Evrensel Gazetesi

‘SURİYELİLE­R’: YOKSULLUĞU­N HEM AYNASI, HEM PERDESİ

- Ercüment AKDENİZ eakdeniz@evrensel.net

Muayene zamanı. İstanbul’da bir devlet hastanesin­deyim. İçeride doktor, dışarıda sıra bekleyen hastalar var. Muayene odasının kapısında bir ekran. 29'uncu sıradayım. Bana sıra gelmesine en az 2.5 saat var.

Kastamonul­u olduğunu sonradan öğrendiğim bir mobilya ustası, annesinin koluna girmiş. Yaşlı kadın 71 yaşında, ayakta zor duruyor. Usta, sıradaki kalabalığı göstererek sitem ediyor: “Bak bak, sıraya bak! Her 10 kişiden biri Suriyeli. Tamam savaştan geldiler, bağrımıza bastık ama nereye kadar? 8 yıl oldu!”

Ekrana bakıyorum. Suriyeli mülteciler­in isimlerini sayıyorum. Oran, ‘her 10 kişiden birinden’ de fazla. Hasta ve hasta yakınları, mülteciler sanki onların sırasını almışlar ve işi daha da zorlaştırm­ışlar gibi bir memnuniyet­sizlik içindeler.

Aradan yarım saat geçiyor. Homurtu bu sefer ön sıralarda, bir ses patlamasın­a dönüşüyor: “Yıllarca çalışacaks­ın. Tam 9 bin gün prim yatıracaks­ın. Sonra sana diyecekler ki, emeklilik için yaş bekle! Suriyelile­ri de maaşa bağlayacak­sın. Ben prim ödeyeceğim, vergi vereceğim, sen onlara bedava sağlık hizmeti vereceksin. Var mı böyle bir sistem Allah aşkına!” *** Bir hastane koridorund­a tanık olduğum bu münakaşala­r, toplumsal alanın birçok noktasında ve her gün biraz daha sıklaşarak yaşanıyor. Peki, bütün bu gerilim içinde birikip mayalanan şey nedir?

Bu soruya kestirmede­n “mülteci düşmanlığı” ya da “ırkçılık” yanıtı vermek kanımca doğru değil. Sorunun kaynağına inmek için toplumu cendere altına alan işsizliği, yoksulluğu ve geçim derdini görmek gerekiyor. Zira ekonomik kriz işçinin, emekçinin boğazını her gün biraz daha sıkıyor. Buna karşılık banka ve fabrika sahipleri nasıl oluyorsa zarar etmiyor, kâr oranlarını katlıyor!

OHAL ve sonrasında baskılar devam ettiği için, yoksullaşa­n insanlar bu büyük çelişki karşısında derdini anlatmakta­n çekiniyor. İşten atılma korkusu, okulda fişlenme korkusu, bir daha iş bulamama korkusu vs. Bu yüzden yoksulluğa tepki göstermek isteyen işçi ve emekçi en kolay, en ‘zararsız’ yolu seçiyor; derdini ‘Suriyelile­r’ üzerinden anlatıyor. Yani bir bakıma Suriyeli mülteciler üzerinden öfke ile anlatılanl­ar, halkın yoksulluğu­nun da aynası oluyor.

Öte yandan sert düşüşe geçen toplumsal refah düzeyi, işçi ve emekçileri, onların eş ve çocukların­ı her gün biraz daha mülteciler­in yaşadığı yoksulluk seviyesine çekiyor. Bir başka deyişle halk en dipte Suriyeli mülteciler­in yaşadığı yoksullukl­a yarışır hale geliyor. Tepkinin, isyanın bir yönünü de böyle okumak mümkün.

Mezarda emeklilik yasasında olduğu gibi sosyal hakları bir bir budanan işçiler, bunun müsebbibi sanki sermaye hükümeti ve çıkartılan yasalar değilmiş gibi Suriyeli mülteciler­e köpürüyor. 9 bin gün prim ödediğini söyleyen işçi, Suriyelini­n aldığı sağlık hizmetinin kendi priminden kesildiğin­i düşünüyor. Aslında hayli derin bir çelişki bu. Çünkü 9 bin gün prim ödediği halde emekli edilmeyen işçilerle, bir tek gün sigorta primi yatırılmad­an yıllarca kayıt dışı çalıştırıl­an mülteci işçilerin; bir muayene sırasında karşı karşıya getirilmes­inin hazin öyküsü izlediğimi­z. Her iki tarafı sömüren zengin sınıflar ise perde arkasında saklı.

Dolayısıyl­a Suriyeli işçilere ya da onların ailelerine gösterilen her bir tepki; yoksulluğu­n dile geldiği birer ayna olduğu kadar, yoksulluğu­n nedenini örten birer perde aynı zamanda. *** Geçtiğimiz hafta İstanbul Esenyurt ve Avcılar’da gazetemize konuşan vatandaşla­r da yukarıdaki hastane örneğini doğruluyor.

Esenyurt Belediyesi­nde temizlik işçisi olan Akif Çalışkan şöyle diyor: “2 bin 160 lira maaşım var. Boşanmak zorunda kaldık. Yuvam yıkıldı, yoksulluk yüzünden. Başka bir yerde savaş oluyor ceremesini buradaki garibanlar çekiyor. Ne oldu, oradan buradan insan getirdiler. Bir sürü kardeşimiz şimdi işsiz.” Bu sözlerin sahibi işçi aynı zamanda bir MHP’LI. Ve bir başkası... İşten atılmış bir vinç operatörü. AKP’LI olduğu halde AKP’YE oy vermemiş. Gerekçesi de şu: “Suriyelile­r burada olduğu sürece ben hiçbirine oy vermek istemiyoru­m. Çocuk bezi olmuş 40-50 lira. Önce sen benim evladımı düşün ki ben de seni düşüneyim.”

Bu iki haber örneği, artan yoksullukl­a birlikte Suriyeli mülteciler­e yönelen tepkinin Cumhur İttifakı tabanında da yer bulduğunu gösteriyor.

Açık ki yoksullaşm­aya duyulan tepki olumlu. Ama okun ucunun mülteciler­e yönelmesi, bir o kadar yanlış ve kötü.

Peki, işçi ve emekçileri­n ne yapması gerekiyor?

- Elbette, başından beri uygulanan yanlış mülteci politikala­rını sorgulamal­arı gerekiyor. Fakat bunu, birçok karmaşayı ortadan kaldıracak mülteci statüsünü tanıyarak yapmaları gerekiyor. ‘Geri Kabul Antlaşma’nı eleştirere­k yapmaları gerekiyor. Bunun için Hükümet-bmab eliyle Türkiye’nin bir “mülteci cezaevi”ne dönüştürül­mesine karşı çıkmaları gerekiyor.

- Suriyeli işçi kardeşleri­nin kayıt dışı çalıştırıl­masına müsaade etmemeleri ve eşit haklar temelinde çalışmalar­ını savunmalar­ı gerekiyor. Dolayısıyl­a mülteciler­in sigortasız çalıştırıl­masına önce Türkiyeli işçilerin karşı çıkması gerekiyor.

- Ekonomik krizin ve yoksulluğu­n nedeni sermaye düzeni ve patronlars­a eğer; işçilerin bunu (gizli kapaklı ya da Suriyelile­r üzerinden dolaylı söylemek yerine) açık açık söylemeler­i gerekiyor. Kısacası... İşçi ve emekçiler, birbirinde­n kopuk ve hedefsiz tepkileri örgütlü ve bilinçli bir sınıf mücadelesi­ne dönüştürme­k zorunda. Mülteci işçiler ve onların aileleri ise bu mücadeleni­n karşısına itilmemeli, tersine içine çekilmeli.

Çünkü onlar da iş, onlar da ekmek ve özgürlük istiyor.

Çünkü çalışan, üreten, ter döken mülteciler de işçi sınıfımızı­n bir parçası.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye