Tam zamanı
PATLAMA
Yıkıntıları örtmek için ötesini berisini yamayıp yapıştırıyorlar. Yamayıp yapıştırıyorlar. İçten içe kanayan yarayı görmemek/göstermemek için. Bir gün şişip ansızın patlayacağını düşünmeden…
İŞARETSİZ
Sokağa çıkan her köpek bir ağaç dibi ya da duvar dibine siğerek kendince yolunu belirler. Evine, yuvasına kaybolmadan dönebilmek adına. Şimdi sokağa çıkarılanlar boğazlarından tasmalı, ipleri -parlak kayıştansahiplerinin elinde. Sokaktaysa ağaç mağaç hak getire. Köşe, bucak, duvarsa kodunsa bul. Dümdüz betona kesmiş her yer. Göğe bakan bütün apartmanlarsa demir parmaklıkların ardında, kilit altında.
Ne yapacaktır sokağa çıkan/çıkarılan köpek? Yolda duran arabalardan birinin tekerine işeyecektir, arka bacağının tekini kaldırarak. Az sonra gazlayıp gidecek olan arabanın götüreceği işaretine. İşaretsiz kalmacasına.
DÖNÜŞÜM
Hiç arabam olmadı. Olsaydı, olabilseydi başka renk değil siyah olabilmesini isterdim. Simsiyah! En cılız ışığı, ışıltıyı, ışımayı parlaklığında yansıtarak aydınlatabilirdi. Karanlığı aydınlatırcasına. Çünkü öteki bütün renkler güneşle, yağmurla, fırtınayla kararır. Siyahsa, karardığı kadar karardığından, aynı etkiler altında rengini atar aklanır.
HEP BİRLİKTE
Acının karşılığı sevinçtir, mutluluktur. Tutsaklığınki özgürlük, kavganın, düşmanlığın, savaşınki barış görüş. Karanlığınsa aydınlık, hep aydınlık. Her birinin karşılığına ulaşmak/ulaşabilmek, mutlulukla barış içinde özgürce yaşamak/yaşayabilmek bütün bu acıların çekilmesine/çektirilmesine mi bağlı, karanlığı aydınlığa çevirmedikçe hep birlikte?!
TAM ZAMANI
Başında dolanan yırtıcı kuşların, salyalarını akıtarak çevreni saran kurtların arasından soluk soluğa kalmış olsan da dağı tırmanmanın tam zamanı. Tekerlenmeden.
Dağın ardındaki koyakta gürül gürül akan ırmağı bulup yorgunluğunu atarak susuzluğunu gidermenin, ardından yeşillikler içindeki bitek ovaya ulaşmanın tam zamanı. Masmavi, deliksiz bir gökyüzü altında...
HABERCİ
Sabahın alacasında usul bir yağmur başladı. Islatmayan. Kışın dondurduğu toprağı ılık damlalarıyla kabartan bir yağmur. Güneşin habercisi. Otları, papatyaları, hindibağlarını, ebegümeçlerini, gelincikleri diriltecek güneşin habercisi...
YÜKSEKTE
Ben tozlu, topraklı, çamurlu, kimi kez parlak güneşli yolu tüketiyorken o, kollarını iki yana açmış gencecik bir delikanlı, yüksek bir duvarın üstünde gökyüzüne tırmanırcasına adım alıştırıyor. Bir tel cambazının titizliğiyle. Korkusuzca. Yükselerek.
MART GÜNEŞİ
Bir görünüp bir kaybolarak, bir ılıtıp bir titreterek bize kaypakça davranan mart güneşine bir çift sözümüz olmalıydı hepimizin. Kadın-erkek hepimizin. Sennur Sezer “8 Mart Güneşi” şiirinde, kadınlar için, kadın-erkek hepimizin sesiyle ona şöyle sesleniyor:
8 Mart Güneşi Sen çok deniz aştın mart güneşi Çok toprak ılıttın Ekinlere kımıl düştüğünde Duymadın mı çığlıkları Soğuk vurduğunda meyveleri İniltileri Sözcükler boğuyor beni Sen çok kadın gördün mart güneşi Savaşta direneni, işkencede öleni Rosa Lüksemburg’un moraran bedenini Karadeniz’de kum çekenleri Ağ örenleri Sarı sıcakta pamuk toplayanları İncir işleyenleri Tarlada tezgahta doğuranları Sözcükler yetersiz, sözcükler katı Sen çok ülke gördün mart güneşi Sen çok kadın gördün Yoldaşlarıyla grev yapanları Eşitlik türküsü çağıranları Dur ve tanığım ol şimdi Dur ve tanığım ol mart güneşi Hindistan ekmeğiyle besleniyor Amerikan bifteği Kokakolayla vuruluyor Afgan bebekleri Dur ve tanığım ol Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri Söz veriyorum Tüm dünyada ödenene kadar alın teri Susmayacağım Sözcükler boğsa da beni