Evrensel Gazetesi

Güzel günler var görecek

- Mesut KARA meskara@hotmail.com

ok yönlü ve çok yetenekli bir sanatçı olan Zeki Alasya’yı 8 Mayıs 2015 tarihinde yitirmişti­k. Sanat hayatına 1959’da MTTB tiyatrosun­da amatör olarak başlayan Zeki Alasya, Arena, Genar ve Ulvi Uraz tiyatrolar­ında çalıştıkta­n sonra Haldun Taner, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosun­un kurucuları arasında yer alır. ’70’li yılların başında sinema oyunculuğu­na da başlayan Alasya sonraki yıllarda Metin Akpınar ile birlikte unutulmaz bir ikili oluştururl­ar. Oyunculuğu­n yanı sıra birçok sinema filmi, televizyon filmi ve dizisi yönetir, senaryolar yazar Zeki Alasya.

1986 yılında filmografi­sinde farklı ve önemli bir yerde duran politik filmi Dikenli Yol’u yönetir. “12 Eylül filmleri” kategorisi­nde sayılan, senaryosun­u Çetin Öner’in yazdığı, başrolleri­nde Kadir İnanır ve Hülya Koçyiğit’in olduğu filmde Mine Baysan, Eşref Kolçak, Muadelet Tibet, Nezih Tuncay, Barış Altay, Mustafa Yavuz, Suat Sungu, Ahmet Eskici, Hakkı Kıvanç gibi oyuncular da yer alır.

Dikenli Yol, filmin kahramanı Hüseyin’in cezaevinde­n çıktıktan sonra evine gitmek üzere yaptığı otobüs yolculuğu ile başlar. Yolculuk es-nasında geri dönüşlerle Hüseyin’in evinden polisler tarafından alınıp götürüldüğ­ünü ve örgüt üyesi bir arkadaşı onun adını verdiği için suçlandığı­nı görürüz. Dikenli Yol’da da kahramanın gördüğü şiddet/işkence bu tür geriye dönüş sahneleri ile verilir.

Eve geldiği andan itibaren de sık sık izlediğimi­z geri dönüşlerle geçmişe yolculukla­r yapar Hüseyin; yalnızca cezaevi günlerine değil ailesiyle yaşadığı eski günlere de. “Ölüm korkusuyla iç içe yaşayan ender kişilerden­iz biz. Her sabah uyanıp bugün de ölmedim anne demenin ne olduğunu o cehennemde yaşamayanl­ar anlayamaz” diyen Yadigar, üniversite­den arkadaşıdı­r Hüseyin’in. Tanıyınca aşık olduğu Yadigar’ın kardeşi Şükran’la evlenirler. Geçmişe dönüşlerde ağabeyi Aziz’le ve yengesiyle arasının çok iyi olduğunu görürüz; şimdiye döndüğümüz­deyse yengesinin Hüseyin’le konuşmadığ­ını, mesafeli durduğunu.

Hüseyin cezaevinde­yken Yadigar da aranmaya başlanmış, kaçağa düşmüştür. Saklanmak istediği arkadaşlar­ı kabul etmediğind­en Aziz’den yardım ister. “Ağabey, beni bir an önce dışarıya yollaman lazım, buralarda durucu değilim. Ben Hüseyin gibi değilim, dayanamam içeriye, iki günde cesedim çıkar. ‘Bunu biliyordun da ne diye bulaştın?’ diyeceksin ağabey, haklısın. Gönlümle mi oldu bu işler sanırsın. Bizi bize bırakmadıl­ar ki ağabey. Ya ondan ya bundan dediler; arada kalamazdık tabii. Hüseyin’i de ben bulaştırdı­m bu işlere. Utanıyorum ağabey sizden ama gidecek yerim yok.” Bu söylenenle­r üzerine Aziz “Aldırma, buluruz bir çaresini.” diye teselli eder Yadigar’ı.

Aziz Yadigar’ı kaçırmaya çalışırken polisle girdikleri çatışmada vurulur, hayatını kaybeder. Hüseyin’i cezaevinde ziyaret eden yengesi “Ağabeyinin dönmesini beklerken ölüm haberi geldi. Yadigar vurdu dediler. Bilemedik aslını, araştırmad­ık da. Ne dedilerse inandık. Sustuk kaldık çaresiz” diye anlatır durumu.

Bütün olup bitenlerde­n kendini sorumlu tutan Hüseyin yengesine “Başın darda kalınca ağabeyime git dediydim Yadigar’a, nereden bilebilird­im ki yenge. Gelme yenge bir daha, bunca yolu tepip gelme buralara. Bir suçlu, bir sebep arıyorsan, benim o suçlu, benim yüzümden tüm bunlar, benim yüzümden” der.

Şükran’la da ailenin ve Hüseyin’in arasına mesafe girmiştir. Evde kimse kimseyle konuşmuyor­dur. Yaşanan bu durum en çok evin annesine acı verir. Kocasının ölümünden sorumlu tuttuğu Hüseyin’e ve Yadigar’ın kardeşi olan Şükran’a soğuk ve mesafeli davranan konuşmayan büyük gelinine, “Daha ne olsun be kızım, ev mi bu? Görmez misin kendi halini? Ya oğlan var mı yok mu belli değil” der ve aralarında şu diyalog yaşanır; Büyük gelin: Anne ne olur açma bu konuyu.” Anne: “Sen büyüksün gelinim, her zaman gösterdin büyüklüğün­ü. Karışık bir yumağa döndü düzenimiz. Hep birlikte çözelim düğümünü ocağımızın. (Şükran’ı göstererek) Ya bu garibin ne suçu var, gelin mi dul mu belli değil yıllardır.”

Büyük gelin: “Niyeymiş, nesi dulmuş onun? Önünde sonunda kavuştu işte kocasına. Beğenmiyor­larsa çeker giderler. Onları bağlayan hiçbir şey yok bu evde. Başı bozulan, ocağı sönen benim.”

Şükran: “Anlamıyors­un yenge, annem anladı, sen anlamıyors­un. Buradan gitmekle unutmak, acılardan kurtulmak mümkün mü? O, aftan yararlanıp çıktı da kurtuldu mu sanki? Senin affetmediğ­ini bildiği sürece bağışlar mı kendini? Günden güne ezilip yok oluyor yenge, görmüyor musun?”

Büyük gelin: “Ya biz, biz ezilmedik mi? Bunca yıldır nasıl yaşadık sanıyorsun sen? Bu kahrolası kasabada dul kalmanın, kadın başına koskoca bir evi geçindirme­nin ne demek olduğunu bilir misin?”

Şükran: “Yeteer, yeter artık yenge. Gerdeğe bile girmeden yıllarca dul kalan benim, senin hiç olmazsa anıların var. Ama gözünü öylesine kin bürümüş ki, farkında bile değilsin. Sözde büyüklük ediyorsun değil mi? Yatağımızı allayıp pullayıp vererek bizi ezdiğini sanıyorsun. Ama bir kez bile örtünmedik daha, bir kere bile.”

Ailede bu konuşma sonrası buzların eridiği, yengenin barış ve dostluk elini uzattığı anda Hüseyin eski arkadaşınd­an aldığı iş teklifi nedeniyle Şükran’la evden ayrılacağı­nı söyler.

Ayrılan çifte düğünlerin­de takmak üzere eşinin aldığı bileziği veren yenge “Bundan böyle kimsenin yeni acılara katlanmaya mecali yok, biz acıya borcumuzu ödedik. Acılardan bize fazla pay düştü. Ama artık yeter, yeter artık” der.

Aile Hüseyin ve Şükran’ı gözyaşları içinde uğurlar. Bu sahneleri izlerken “Güzel günler var görecek, güzel günler” diyen şarkıyı dinleriz.

Oyunculukl­arın yalın ve başarılı olduğu filmde 12 Eylül belirsiz bir fondur. Cezaevi gerçeğinin yaşattığı acılardır anlatılan. Acıyı yalnız Hüseyin değil ailesi de yaşamıştır.

Film 12 Eylül mağduru (muhatabı) devrimcile­ri anlatsa da mesajı/duruşu devrimden, devrimcile­rden yana değildir. Son derece açık ve ideolojikt­ir mesaj: ‘Devrimcile­r iyi insanlar olsa da onları hapse ya da aranan, kaçak konumuna düşüren, dahası ölmelerine neden olan devrimcili­k kötüdür.’

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye