TÜRKİYE’Yİ KİM KUŞATIYOR?
TÜRKİYE medyasında bir süredir içeride ve daha önemlisi dışarda AKP politikalarını karşı olanlara yönelik tonu yükselen bir söylem yayılıyor.
İçeriye yönelik söylem, muhalefet sınıflandırılarak tüm muhalefetin terörizmle ve özellikle PKK ile iş birliği içinde olduğu şeklinde tezahür etti. Bu söylem, amacına ulaşamadı. Bunun kanıtı, İktidar partisinin başta Ankara ve İstanbul olmak üzere çoğu büyük şehirde belediye seçimlerini kaybetmesi. Ancak dışa karşı yapılan kampanya büyük ölçüde genişledi ve bir ya da iki devlet hariç herkes dahil edildi.
Türk söylemi esasen iki aşamadan geçti: Birinci aşama “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç. Akp’nin “Yeni Osmanlı” projesinin uygulanmasına başlanması. AKP, Arap rejimlerinin tek tek, doğrudan ve dolaylı kontrolü için fırsatın geldiğini hissetti.
Bu proje en yakın yerde, Suriye’de başladı. Suriye’deki rejimi ve devleti devirmek için bütün güce başvuruldu. Dokuz yıl sonra Türk rejimi hedefine ulaşmayı başaramadı. Sonrasında halen faal olan askeri üsler sayesinde Irak’ta bir etki tabanına sahip olmaya yöneldi. Bu üslerin en bariz olanı Başika üssüydü. Irak’ın yatay ve dikey bölünmesi, Türk askeri üslerinin devam etmesi için bir fırsat sunuyor.
Türkiye’nin sorunlu söyleminin ikinci aşaması, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi rejiminin devrilmesi sürecinde gerçekleşti. Erdoğan, Abdulfettah Sisi’ye ve darbe döneminde gerçekleşen olaylara karşı şiddetli bir kampanya başlattı. Ancak bu söylem, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sisi’nin yanında yer alan ülkeleri ve güçleri kapsayacak şekilde genişledi.
Türk medyası bu iki ülkeye karşı yüksek profilli bir kampanya başlattı. Yazılar, “I. Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu’na Arapların ihaneti” ifadeleriyle durmadı. Türk medyasına göre, Türkiye ile bazı Arap ülkeleri arasındaki mevcut anlaşmazlıkta dikkat çeken şey neydi? Birinci Dünya Savaşı senaryosunun tekrarlanmasıydı. Bazı Arap devletleri, 100 yıl önce olduğu gibi Türkiye’yi kuşatmak ve parçalamak istiyordu.
“Sıfır sorun” politikası başladığında bütün Araplar bu politikayı memnuniyetle karşıladılar. Türkiye, kısmen de olsa İsrail ile yakın ilişkiler tünelinden çıkmak zorunda kaldı. Arap ulusal güvenliği için bir tehditten, dost canlısı ve iş birliğine açık bir devlete dönüşüyordu. Ayrıca, Türkiye’nin Arap Birliği’ne gözlemci olması memnuniyetle karşılandı. Lakin, bölgenin okyanustan Körfez’e kadar tahakkümünü amaçlayan projenin üstündeki sis perdesi kalktı. Amaç, karşılıklı saygı çerçevesinde iş birliğine dayalı ilişkiler kurmak değildi. Türkiye’nin bir iki istisna dışında Araplarla arasının kötüleşmesinin arkasındaki sebep buydu.