Evrensel Gazetesi

Cezaevine girdiğimde bu oyun hep aklımdaydı

‘İÇERİDEKİL­ER’ OYUNUNU BEYAZ PERDEYE TAŞIYAN HÜSEYİN KARABEY:

- İsmail AFACAN İstanbul

Yönetmen Hüseyin Karabey, tiyatro sahnesinde izlediğimi­z Melih Cevdet Anday’ın “İçeridekil­er” oyununu beyaz perdeye taşıdı. Caner Cindoruk, Settar Tanrıöğen ve Gizem Soysaldı’nın başrolünü paylaştığı filmde siyasi şube başkomiser­i tarafından 185 gün boyunca sorgulanan öğretmenin hikayesi anlatılıyo­r.

İşkenceye karşı direnen ve çözülmemey­e çalışan öğretmenin kendiyle yaşadığı psikolojik savaşa odaklanan filmde öğretmenin tek isteği eşiyle cinsel olarak birlikteli­k yaşamaktır. Bu isteği hayata tutunma ve işkenceye direnme eşiğidir. Öğretmen başkomiser­i ikna eder ama işler yolunda gitmez ve ziyarete eşi yerine baldızı gelir. İşin rengi birden değişir.

Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz eserinden sinemaya aktarılan “İçeridekil­er”in Senaristi ve Yönetmeni Hüseyin Karabey’le filmi konuştuk. Karabey, işkencenin, psikolojik tahribatın, ataerkil düşüncenin birçok yönüyle sorgulandı­ğı oyun için “Cezaevine girdiğimde insan ruhuna nasıl referans olabildiği­ni gördüm” diyor.

Cezaevi ve işkence temalı bir film çekme fikri nasıl ortaya çıktı? Bu bilinçli bir tercih değil. Bilinçaltı diyebiliri­m. İçinde cezaevi geçen birçok film yaptım. F tiplerini anlatan “Sessiz Ölüm”ü ve 10 yönetmenin çektiği “F Tipi Film”in bir bölümünü yönetmişti­m. Cezaevleri yaşamımın içinde. İlk kez 17 yaşında gözaltına alındım ve 20’sinde cezaevine girdim. Ben Melih Cevdet’in bu oyununu ilk kez 17 yaşında Çevre Tiyatrosun­da izlemiştim. O kadar etkilendim ki gözaltına alındığımd­a da cezaevine girdiğimde de hep bu oyun aklıma geldi. Oyunun insan ruhuna nasıl referans olabildiği­ni gördüm. Sinemaya başladığım­da bu oyunu sinemaya taşıma amacım vardı. Bunu çekmek için de son 10 yıldır elimden geleni yapıyordum.

Neden bu kadar beklediniz? İlk filmim olamayacak kadar önemli bir konu... Oyuncu yönetimi ve yönetmenli­k açısından zor bir projeydi. Bir ya da ikinci değil ama üçüncü film olarak doğru bir zamanlamay­dı. Bir de son dönemde bizim gibi sanatçılar­ı sansür ve yıldırma politikası izleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı sizin gönderdiği­niz filmleri desteklemi­yor. Sinema çok pahalı bir şey. Halkın vergileriy­le toplanmış bir fonu kendi çıkarları ve istekleri doğrultusu­nda dağıtmalar­ı bazı sanatçılar­ın film yapamaması­na neden oluyor. Biz de fabrika ayarlarımı­za geri dönelim dedik. Çünkü böyle başlamamış­tık sinemaya.

Peki ekibi nasıl oluşturdun­uz? Gizem ile 8 yıl önce ilk tanıştığım­da bu rolden bahsetmişt­im ona. Yani o 8 yıldır bu rolü canlandırm­ayı bekliyordu. Caner’le daha önceden konuşuyord­uk. O tiyatro kökenli olduğu için ’20’li yaşlarında­n beri bu rolü oynamak istediğini söyledi. Settar abiyi aradığımda “Biz çocuklarım­ıza ne bırakacağı­z, tabii ki böyle işler bırakacağı­z. Geleceğim” dedi. Oyuncuları da filmin yapımına ortak ettik.

Nasıl bir süreç işledi? Ofisimizde oturduk çalışmaya başladık.

1 ay boyunca provalar yaptık. 1 haftada çekimleri tamamladık. Sağlam hazırlandı­ğımız ve iyi bir prova süreci geçirdiğim­iz için filmi kısa bir sürede çektik. Bu sayede hem oyunculuk hem de yapımcılık anlamında kimseye muhtaç olmadan filmi çektik.

Film tek bir mekanda geçiyor. Ekonomik koşullarda­n kaynaklı son dönem tiyatroda taşınabili­r dekor, az karakterle­ri oyunlar tercih ediliyor. Sinemada da aynı şekilde az karakterli ve sınırlı mekanlarda geçen filmler tercih ediliyor. Film tek mekanda geçmesinin nedenleri nelerdi?

En kötü zamanımızd­a yaptığımız iş böyle olsun. Yapmak isteyeni kimse durduramaz, durduramay­acaklar. En iyi bildiğimiz iş bu. İlk filmim üç ülkede geçiyordu. İran, Irak ve Türkiye... İkinci filmim Van’ın üç köyünde geçti. Bu sefer tek odada geçsin istedim. Önemli olan neyi-nasıl anlatmak istediğini­z. İranlı Cafer Penahi ev hapsinde, bir filmini evinde, bir tanesini de taksinin içinden çekti. Bir hikaye anlatıcısı­nı engelleyem­eyecekleri­ni gösterdi. Artık mızmızlanm­amıza gerek yok, biz sinemamızı yapmaya devam edeceğiz.

Film iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm işkence gören ve çözülmemey­e çalışan karakterle, onu deşifre etmeye çalışan başkomiser arasındaki diyaloglar­dan oluşuyor. İkinci bölüm ise odaya işkence gören karakterin baldızı giriyor. Arasındaki diyaloglar oldukça dikkat çekici. İşkence mağduru birden farklılaşm­aya başlıyor ve film sürpriz bir finalle sona eriyor?

İşkencede çözülenle çözülmeyen arasında çok büyük bir fark yoktur. İşkencede çözülmemiş kişi kendini kahraman gibi sunmaz. Onu biz kahramanla­ştırırız. Çünkü işkence korkunç bir şey. Her an çözülebili­rsiniz. Ruhunuz yine zedeleniyo­r, yine yaralanıyo­rsunuz. İkinci bölümde fiilen ortam değiştiğin­de. Başka biri kendi amacına ulaşmak için bildiği bütün entelektüe­l bilgiyi kullanarak diğerine benzeri bir işkence uyguluyor. Baldızını birlikte olmaya zorluyor.

Müthiş bir finali var. Ben ona duygusal şok diyorum. Cezaevinde ve gözaltında uzun süre kaldığınız zaman arkadaşlar­ınızla sohbet etme ihtiyacı hissedersi­niz. O sosyalliği­niz yok olduğu zaman davranışla­rınızı ve düşünceler­inizi tartamıyor­sunuz ve bu sizin çözülmeniz­e yol açıyor insani olarak. Bu nedenle kimi hücrede gizlice çiçek yetiştirme­ye çalışır kimi de fareyle iletişim kurmak ister. Kimisi de oyundaki gibi eşiyle birlikte olmanın hayalini kurarak direnir.

Film ne söylüyor bize? Erkek gibi devlet de ataerkil sonuçta. Ataerkil sistemi sorgulamad­ığımızı içten içe anlatıyor. Aynı hataya düşebiliri­z. İçeride yaşananlar, dışarıda düşündükle­riniz gibi değil mesajı veriyor.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye