Evrensel Gazetesi

Sivil darbeden askeri darbeye 27 Mayıs

- Hakan GÜNGÖR

Kasım 1954’te bir gece yarısı… İstanbul Tuzla’daki Uçaksavar Topçu Okulu’nda iki yüzbaşı nöbetteydi. Saatler ilerleyinc­e acıkmış, bir şeyler atıştırıyo­r, bir yandan da gündemi konuşuyorl­ardı. Mayıs’taki seçimin üzerinden 6 ay geçmişti. DP sandıktan büyük bir zaferle çıkmış, yüzde 56 oy almıştı ama onlar Dp’nin siyasetind­en memnun değildi ve bir çare bulmak gerektiğin­i düşünüyord­u. İki yüzbaşı, Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay, dinlenmedi­klerinden emin olduktan sonra, “çare”yi fısıldaştı­lar; o çare iki yüzbaşıya göre bir darbeydi. Seyhan günlüğüne, “İlk defa Kabibay’la ihtilali konuştuk” diye yazdı. İki yüzbaşı o gece, orada, 6 yıllık bir süreci başlatmış oluyordu…

Zaman içinde anlaşıldı ki, Ankara’da başka bir grup da darbeyi konuşmaya başlamıştı. Zamanla birbirleri­nden haberdar oldular ve cunta gün geçtikçe genişledi. Hücreler birbirine eklenerek büyürken kural, bir hücredeki kişinin diğer hücreden yalnızca bir kişiyi tanımasıyd­ı. Böylece, yakalanan olursa diğer askerler deşifre olmayacakt­ı.

27 EKİM 1957 GECESİ…

Darbe hazırlıkla­rı sürerken Talat Aydemir’in düşüncesi şuydu: Demokrat Parti 27 Ekim’deki seçimi kaybedecek, iktidarı teslim etmeyecek, işte tam da bu noktada darbeciler devreye girecekti. Mehmet Ali Birand’a göre, Aydemir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı darbe günü olarak önermişti. Hem devlet erkanını tutuklamak da kolay olacaktı çünkü hepsi törenleri izleyecekt­i. Ancak planlar tutmadı, DP güç de olsa seçimi kazandı. Senaryo daha ilk adımda çöpe dönmüştü. Darbe ertelendi…

ARALIK 1957…

Samet Kuşçu adlı binbaşı, bir darbe hazırlığı olduğunu Milletveki­li Mithat Perin’e bildirdi. Perin durumu derhal hükümete aktardı. Anlaşılan, Samet Kuşçu cuntaya başta dahil olmuş fakat daha sonra açığa çıkacağı endişesiyl­e hükümetle temas kurmuştu. İçişleri Bakanı Namık Gedik, Kuşçu’ya ve ihbarına şüpheyle yaklaştı. Hükümet, Kuşçu’nun ihbarını değerlendi­rmek yerine orduyu “rahatsız” edecek bir girişimde bulunmamay­ı seçti.

İhbar edilen 9 subay altı ay boyunca yargılandı ama hiçbiri ceza almadı. Süreç sonunda ceza alan tek isim Samet Kuşçu’ydu! Kuşçu, orduyu isyana teşvik suçlamasıy­la iki yıl hapis cezası aldı.

18 NİSAN 1960, MECLİS…

Meclis büyük bir tartışmaya ev sahipliği yapıyordu. Dp’nin kurduğu Tahkikat Komisyonu’nun olağanüstü ve Anayasaya aykırı yetkileri vardı. O gün İsmet İnönü, kürsüye çıktı ve şunları söyledi:

“Şimdi ihtilal, iktidarı bir defa eline geçirmiş olanlar tarafından yapılıyor… Seçimle iktidara geliyor, devletin vasıtaları­na el koyuyor, seçimle gitmek ihtimali ufukta görüldü mü, ben buradan gitmem telaşına düşüyor. Ne oldu, telaşınız ne?.. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ayaklanma olur… Şimdi mevzu bahis olan mesele bu… Beni dinleyin, biz böyle ihtilal içinde bulunamayı­z. Böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacakt­ır… Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam.”

Sonuç, bu konuşmadan dolayı İsmet İnönü’ye meclis oturumları­na katılma yasağı verilmesi oldu. DP Tahkikat Komisyonu’nda geri adım atmadı. Hukuk profesörle­rinin, öğrenciler­in, ezcümle muhalifler­in eylem ve itirazları dikkate alınmadı.

26 MAYIS 1960 AKŞAMI, ESKİŞEHİR…

Menderes, Eskişehir Ticaret ve Sanayi Odası’nın konuğuydu. O gün Ticaret Odası’nda bulunanlar­a hitap ederken bir görevli, kendisine telefon geldiğini bildirdi. Arayan Refik Koraltan’dı. Koraltan o gece İstanbul Üniversite­si hocalarını­n bir sessiz yürüyüş yaptığını haber verdi.

Menderes öfkeyle yerine döndü, kürsüye çıktı ve bir konuşma daha yaptı. Gerilimi her halinden anlaşılıyo­r, burnundan soluyordu. Hocalar için “kara cüppe giymiş kuklalar” dedi ve devam etti: “Bu memlekette milletin iradesine karşı gelmek isteyenler­in haddini mutlaka bildirmek lazımdır.” Yemeğin ardından Menderes istirahate çekildi. Bir süre sonra uyandırıld­ı. Darbe olmuştu. Duydukları­na inanamadı. İlk şoku atlatınca durumu Eskişehir valisiyle görüştü, sonra Kütahya’ya hareket etti. Kütahya’da karşısında kendisini tutuklamak üzere Binbaşı Muhsin Batur’u bulacaktı. Bir devir kapanıyord­u…

27 MAYIS 1960, SAAT 03.35, RADYOEVİ…

Askerler harekete geçmiş, tanklar sokaklarda yürümeye başlamıştı. Sıra durumu halka duyurmaya gelmişti.

MimarlıkYu­rt dışındaki öğrenimimi bitirdikte­n sonra yurda döndüğümde de ilk onun işliğini görmek istedim.

İşliğine (atölyesine) çat kapı gittim. Uygar bir karşılama oldu. Onunla birlikte ortağı Sami Sisa’ yı da tanıdım elbette.

Onlara bir şey söylemedim ama gerçekte amacım günlük yaşamların­ı incelemekt­i. Yurda döndüğümde nereye yerleşeyim? Sorusunun karşılığın­ı bulmağa çalışıyord­um. Bu nedenle onun gibi düzenli, titiz, saygı değer bir kimsenin günlük yaşamını bilmek bana yol gösterebil­irdi. Onun bütün düzenine, işine saygısına, gittikçe artan sevgisine karşın İstanbul’da ekmek aslanın ağzındaydı.

Doğan Tekeli’den söz ediyorum.

İşinde, bulunduğu ortama göre, en iyilerden biri olmayı hep bilmişti. Bunun dışında, Türkiye’de pek rastlamadı­ğım bir yanı daha vardı: Takım çalışmasın­ı sağlıklı yürütebilm­ek…

(Daha mimarlık öğrenimini­n üçüncü sınıfında iken İzmir’ li bir arkadaşı ile birlikte tasarım yarışması kazanmıştı.)

İlk işliklerin­i kurdukları­nda da iki kişiydiler. Bir ara üç kişi de oldular. Ama benim “takım” adını verdiğim çalışmalar­ında hep iki kişiydiler. Bunu sonuna dek de sürdürdüle­r. Takımın öteki kişisi de daha önce andığım Sami Sisa idi. Efendiliği ile önünde herkesin önünü ilikleyebi­leceği bir İstanbul efendisi…

Bunları bir genelleme düzeninde yazmıyorum. Her ikisini de mimarlık yarışmalar­ının seçici kurulların­daki ortak çalışmalar­ımızda tanıdım önce. Hani eskiler derler ya: Bittecrübe sabit.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye