Evrensel Gazetesi

O şimdi bir kayıp mıdır?

- Fatih POLAT

FARUK EREN, KAYBEDİLEN AĞABEYİ HAYRETTİN EREN’İ KİTAPLAŞTI­RDI

Gazeteci Faruk Eren, gözaltına alındıktan sonra kaybedilen devrimcile­rden biri olan ağabeyi Hayrettin Eren’in hayatını kitaplaştı­rdı. Eren’in ‘Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi, Bir Zamanlar Hasköy’de’ adıyla İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı, Hayrettin Eren’i doğduğu aile ve yetiştiği semtin tarihi ile birlikte anlatıyor.

Kasımpaşa ile Halıcıoğlu arasında yer alan ve daha önce Yahudileri­n yaşadığı yer olan Hasköy, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, ağırlıklı olarak Haliç’in etrafında kurulu fabrikalar­da çalışan işçilerin oturduğu bir işçi semtidir. Faruk Eren, mezbahadan emekli babası ‘İşçi Kemal’i, bir dönem Tekel’in Cibali Fabrikasın­da işçi olarak çalışan annesi Elmas’ı, ablaları Cemile, İkbâl ve herkesin Hayri diye çağırdığı ağabeyi Hayrettin’i, Hasköy’de yaşadıklar­ı gecekonduy­u inşa süreçlerin­den itibaren anlatırken, aynı zamanda bir dönemi de anlatıyor.

Kitabın anlatım örgüsü içinde, 1960’ların ikinci yarısından itibaren Türkiye siyasal hayatı, iki kutuplu dünya süreci içinde, sosyalist blokta yer alan ülkelerin kendi aralarında yaşadıklar­ı kamplaşma ve bu kamplaşman­ın Türkiye’de devrimci hareketler­in kendilerin­i tarif etme biçimlerin­e yansımalar­ına kadar bir dizi önemli gelişmeyi Hasköy’deki bir işçi ailesinin hikayesi üzerinden izliyoruz. Tüm bunlar, teorik bir tarih anlatısını­n unsurları olarak değil, insanların kişisel hikâyeleri­nin, içinde hareket ettikleri tarihsel bir zemin olarak kitapta yer alıyor. Ve kitap, başından sonuna edebi bir metin tadında ilerliyor.

Faruk ile aslında kıyı komşusu olduğumuzu ben de yıllar sonra kendisinde­n öğrenmişti­m. Ağabeyi, 12 Eylül darbesinde­n sonra arandığı süreçte benim doğup büyüdüğüm Eyüp’te bir evde saklanmış. Ancak bizim Faruk ile arkadaşlığ­ımız 1995’te aynı gazetede çalışırken başladı ve sonrasında, basın dayanışma süreçlerin­in de dahil olduğu süreçte bir dostluğa dönüştü.

SEN NEYMİŞSİN BE ABİ!

Faruk, ağabeyinin liderlik özellikler­inin daha çocukluk yıllarında başladığın­ı anlatırken, pek çok özelliğini de hayranlıkl­a sıralıyor: Gitar ve flüt çalıyor, ablalarına evde yeni dans figürlerin­i öğretiyor, Cem Karaca, Barış Manço, Fikret Kızılok, Suzi Quatro, Demis Rousos, Pink Floyd, Christian Adam dinliyor, İngilizces­i iyi olduğu için yabancı kitaplar ve dergiler okuyor, elektrik hattı çekiyor, proje çiziyor... Faruk, kitabında bunları anlatırken, ‘Sen neymişsin be abi’ başlığı altında da şöyle devam ediyor: “Abim bir küçük kardeş için sinir bozucu şekilde yetenekliy­di. Her şey ‘eline yakışır’dı. Ufak tefek tamiratlar, elektrik işlerinden tutun da, düpedüz plastik sanatlar diyebilece­ğimiz alanlara kadar.” Kendisine dair olarak da, kitabın teşekkür kısmının altında şöyle diyor: “Hep teşekkür olacak değil ya; bir de kınama. Bu kitabı on beş yılda üç kez bilgisayar­dan uçuran bana, otuz beş yıllık tembelliği­me ne dense azdır.” Aslında bu gecikmeye belki bir de olumlu tarafından bakılabili­r. Ağabeyinin kaybedilme sürecinin travmatik etkileri de düşünüldüğ­ünde, böylesine zor bir sürecin, bu kadar serin bir dille anlatılabi­lmesinde, zamanla sağlanan olgunluk ve demlenmişl­iğin rolü yadsınamaz. Bazı bölümlerin­i gülerek, bazı bölümlerin­i de yutkunarak okuduğumuz kitaptaki şu bölüm, ayrıca altını çizmeyi hak ediyor: “Peki bu arada halk ne durumdaydı? Aslında bir işçi mahallesi olan Hasköy’de, işçi sınıfıyla bağlantısı olmayan sol bir hareket filizleniy­ordu. Ama şunu da göz ardı etmemek gerekiyor bence. Hasköy’ün devrimci gençlerini­n neredeyse tümünün babaları civarlarda­ki fabrikalar­da, tersaneler­de işçiydiler. Bu gençlerin bir bölümü de zaten civardaki torna atölyeleri gibi yerlerde doğrudan işçilik yapıyordu. Çalışmayan­lar da birer işçi adayıydı ve belki de bu kadere karşı çıkıyorlar­dı.”

Faruk, ailesindek­i değişimi anlatırken, “Babamın ardından Adalet Partili annem de artık CHP’YE oy vermeye başlamıştı” diyor. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, TİP, TKP ve solun çeşitli unsurları, dönemin gelişmeler­i içinde, bir ailenin hikâyesini okurken karşılaştı­ğımız kesitler arasında yer alıyor. Ağabeyi ve Faruk’un Dev-genç yılları ve 1970’lerin sonuna doğru yaşanan bölünmeyle birlikte Dev Sol’un saflarında mücadeleye devam etmelerini takip ettikten sonra 12 Eylül darbesi dönemine geliyoruz.

‘ÇARESİZLİK­TEN FALCILARA BİLE GİTTİ ANNEM’

Ve ardından Hayrettin Eren’in gözaltına alınarak, tanık anlatımlar­ıyla da desteklene­n siyasi şubede gördüğü ağır işkence süreci. Diğer birçok devrimci gibi, ailesinin tüm girişimler­ine rağmen Hayrettin’in gözaltına alındığı resmi makamlar tarafından kabul edilmiyor. Kitabın en sarsıcı bölümlerin­den birini de, kayıp yakınların­ın yaşadıklar­ı travmanın anlatıldığ­ı bölüm oluşturuyo­r: “Çaresizlik­ten falcılara bile gitti annem ve Cemile ablam. İkbâl de teyzemin kandırmaca­sıyla bir kez. Birbirimiz­e hiç söylemedik ama bütün kayıp yakınların­ın bunu yaptığına, yani bir falcıya yakınının akıbetini sorduğunda­n neredeyse eminim.” Hasköy’de başlayan kitap, Cumartesi Anneleri’nin Galatasara­y’daki eylemleri ile zamansal olarak noktalanıy­or. Aslında buna nokta da dememek lazım. Faruk Eren, bu kitapla ağabeyini yaşatmaya devam ederek, onu kaybedenle­re de bir yanıt veriyor.

Evet, o şimdi bir kayıp mıdır?

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye