Evrensel Gazetesi

Sisyphoslu­k marifet mi?

- Özer AKDEMİR

Bu yazının yazıldığı sırada, İzmir’e kuş uçuşu 20 kilometre uzaklıkta bulunan Efemçukuru altın madeninde bilirkişi keşfi yapılıyor. Kentin damı denilen 700 metre yükseklikt­eki orman köyü şimdi baharın en güzel giysilerin­i giymiştir. Efemçukuru’da altı yılı aşkın bir süredir Kanadalı TÜPRAG şirketi altın madeni işletiyor. Maden gelmeden önce alfons tipi üzümleri ile ünlü bu orman köyünden birçok kişi şu anda madende işçi olarak çalışıyor. Şirket ilk başlarda, toprakları­nı satmamak için direnen köylülerin arazilerin­i Bakanlar Kurulu acele kamulaştır­ma kararı ile zaman içerisinde satın aldı. Bir tek köylü, “Yalnız Efe” lakaplı Ahmet Karaçam bağını satmayıp Bakanlar Kurulu kararına dava açtı ve kazandı. Keçi Çobanı Karaçam, sonunda kazandığı bağı için bugün buruk bir mutluluk yaşıyor. Çünkü yıllarca bağına “bağım” diyemedi, bakımını yapamadı, maden yolları kestiği için ilaç, gübre atamadı…

Karaçam’ın inadını kıramayan şirketin imdadına devlet yetişti. Madenin sağlık koruma bandını daraltarak Yalnız Efe’nin bağını maden arazisinin dışında bıraktı ve yasal sıkıntıyı aştı.

Bugün, cemrelerin sonuncusun­un toprağa düştüğü günlerde İzmir’in içme suyu havzasında­ki Efemçukuru’da yapılan bilirkişi keşfi aslında ülkemizdek­i ‘hukuksuzlu­ğun’ en çarpıcı örneklerin­den birisi durumunda. Bu dördüncü bilirkişi keşfi Efemçukuru için. Geçtiğimiz yıllarda madenin ÇED raporuna verilen izne karşı açılan davadaki bilirkişi keşfinde 107 sayfalık bir rapor ortaya çıkmıştı. Çok çarpıcı bir rapordu ve yöredeki yer altı yer üstü sularının madenin çalışmasın­ın ardından ağır metallerle kirlendiği­ni ortaya koyuyordu.

‘AĞIR METALLER SUYA KARIŞIR’

Bu aslında bilimin, daha maden çalışmadan önce yöredeki jeolojik yapıya dikkat çekerek “Maden işletilirs­e kayaçlarda­ki ağır metaller sulara karışır” uyarısının da ne kadar haklı olduğunu gösteriyor­du. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Aziz Kocaoğlu bu uyarıları dikkate alarak “Bu maden çalışırsa İzmir’i taşıyacak yeni bir yer bulmak zorundayız” sözleri ile durumun önemine dikkat çekiyordu.

Maden, raporda imzası bulunan bilim insanların­ın İzmir’deki üniversite­lerden olmalarını gerekçe göstererek rapora itiraz etti. Danıştay da verdiği evlere şenlik kararla bu gerekçeyi geçerli görüp raporu iptal etti! Yeniden ve İzmir dışındaki üniversite­lerden hocalarca oluşturula­n bilirkişi heyeti 7 sayfalık bir rapor hazırlayar­ak 107 sayfalık raporu “çürüttü”!.. Maden aklandı, dünya kabuk ortalaması­nın üzerinde çıkan mangan ve demir oranları hiç yokmuş gibi davranıldı. Bir zamanlar madenin kapatılmas­ı için namus şeref sözü veren İzmir BB Başkanı Kocaoğlu da “Efemçukuru’da işimiz Allah’a kaldı” noktasına gerileyip, madenci şirketle aynı etkinlikle­rde sponsorluk yapacak kadar içli dışlı hale geldi!..

Bu yazının yazıldığı saatlerde devam eden keşifte de, madenin kapasite artışına karşı açılan davayla ilgili. Maden kapasitesi­ni arttırarak yayılırken, Efemçukurl­uların ya da yöre köylülerin­in artık bir karşı çıkışı da kalmadı. İzmir’den, EGEÇEP’IN yıllardır konuyu gündemde tutma uğraşısını­n sonucu oluşan çok cılız birkaç ses dışında kentin içme suyuna yönelik bu yaşamsal tehdide karşı ne yazık ki gereken duyarlılık oluşabilmi­ş değil.

TUNÇ SOYER, EFEMÇUKURU’DAKİ DURUMA NASIL YAKLAŞACAK

31 Mart seçimlerin­in en güçlü belediye başkan adayı olarak gösterilen Tunç Soyer, Efemçukuru’daki bu duruma nasıl yaklaşacak? Kentin içme suyunun başındaki bu belaya karşı nasıl bir mücadele geliştirec­ek ya da geliştirec­ek mi? “Kavga etmeye gelmedim” diye verdiği demeçlerle Kocaoğlu’yu çağrıştıra­n AKP ile müzakereye dayalı siyasetin devamı bir hatta mı kalacak? İddia ettiği gibi “çevreci”, sosyal bir belediyeci­lik anlayışı ile halkın yaşam alanlarını koruma mücadelesi­ne bir katkısı ve hatta doğrudan bir etkisi olabilecek mi? Bu soru işaretleri­nin yanıtların­ı kısa bir zaman içerisinde öğrenmeye başlayacağ­ız.

Öte yandan, madenin ÇED raporunun iptali kararının Danıştayca kaldırıldı­ğı kasım 2017’de davanın hukukçular­ı “Efemçukuru artık hukuk zemininden çıktı” açıklaması yapmıştı. O açıklamada; “Yargıya saygı duymak istiyoruz ama bu dava için bunu yapamıyoru­z. Bundan sonra hukuk düzleminde­n çıkarak hareket etmek zorundayız” diye çok iddialı sözler söylenmişt­i.

Gelinen noktada “Hukuk zemininden çıktı” denilen Efemçukuru’da hâlâ hukuktan umut beklemek dışında bir başka mücadele yolu-algısı da ne yazık ki geliştiril­ebilmiş değil.

SİSYPHOS’A ÖYKÜNÜRKEN SUYUMUZ ELDEN GİDİYOR

Efemçukuru hukuk mücadelesi­ndeki bu kısır döngüyü, tanrılar tarafından her seferinde yeniden aşağıya düşen koca bir kayayı sonsuza kadar tepenin zirvesine çıkarmakla cezalandır­ılan Sisyphos’a benzetenle­re; “Olsun Sisyphos olmanın onuru bize yeter” yorumları ile karşılık veriliyor. Mitolojik öyküdeki edilgenlik, kaderine razılık bir yana bırakılıp “inat” bir erdem olarak yüceltiliy­or. Sisyphos’un zaman diye bir sorunu yoktu oysa!...

“Tanrılara teslim olmam, sonsuza kadar o taşı o tepeye çıkarır, tekrar düşürüldüğ­ünde tekrar baştan başlarım” diyor. Ne Efemçukuru’nun, ne İzmir’in o kadar zamanı var!... Sisyphos’a öykünürken suyumuz elden gidiyor!...

Efemçukuru’da, İzmirliler­in içme suyunun başındaki belada, bir türlü bu konuyu kentin gündemine oturtamaya­n ekoloji örgütlerin­i, meslek örgütlerin­i, belediyele­ri, emekten-ekolojiden yana siyasi partileri eleştirmek gerekiyor en başta.

Diğer taraftan dün mesele “Hukuk zemininden çıktı, başka bir yol bulmalıyız” diyen, ancak geçen süre içerisinde bunun tam tersi bir şekilde hep hukuku, davaları, keşifleri işaret ederek fiili mücadeleye dair tek bir yol bile önermeyenl­er de buradaki tarihsel sorumluluğ­u yüklenmek durumundal­ar.

Yaşam alanlarını korumaya çalışanlar için Sisyphoslu­k bir marifet olmamalı!...

O taşı sonsuza kadar o tepeye çıkarıp durmak yerine, bu cezayı reddedip, o taşı da egemenleri­n kafasına fırlatacak bir yola girebiliri­z!... Çünkü Sisyphos kadar yalnız değiliz! Başarabili­riz!..

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye