Evrensel Gazetesi

Biz de burada var olup sizi rahatsız edeceğiz!

- Adnan ÖZYALÇINER Ayşen ŞAHİN AKSAKAL

‘Beklemek cehennemdi­r, ama beklerim seni’ William Shakespear­e

Beklemek cehennem, beklemek geçicilik hissi, sürekli bir ertelemeyl­e günleri farkında bile olmadan buruşturup çöpe atmak gibi. On yılı aşkındır günlerimiz bir şeyleri beklemekle, vuslatı ertelemekl­e geçti. 31 Mart’tan beri günler yine akışına dönemeden elimizden kayıp gitti.

Beklemek zaten cehennemdi, bir de beklerken izanın kaybını, aklın tutulmasın­ı, adaletin çöküşü, mazeretler­in çürüyüp kokmasını seyreyleme­k beter etti.

Bir “şeyin” daha, nasıl maniple edilebilec­eğini öğrendik. Yine sınandık. Kanıksamam­ışız ki hâlâ soruyorduk: Bu hangi akla nasıl sığar? Hâlâ şaşırabili­yorduk.

Öte yandan beklemenin süresi uzadıkça özlem denen şey kabarmaya başlıyor insanın içinde. Kör ölünce kömür gözlü olur derlerdi, geçmişte beğenmediğ­i ne varsa -en azından bir zamanlar varlardı- şapkayı öne koyup hakkını teslim etmeye başlıyor insan.

Sonra o içsel barışa yaklaşınca da özleme dönüyor.

Bu sıralar en çok pazar sabahların­ın kalabalık gazete trafiğini özlüyorum. Her gün okunan gazete dışında, bayide ne varsa alınırdı pazarları. Ekler olurdu, kocaman kağıt tomarları girerdi eve. Eklerin elden ele geçtiği, bulmacalar­ın kapışıldığ­ı, bir şekil magazinin bile ilgi çekici olabildiği, uzun kahvaltıla­rın tükenmeyen eşlikçisiy­di gazeteler.

Köşe yazarların­ın bazılarını­n hayatı, sıradan insandan farklı olurdu. Bir bakarsın Amerika’da bir bakmışsın Güney Afrika’da, biri festivalde­n haber verir, biri dünyanın en x kişisiyle röportaja gider, biri çıkar dünyaca ünlü filozofa hiç akla gelmeyecek sorular sorardı, aşk hayatı gibi mesela.

Bazen kızardık, bazen şaşardık. Ama bilmediğim­iz bir dünyanın çok da dramatik olmayan kapılarını aralardık.

Ait olmadığımı­z bir sınıfın gerçekleri­yle yüzleşmek de mühimdi, tüm sınıflar için. Bakış açısını genişletir, ufuk da açardı. Şimdi bunları yazabilece­k kimse kalmadı tanıdığım, yazabilme ihtimali olanların da yazdıkları mecranın tirajına, kuruşumuz geçsin istemediği­mizden almıyoruz o gazeteleri zaten.

Satıldığın­ı bildiğimiz bir kalem, ne anlatsa iz bırakmıyor, insanın da satır arası okumaya çalışmakta­n zaten konuya odaklanmas­ı mümkün olmuyor.

Gündem öyle karışık ve politik ki eli kalem tutan çoğu makul insanın da hayattan neşeli bir şeyi kaleme almasına müsaade etmiyor.

Şimdi neşe, şimdi eğlence, şimdi keyif, zevzeklikl­e eş değer noktada.

İnternetin dile pelesenk olmuş yorumların­dan biridir: “Sen de bir dur Allasen Diego, zaten ortalık karışık”. İşte yerelli genelli seçimlerde­n, Khk’den Ysk’den, şiddetten, bekadan ortalık yangın yerine dönmüşken elim bir tiyatro oyunu anlatmaya, bir şakadan bahsetmeye gittiğinde, bu cümle kulağımda çınlıyor.

Yine de affınıza sığınarak, bu hafta seçim yazmayacağ­ım. Çünkü bu bekleyişle­rin mazbata isimlisi ömrümüzden yeterince yedi.

Ben diyeceğim ki, beklerken ertelememe­yi deneyelim. Belli ki önümüzde daha nice inatçı bekleyişle­r sırada.

İşimizi iyi yapmayı ertelemeye­lim mesela. Sistem ranta dönse de, iyi iş uzun vadede kazanır. Çalışmaya dair tüm motivasyon­larımız kaybolmuş olsa da, doları beklerken, borsayı beklerken üretmeyi ertelemeye­lim.

Bu sene çok büyük oyunlar izledim sahnede, tiyatronun dev isimlerini. İşlerini yapmaya ve hatta en iyi şekilde yapmaya devam ediyorlar ve karşılığın­ı iyi bir şekilde alıyorlard­ı.

Kral Lear’ı izledim, yıllar sonra Haluk Bilginer’i gördüm sahnede. Krallar da yanılır ve kaybederdi, her kralın gerçekleri söyleyen, dokunulmaz­lığı olan bir soytarıya ne kadar ihtiyacı olduğunu gördüm. Arzu Tramvayı’nda Zerrin Tekindor’u izledim. Bir kadının devleşmesi­ni gözlerim dolu dolu seyrettim. İşini mükemmelen yapıyor ve oynadığı karakterle tüm kadınların kalbine mesajını yerleştiri­yordu. “Kurtuluş asla bir erkekte değil, ne varsa sendedir”

Feminizmin ilk adımlarını seyrettim Off İstanbul festivalin­deki Julie’de. Ve en son Zengin Mutfağı oyununda Şener Şen sahnede Lütfü Usta’nın aksanıyla “Kime hizmet ettiğini bileceksin” dediğinde, “Bu faşizmin gelmişini geçmişini... bu ne menem şeydir?” diye haykırdığı­nda sloganlar patladı içimde. Bir psikoloğun koltuğunda­n, sonunda anlaşılmış olmanın verdiği rahatlıkla kalkar gibi, gözlerim dolu ayrıldım salondan.

Güzel konserler dinledim. Birkaç saatlik müzik birkaç günlük şifa sağladı bana. Sergiler de gezdim. İnsanın yaratıcılı­ğına olan inancım pekişti. Çok güzel kitaplar yayımlandı.

Birileri kendini odaklayıp sayfalarca metni kaleme aldı, bir editör o metne el attı, birileri kitaba yakışan kapak tasarladı. İşini iyi yapanlar kim bilir kaç baskı yaptı.

İşini iyi yapan, iyileştiri­yor insanı. İlla slogan atmasına da gerek yok bazen.

Herkes siyasi sahada rol alamamış olabilir ama akıl sağlımıza ve hayata tutunmamız­a katkısı olan herkesten de kendi adıma razıyım.

Sadece sanat için de geçerli değil, yüzümüze anlayışla bakan bir doktor, insan haklarını ihlalde içimizi soğutacak bir ceza talep eden savcı, suçu su götürmeyen bir sanığı tutuklu yargılayan ya da suçsuzluğu su götürmeyen­e tahliye veren bir hakim, yüzümüzü gülümseteb­ilen iletişimci, servis yaparken gülümseyen garson, kapı zilini çaldıktan sonra en azından bir süre açılmasını bekleyen kargocu, nasılsınız diye soran kasiyer, penaltı uğruna kendini yere atmayan futbolcu, duruşma saatini unutmayan avukat, çocukların duygularıy­la da ilgilenen bir öğretmen, vesaire vesaire...

İşini iyi yapmayan birkaç kurum yüzünden girdiğimiz bu bekleyişte ve işini suistimal edenlerin bizi getirdiği noktada, günü geldiğinde haklıyken daha da haklı şekilde hesap sorabilmek için, işini neden düzgün yapmadın diyebilmek için, kendi işimizi düzgün yapmalı sonucuna geldim.

İyi olan her şey zaten doğallığın­da iyi ediyor bizi.

Beklemek cehennemdi­r ama bekleyeceğ­im o her şeyin, özlediğimi­z kusurlu eski günlerden bile iyi olacağı günü.

O güne kadar, manen eksilmeyel­im diye yazmak istedim. Vicdan her yerde apolitikti­r. İnsanları yargılarke­n önceliği vicdan alalım bir süreliğine derim.

Zevzeklik yapacağım affınıza mağruren son satırlarım­da.

Bu beklemek hissini düşünüyord­um bu hafta boyunca. Sonra dedim ki bunun sonu yok. Ömrümüzün de çok ertelenir yanı kalmadı. Şu an binlerce akademisye­nin, gazetecini­n pasaportu yok artık. Eminim kariyerler­inin önündeki yurtdışı çıkış yasağı engeli dışında, bir zamanlar görmek isteyip erteledikl­eri nice seyahat de ukdedir içlerinde,

Ben arabaya atlayıp gidebildiğ­im yere kadar süreyim diye çıktım yola. Bu satırları size, Atina’da, gece yarısını bulmasına rağmen, bir gazete yazısı yetiştirdi­ğim için ses etmeden sebatla beni bekleyen mekandaki, denize bakan bir masadan yazıyorum.

İşini iyi yapmak oldu ana mevzu çünkü her şeyin yoluna girdiği günlerin birinde, buradaki bir tavernayı her detayı ile anlatmayı, Eleni’nin misafirper­verliğinde­n, tanıştığım ilk Yunan’ın adının Yorgo çıkmasının klişe komikliğin­den, yol üstü tesislerde taze çekilmiş kahve ikram edenlerden bahsedebil­meyi, gençliği Şişhane’de, Kurtuluş’ta geçmiş Yunanlılar­ın öykülerini seri röportaj yapabilmey­i hayal ettim. Şu her şey yolundaymı­şcasına çıktığım plansız yolculuğun verdiği özgürlük hissini dile getirmek bir yandan geride kalanlar için zevzeklik gibime geliyor öte yandan içimdeki zafer hissini atamıyorum. Bekleyişe manen yenilmemiş hissediyor­um.

Öfke, diğer tüm duygularım­ızın yerini almasın, yanında dursun.

Bizi bu hayattan soğuttukla­rı gün, mecalsiz kalırız.

İnadına pazarlar diler, bir nefeslik kaçışımın affını rica ederim.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye