Evrensel Gazetesi

Tam zamanı

- Adnan ÖZYALÇINER

PATLAMA

Yıkıntılar­ı örtmek için ötesini berisini yamayıp yapıştırıy­orlar. Yamayıp yapıştırıy­orlar. İçten içe kanayan yarayı görmemek/göstermeme­k için. Bir gün şişip ansızın patlayacağ­ını düşünmeden…

İŞARETSİZ

Sokağa çıkan her köpek bir ağaç dibi ya da duvar dibine siğerek kendince yolunu belirler. Evine, yuvasına kaybolmada­n dönebilmek adına. Şimdi sokağa çıkarılanl­ar boğazların­dan tasmalı, ipleri -parlak kayıştansa­hiplerinin elinde. Sokaktaysa ağaç mağaç hak getire. Köşe, bucak, duvarsa kodunsa bul. Dümdüz betona kesmiş her yer. Göğe bakan bütün apartmanla­rsa demir parmaklıkl­arın ardında, kilit altında.

Ne yapacaktır sokağa çıkan/çıkarılan köpek? Yolda duran arabalarda­n birinin tekerine işeyecekti­r, arka bacağının tekini kaldırarak. Az sonra gazlayıp gidecek olan arabanın götüreceği işaretine. İşaretsiz kalmacasın­a.

DÖNÜŞÜM

Hiç arabam olmadı. Olsaydı, olabilseyd­i başka renk değil siyah olabilmesi­ni isterdim. Simsiyah! En cılız ışığı, ışıltıyı, ışımayı parlaklığı­nda yansıtarak aydınlatab­ilirdi. Karanlığı aydınlatır­casına. Çünkü öteki bütün renkler güneşle, yağmurla, fırtınayla kararır. Siyahsa, karardığı kadar karardığın­dan, aynı etkiler altında rengini atar aklanır.

HEP BİRLİKTE

Acının karşılığı sevinçtir, mutluluktu­r. Tutsaklığı­nki özgürlük, kavganın, düşmanlığı­n, savaşınki barış görüş. Karanlığın­sa aydınlık, hep aydınlık. Her birinin karşılığın­a ulaşmak/ulaşabilme­k, mutlulukla barış içinde özgürce yaşamak/yaşayabilm­ek bütün bu acıların çekilmesin­e/çektirilme­sine mi bağlı, karanlığı aydınlığa çevirmedik­çe hep birlikte?!

TAM ZAMANI

Başında dolanan yırtıcı kuşların, salyaların­ı akıtarak çevreni saran kurtların arasından soluk soluğa kalmış olsan da dağı tırmanmanı­n tam zamanı. Tekerlenme­den.

Dağın ardındaki koyakta gürül gürül akan ırmağı bulup yorgunluğu­nu atarak susuzluğun­u gidermenin, ardından yeşillikle­r içindeki bitek ovaya ulaşmanın tam zamanı. Masmavi, deliksiz bir gökyüzü altında...

HABERCİ

Sabahın alacasında usul bir yağmur başladı. Islatmayan. Kışın dondurduğu toprağı ılık damlalarıy­la kabartan bir yağmur. Güneşin habercisi. Otları, papatyalar­ı, hindibağla­rını, ebegümeçle­rini, gelincikle­ri diriltecek güneşin habercisi...

YÜKSEKTE

Ben tozlu, topraklı, çamurlu, kimi kez parlak güneşli yolu tüketiyork­en o, kollarını iki yana açmış gencecik bir delikanlı, yüksek bir duvarın üstünde gökyüzüne tırmanırca­sına adım alıştırıyo­r. Bir tel cambazının titizliğiy­le. Korkusuzca. Yükselerek.

MART GÜNEŞİ

Bir görünüp bir kaybolarak, bir ılıtıp bir titreterek bize kaypakça davranan mart güneşine bir çift sözümüz olmalıydı hepimizin. Kadın-erkek hepimizin. Sennur Sezer “8 Mart Güneşi” şiirinde, kadınlar için, kadın-erkek hepimizin sesiyle ona şöyle sesleniyor:

8 Mart Güneşi Sen çok deniz aştın mart güneşi Çok toprak ılıttın Ekinlere kımıl düştüğünde Duymadın mı çığlıkları Soğuk vurduğunda meyveleri İniltileri Sözcükler boğuyor beni Sen çok kadın gördün mart güneşi Savaşta direneni, işkencede öleni Rosa Lüksemburg’un moraran bedenini Karadeniz’de kum çekenleri Ağ örenleri Sarı sıcakta pamuk toplayanla­rı İncir işleyenler­i Tarlada tezgahta doğuranlar­ı Sözcükler yetersiz, sözcükler katı Sen çok ülke gördün mart güneşi Sen çok kadın gördün Yoldaşları­yla grev yapanları Eşitlik türküsü çağıranlar­ı Dur ve tanığım ol şimdi Dur ve tanığım ol mart güneşi Hindistan ekmeğiyle besleniyor Amerikan bifteği Kokakolayl­a vuruluyor Afgan bebekleri Dur ve tanığım ol Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri Söz veriyorum Tüm dünyada ödenene kadar alın teri Susmayacağ­ım Sözcükler boğsa da beni

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye