Bu sendikacılıkla daha kötüsü de mümkün!
bekleyenler de” diyor örneğin. Krizle ve yoksulluk ile bu durumdan çıkaracak talepler arasında dengeyi kurup ortalamayı oluşturan çoğunluk Hüseyin’e göre ‘gerçekçi’ kesimi oluşturuyor. Ama bu “gerçekçiliğin” de bir sınırı var. Hüseyin “Adam (devlet) yüksek hakemle bana gelme sıfır zam olur diyor. Gitmeden de biter mi?! Yetersiz, adaletsiz, hakkaniyetsiz ama daha fazla zam da… Ama 20 deyip de 5-6’ya bitmesin de!” diyor.
Hüseyin’in taslakla ilgili en temel eleştirisi ise şu: “Kazalar, iş cinayetleri, ağır ve uzun çalışma koşulları ve oluşturduğu zorluklara özgü sıkıntılar var işyerinde. Bunları parayla karşılamak gerekir ya da bu zorlukların olmaması... Söylüyoruz temsilcilere ama her sene aynı. Taslakta da bunlara hiç yer verilmiyor. Taslak sağlıklı çalışma koşulları ve işçilerin güvenliğini dert etmiyor. Boşa giden bir emek, boşa giden hayatlar var ortada.”
MÜCADELE AMA NASIL?
Metal fırtınanın esintileri hâlâ olsa da şimdi iklimi patronların soğuk yüzü belirliyor. Yoksa bu “gerçekçiliği” de tartışmaya açabilir Hüseyin. Peki işçilerin endişesi nasıl giderilecek, talepler nasıl alınacak?
Vahşileşmiş ve topyekün saldırıya geçmiş patronlara karşı ciddi bir mücadele verilmesi gerektiğinin farkında, tüm işçiler gibi. Bu nedenle sendikayı cesur bulmuyor. Aslında cesaret değil de uzlaşmacı, iş birlikçi olduğunu düşündüğü için bir gece ansızın sözleşmenin oldubittiye getirilebileceğini düşünüyor. Buna rağmen cesaretle ortaya çıkamama tutumu nedeniyle, çözümü o çok eleştirdiği sendikacılarda aramıyor: “İşçi mücadeleye her türlü gelir ama sendikanın sıkı bir duruş gösterme ihtimali zor.” Hüseyin ekonomik ve sosyal hakların olduğu bir sözleşme için “Bunun olmasını kim istemez?” diyor. Sonra yine bir ama: “Bu fabrikada zor.” İşte bu “gerçeklik”, az çok gelişmelerin farkında olan işçilerin ileri tutum alma konusunda gösterdiği ikirciklik şimdilik fabrikalardaki hareketi, dolayısıyla işçilerin ekonomik ve sosyal hayatını belirliyor. Değişmesini herkes gibi Hüseyin de istiyor, ama bu ‘gerçekliği’ yıkacak bir gerçekle çıkmadan olmayacağını da herkes gibi o da biliyor.
DEMİR çelik ve metal mamul üreticisi işçiler çok uzun zamandır otomotiv tekelinin mustaribi. Otomotiv tekelleri MESS aracılığıyla demir çelik işçilerinin ücretlerini de kontrol ediyor. Oysa üretime has koşulları farklı. Ama bu durum demir çelik patronlarının işine fazlasıyla geliyor.
Demir çelik fabrikaları sadece iç piyasa değil dış pazarlara üretim yapmak üzere kurulmuş işletmeler ve dış pazarı otomotivden farklı. Fakat demir çelik otomotiv ve metal, petrokimya, medya, neredeyse tekelleşmiş durumda. Bir yanda bunlar, Varlık Fonu’nda bir araya gelen gruplar, diğer yanda tek başına Koç Holding var ve iç içeler.
Çelik üretiminde, sahibi Varlık Fonu yöneticisi olan Tosyalı Holding hakimiyeti var. Doğrudan saraydan yönetildiğini söylemek yanlış olmaz. Tosyalı Holding pazarını Çin’den Afrika’nın içlerine Kafkasya’dan Balkanlara kadar yayarken, boru hattı için çelik boru, tren yolları ve araçları için üretimler ve yurt dışı yatırımlar için teşvikler, hazır ihaleler ile büyümesini artırdı. Bolluk zamanında Bakırçay bölgesinde HABAŞ, Ege Çelik ve İzmir Demir Çelik fabrikaları da ihracat ürünleri üretti. Haddehaneler bu fabrikaların fasonu gibi çalışarak yurt içi demir ihtiyacını karşıladı. Amerika’nın ya da Avrupa’nın koyduğu kotalar ya da antidamping vergileri büyümeye engel olmadı ve üretimin düşmesine neden olmadı. Zengin bir dönem geçirdiler.
BİTEN SÖZLEŞMELER BEKLENTİLERİ KARŞILAMADI
Bu nedenle taslaklar açıklanmadan önce temmuz, ağustos aylarında ortalama ücret artış beklentisinin yüzde 36 olduğu rahatlıkla söylenebilir. O dönem henüz hiçbir sözleşme sona ermemişti. Ancak geçen dönemde TÜPRAŞ’TA sözleşme YHK tarafından yüzde 6’yla sonuçlandırıldı, kamu işçilerine yüzde 8+4, memurlara yüzde 4+4, tekstil işçilerine yüzde 8+4 zam reva görüldü. Sendikal bürokrasinin rolünü de oynamasıyla beklentinin çok ama çok altında kalan sözleşmeler, patronun kazanıyor olmasının işçilerin de kazanacağı anlamına gelmediğini tüm çıplaklığıyla gösterdi.
Geçtiğimiz mart ayında yapılan ERDEMİR sözleşmesi ise “Ortalamada ilk 6 ay için yüzde 11, ikinci altı ay için ise yüzde 9 oranında zam alındı. Böylelikle üyelerimizin ücretlerine sözleşmenin ilk yılı için kümülatif olarak ortalamada yüzde 20.99 oranında zam alındı. Ayrıca Kurban Bayramı yardımında yüzde 110 artış sağlanırken, diğer sosyal yardımlara ise yüzde 18.50 oranında zam alındı” açıklaması yapılarak bağıtlandı.
İŞÇİLERİN KADİM BİLGİSİ
Sadaka zammından daha kötüsü, hiçbir sendika, kimse ses çıkarmadı. Sendikacıların patronların koltuk değneği gibi hareket etmesi, kalanların suskunluğu ve sözleşmelere devletin müdahale etmesi işçilerde ellerinin ve kollarının bağlı olacağı düşüncesini pekiştirdi. Bugünlerde açıklanan 20-26 arası “teklife” zoraki razı gelebilir. “Bu asıl isteklerinden geri bir adım atılması demek olur. Daha da geri adım atılması da her zaman mümkün bu sendikayla” sözü tüm demir çelik işçilerinin dilinde. Türk Metal söz konusu olduğunda, sendika başkanı tersini iddia etse de işçiler açısından tecrübeyle edinilmiş kadim bir bilgidir bu.
Demir çelik işçilerinin tecrübeyle edindiği bir bilgi daha var, üretim sürecine hakim olmadan (Fazla mesaiye kalmama, yarım saat-on beş dakika erken bırakma ya da geç başlama, toplu halde işyerinden ayrılma) söz sahibi olmak zor. Hatta çoğunluğa göre “Yemekhanede gürültü yapma, fabrika içinde yürüme bile boş.” İşçilerin edindiği sezgisel bilgi “İstediğinin son damlasına kadar da ısrarlı olmadan, patrona gücünü göstermeden” kazanılmıyor. Ama bu sezgisel bir bilgi, bunun nasıl yapılacağına dair bir bilgileri yok, işçi sınıfı bilincine ve dolayısıyla sınıfın tarihsel deneyimine sahip değiller. Patrona gücünü göstermenin tek yolunun grev olduğu zamanlarda, üretimi durdurup çalışma zamanını kendisi belirleme iradesinden bahsediyoruz.
En yakın zamanda 5 ay önce Cezayir Tosyalı Holding çelik fabrikasında Türkiyeli işçiler üretimi durdurdu. Fiili greve gitmeden önce işçiler aylarca eylem yaparak fabrikayı terk etmedi. Cezayir Tosyalı fabrikasının Türkiyeli işçileri, Yeğinlik Bakırçay ve İskenderun bölgesindeki işçilerden oluşuyor.
Ancak buradaki işçilerin geçen sözleşme döneminden bu yana edindiği tecrübeyi ilerlettiğini söylemek zor. Cezayir’deki arkadaşları kadar şanslı değiller. Oysa işyerinde sorunlar azalmak bir yana artarak devam ediyor. Bir kez şehir meydanına fabrikalardan çıkan servislerle gelip toplanmaları ve iş kazalarına ve cinayetlerine dikkat çekmek dışında yapılan bir eylem olmadı. Üstelik o eylemden sonra 3 büyük kaza oldu ama ses çıkmadı. Birisinde fabrikanın tümden yok olmasına ramak kalmıştı. Fabrikanın ortasına 150 tonluk bir lav bombası düşmüşçesine bir ‘kaza!’ Öyle ki işçiler “İnsanların sinek gibi ölmesi işten bile değildi” diyordu bu ‘kaza’ için.