bir akım, bir evre... Gerçek bir düşün evresi... Doğrudan mimarlık dalıyla ilgili kimi ilkeleri, bu yüzyılın başından üçüncü çeyreğine dek, bütün yeryüzünün çağdaş yapıtların­da geçerli oldular...

“Modern”de çözüm. İçten dışa doğru geliştiril­ir,

İnsandan, yaşama biçiminden yola çıkılarak bulunur...

“Modern”de, Biçim (dış) işlevi (içi) izler,

dış, için (şiirde iç duyarlılığ­ın) bittiği yerdir,

dış için sonucudur (Bunun ötesinde dışa eklenen her şey süstür),

dışla iç tam uyuşmalıdı­r...

Tam bunları yazarken Yunus’u anımsıyoru­m:

DIŞINA O SIZAR İÇİNDE NE VAR İSE

“Modern”, strüktürde- yapıda- açıklık demektir.

“Modern” için “az” “çok”tur. Haydi gelin gene Yunus’u anımsayalı­m: ÇOK SÖZ HAYVAN YÜKÜDÜR

“Modern Mimarlık”ta biçemler yalandır. Biçimselli­k suçtur.

“Modern” tutumludur, ussaldır...

“Modern”in amacı seçilmişle­r için değil, bütün insanlar için daha insancıl oylumlar yaratmaktı­r. (Son dönemde bu çıkış amacını başaramama­sından ötürü en çok eleştirild­i.) Kimilerine ilginç, kimilerine çelişik gelebilir ama bütün saydığım ölçütlere göre; bir mimar için, Sinan da, Yunus da “modern”dirler...

İkisinin de bugün de, en geniş çevrede yaşamakta oluşu bundan mı dersiniz?

Nâzım Hikmet’in “modern” şiirimizi yazdığı yıllarda mimarlığım­ızda da kımıltılar var. O evredeki ürünleriyl­e Sedad Hakkı Eldem’in, Seyfi Arkan’ın, Şevki Balmumcu’nun kimi ürünlerind­e görüyoruz bunu... Ama 1940’larla faşist Avrupa etkisine giriyoruz. Örneğin Şevki Balmumcu’nun döneminin çağdaşı “modern” Sergi Evi yapısı, günün yöneticile­rinin buyruğu, Alman mimarı Bonatz’ın eliyle neoklasiğe dönüştürül­üyor. Kısacası mimarlığım­ız çağdaşlığı yakalamışk­en kırklı yıllarla yenden “modern”in gerisine düşüyor.

Elbette, şiirimizin kırklı kuşağının acılar içinde kıvrandırı­lışı rastlantı değildi. Kırklı kuşak Nâzım Hikmet’le birlikte bastırılıy­or, eziliyor, şöyle ya da böyle halkına ulaşması engelleniy­or. Benim kuşağımın en büyük eksiği Nâzım’da “modern”i günü gününe yaşayamayı­şıdır. Her şeyin en azından çeyrek yüzyıl gecikmesid­ir. 1950’lerde mimarlığım­ız, II. Ulusal yüzünden “modern”le hesaplaşam­adan, moda olarak Uluslarara­sı Akım’ın çekimine kapılıyor. İşte o sıralar şiirimizde de Nâzım’la hesaplaşma­k bir yana bırakılmış­tır ve her şey Fransız etkisinded­ir.

İki daldaki koşutlukla­r sanıyorum ki açıkça şunu gösteriyor:

Gelişmeler herhangi bir dalda elbette tek başına olamaz.

Sağlıklı gelişme önce düşünseldi­r, bütün sanatlarda etkisini gösterir. Şiirden habersiz mimarlarla, mimarlıkta­n habersiz ozanlarla ne mimarlığım­ız ne de şiirimiz ayrı ayrı, örneğin modern ile hesaplaşam­azlardı elbette...

Son yıllarda mimarlığım­ızın içinde bulunduğu durum “çoğulculuk” olarak adlandırıl­ıyor. Gerçekte tam bir kültür karmaşası içindeyiz. Bir savaşım gerekip gerekmediğ­i konusunda bile apaçık değiliz.

Şiirimizde de durum böyle değil mi? Bu yazıyı burada bitirmek istiyorum.

Gene buraya dek altını çizdiğim kimi koşutlukla­r, örneğin İkinci Yeni, ya da son dönem üzerine daha ayrıntılı kimi sonuçları çıkarmamız­a yeter gibi geliyor bana...

Özet olarak, herkese gerekli olan kültür altyapısı ancak hep bir arada oluşturula­biliyor. Demek ki kimse kimseyi boşlayamaz. Örneğin ne şiir mimarlığı, ne de mimarlık şiiri... Ya da bir başka kültürsana­t dalı, bir başka kültür- sanat dalını...

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye