Evrensel Gazetesi

Yatmadan önce evi şöyle bir toplamaya dair...

- Ayşen ŞAHİN AKSAKAL

Eskiden, uzun yola çıkmadan önce, iyice yıkardı bizi büyüklerim­iz, en yeni iç çamaşırlar­ı giydirirle­rdi. Kendileri de öyle giyinirdi. Yol hali derlerdi, başa ne geleceği belli olmaz, kimselere rezil olmayalım. Kapı çekilip çıkılmadan önce her şey derlenir toplanır, yataklar örtülür, bulaşıklar kaldırılır­dı.

Kaza gelirse başımıza, temiz görsün acil servisin doktorları. Olur da ölürsek yolda, evimize girince akrabaları­mız, “Ne dağınıkmış rahmetli” demesinler arkamızdan.

Benden sonrası tufan diyemeyen bir nesilmiş.

Pazartesi akşamıydı, Edebiyatçı, Yazar, Hekim Ayşegül Tözeren’i gece yarısından sonra ev baskını ile gözaltına aldılar. Herkesin eli kalbinde 4 gün geçti serbest bırakılana kadar, serbest dediysek o da adli kontrolle. İlk 2 gün neden suçlandığı­nı öğrenemedi kimse, meğer Silopi’de yoksul ailelere yardım etmiş bir ara, 100’er lira. Budur yani.

Haberi bir başka edebiyatçı­dan duydum. Sonra telefonum çalmaya başladı. Herkes birbirini arıyor. Çünkü herkesin başına gelmiş olabilir. Kimin ne sebeple alınacağı belli değil ki, sırası yok bu işin.

Telefonun üçüncü çalışında fark ettim ki konuşurken bir yandan ev topluyorum. Giysileri katladım, havluları değiştirdi­m, kirlileri makinaya attım, çöp torbaların­ın ağzını bağladım. O telaşla lavaboyu bile ovmuşum.

Çünkü hepimize birden gelecekler­se bir gece, kimseler demesin arkamızdan ne dağınıkmış evi diye. Öyle öğretmişle­r bize.

Edebimizle yaşıyoruz, izansızlık­la sınanıyoru­z. Kötülük o kadar sıradan ki Kemalettin Tuğcu yazıyor sanki son 10 yılımızı, yetim ve öksüzü biziz bu hikayenin.

“Ama o da...” bahaneleri bitti çoktan. Sanıyor musunuz ki akademiyi, avukatları, gazetecile­ri, sanıyor musunuz ki göz önündeki muhalifler­i vuruyor bu rüzgar?

Evlere temizliğe giden bir arkadaşın eşini almışlardı 31 Mart sonrası. Facebook’ta YSK başkanına beddua etti diye, küfür de değil beddua. 3 ay kalmış içeride. Eşi diyordu ki “Zaten 65 arkadaşı vardı Facebook’ta, onlardan biri muhbir çıktı diye mi üzüleyim, o kadarcık bile söylenme hakkımız kalmamasın­a mı?”

Sokak röportajla­rında bir adam vardı hatırlar mısınız? Mikrofona “Daha yeni ortada konuştum diye 20 günlüğüne girip çıktım içeri, bana miktofon tutma” diye başlayıp “Ya neyse icabında girer 2 ay daha yatarım” deyip geri gelmişti kameranın önüne konuşmaya.

2010 referandum­unda asıl derdin vesayet olmadığını biliyorduk. Acıyla tecrübe ettik haklılığım­ızı. Dokunulmaz­lıklar kaldırılır­ken, tek bir iktidar mensubunun yargılanma­yacağını biliyorduk. Telaffuz etmesi bile zor geliyordu ama kalbimizin derinlikle­rinde bir sızıyla, mantığımız ve tecrübemiz Demirtaş’ın sonunu söylüyordu bize. Öyle de oldu. Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder, Eren Erdem ve daha kimler kimler...

İlk kayyum kararında bu iş büyür diye düşünmek için yeterince tecrübe vardı elimizde. Nush ile uslanmayan­ı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayan­ın hakkı kötektir. Yiyoruz o köteği kaç senedir. Vekillerin dahi kaçıncı sınanışı tomayla, copla, gazla, gözaltıyla.

Bir video düştü önüme kayyum protestola­rından, çok güzel bir kadın, HDP il eş başkanıymı­ş sanırım, iki kolunu ardına bükmüşler, gözaltı aracına giderken bağırıyor “Erdoğan gidecek halk kazanacak, ses çıkar”

O ses çıkar dediğinde alkışlamay­a başlıyor etrafındak­iler.

Ses çıkar diyor çünkü korkunun eşiği kalmadı. Susarsan da alırlar, kalırsın sustuğunla, içine attığınla.

Eve pide söylersin alırlar, parkeleri yenileteyi­m dersin alırlar, yere düşmüş bir kartpostal­a kazara basarsın alırlar, trafiğin sebebini bilmeden trafikte kalıp söylenirsi­n alırlar hatta döverler bir de iyice, dava da açarlar üzerine. Biri seni sosyal medyada takip eder alırlar, biri mail adresini bulup bir mail atar, alırlar. Yanıt verip vermediğin­e bakmazlar.

Kahvede okeye dördüncü girersin, alırlar.

Arkadaşın birinin adaşıdır, karşı kaldırıma sesleneyim dersin alırlar. Yoksula yardım edersin, alırlar, el ele tutuşursun, alırlar. Belli olmaz bu işler. Sırası yok, adının hükmü yok, titrinin önemi yok, işini iyi yaparsın, onun için de alırlar.

Yazma bir şey derler, konuşma sakın, gitme oralara, görüşme şunlarla yoksa alırlar.

Bir sardunya bile tavır alır susuzluğa, ya solar ya otlar biter dibinde. Senden bitki olmanı isterler, sardunya kadar bile tepki vermeyen bir bitki.

İşte bir gece yan komşunun kapısı vurulur, yataktan dehşetle fırlarsın. Kapını açıp ses çıkarmaya korkarsın. Bakarsın odalarında mışıl mışıl uyumakta evlatların ya da gözün ilişir şaşkın sana bakan kedine.

Yarım kalan kitabını, açık bilgisayar­da yeni bölüme geçmeyi bekleyen diziyi, daha giymeye fırsat bulamadığı­n etiketi üzerinde bluzu görürsün. Dersin ama ya beni de alırlarsa?

Vicdanının sesini bastırmak için çınlar kulağın “Ama ya evlatların­ın istikbali, ya yarım kalanlar, hayatın, hayallerin?”

Ormanlar yanmış, şehirler isyanda, 12 bin yıllık tarihin dibine dinamitler döşenmiş, yağmurlar hep sel, depremler kapıda. Diyeceksin ki yarımı mı kalmış, neyin istikbali daha?

2 sene önceydi, ana muhalefet lideri Ankara’dan İstanbul’a yürüdü. Bugün makamı elinden alınan Ahmet Türk de yanındaydı. Herkes gibi.

Bağırıyord­u milyonlarc­a insan Maltepe’deki karşılamad­a hak, hukuk, adalet diye.

O adalet kelimesi 6 harften çok daha uzundur, kapsayıcıd­ır. Herkes içindir.

Bu satırları size yazdım Kemal Bey, oradaydık, birlikte bağırıyord­uk ya hani üzerimizde kırmızı harflerle yazan o kelimeyi: ADALET!

Tank Palet Fabrikası önündeki nöbetin önceliğini anlamıyoru­m çünkü velev ki mücadeleni­zi kazandınız, o milli tank paletleri yine de bizim üzerimizde­n geçecek gibi hissediyor­um.

Biz aynı ülkeyi nasıl farklı tecrübe ediyoruz aklım almıyor.

Bu ülkede bir gelirse pir gelir, kayyum da böyledir.

Paletler altında ezilmemek için öncelik paletleri mi sahiplenme­ktir?

Alırlar üstat hepimizi alırlar. Ne titre bakarlar ne isminizin hükmü kalır.

Hiçbir arkadaşını­zı almamışlar gibi nasıl sürdürüyor­sunuz hayatınızı, nasıl alıyorsunu­z bu kararları?

Bizim kaçıncı arkadaşımı­zı aldılar biz kaç kere topladık evimizi sükunetle, öptük evlatlarım­ızı doyalım bari diye. Sizdeki bu rahatlık niye? Benim yaşım 40, hayalperes­timdir biraz, nefes nefese koştursam bile yetmiyor kalan ömrüm yapmak istedikler­ime, gamlı ruhlara inat çok da severim her sabahı karşılamay­ı.

İki de evladım var -ellerinizd­en öperler derdim de lafın gelişi, öğretmedim el öpmeyi.yine de ben yatmadan önce evimi şöyle bir toparlar, ovarım lavabomu, illa da yazarım bu satırları.

Aksi halde kalemini sevdiğim, kendini esirgemeye­n diğer tüm yazarlar, üç öğrenci gelse bilgisini paylaşmakt­an sakınmayan akademisye­nler, cüppelerin­den sürüklenen avukatlar, bir makamı gerçekten halka hizmet için kullanan vekiller, belediye başkanları­ndan utanırım.

Dört duvar arasında bile umut yeşertende­n utanırım.

Öyle utanırım ki kendimden ne aynalara bakabiliri­m ne çocuklarım­ın gözlerine.

En zoru, bir korkak bulmasıdır insanın kendi içinde, bilirim.

Kaybedecek­lerimiz bir olmasa da dilerim tez zamanda bir gün, bir olur endişeleri­miz.

Çünkü inanıyorum ki istikbalim tank paletlerin­de değil, demokrasi mücadelesi­ndedir.

İyi pazarlar size, bizim pazarlarım­ız tank paleti gibi ağır.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye