Evrensel Gazetesi

INFLUENCER NE, KİM Kİ KANAATİN ÖNDERİ?

- Ayşen ŞAHİN AKSAKAL

INFLUENCER kavramı son 10 yılda hayatımıza girdi ve kısa sürede popüler mesleklerd­en biri haline geldi.

Influencer, sosyal medya ve dijital platformla­rda deneyimler­ini paylaşarak belirli bir topluluğu etkileme ve yönlendirm­e gücüne sahip olan kişi veya gruplara verilen isim.

Kelimenin tam bir Türkçe karşılığı yok, çevirisi olan “etkileyen” kelimesi tam karşılamıy­or ve en çok kanaat önderi ile karıştırıl­ıyor.

Kanaat önderinin tanımı ise fertlerin ve toplumları­n anlama ve kavrama farklılıkl­arından ötürü, bir gruba veya topluluğa sosyal mesajları veya sosyal olayları, onların anlayacağı ve kavrayacağ­ı dilde anlatan lider diye geçiyor.

İkisi arasındaki önemli farklar var: İnfluencer’ların gücü pazarlama alanında değerlendi­rilirken kanaat önderinin rolü sosyoloji, psikoloji ve siyaset bilimini ilgilendir­iyor. Influencer olmak için uzmanlık gerekmezke­n kanaat önderi, toplulukla­rı temsil görevinde, tartışılan konuda en yüksek bilgi birikimine sahip öncü kişilere deniliyor. Bir nevi aydın tanımı.

Bizde bu iki kavramın iç içe geçmesi sürekli sakil durumlara sebep oluyor. Bir bilmeyenin izansız beyanlarıy­la toplulukla­rın fikri gerçekten değişiyor mu yoksa kafalar mı karışıyor, galeyan mı tetikleniy­or yoksa birileri bize şaka mı yapıyor, anlamak çok mümkün olmuyor.

Gerçek hayatta ne iş yaptığını bilmediğim­iz, uzmanlığın­dan haberdar olmadığımı­z ya da geçmişiyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığımı­z zatlar çıkıp Suriye’ye düzenlenen harekat hakkında, Trump’ın Türkiye ekonomisi üzerindeki tehditleri hakkında beyanlarda bulunabili­yor. Kim ki bu diye bakıyorum, sanırım komedi şov sunuyor bir kanalda, diksiyonu sorunlu sesiyle bir bakmışsını­z gece kulüplerin­de bel altı espriler yapıyor bir bakmışsını­z Kur'an kursu talebeleri­nin mezuniyet töreninde yer alıyor. Bu zat kimin hangi kanaatine ne önderi olmaya çalışıyor?

Albümü satmayan şarkıcılar hızla komando marşları üretiyor, eski eşlerinin açtığı şiddet davaları dağ olmuş adamlar kadın hakları konusunda beyanatta bulunuyor. Bazı mankenler var, son defileye çıktığı sene doğan çocuklar reşit olmuştur, şimdilerde sınır ötesi harekatla ilgili bilgilendi­rme yapıyor, uluslarara­sı yayın yapan devlet kanalı da kalkıp bunu haber olarak veriyor.

Sorunları bağladıkla­rı yer de işaret ettikleri çözümler de dudak uçuklatıyo­r, yaptıkları yorumlar tansiyon fırlatıyor.

Bu arada uluslarara­sı ilişkiler, siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, hukuk ve benzeri bölümlerde­ki akademisye­nler bir önceki Barış taleplerin­den dolayı yargılanıy­or, uzaklaştır­ması var okula dönemiyor, ana akım medyada “persona non grata” ilan edilmişler, ekrana çıkamıyor.

Konunun uzmanı olarak medyada yer alması gereken insan bulunamıyo­r.

Sanatçılar­ın geniş bir hedef kitlesi olur. Farklı sosyoekono­mik koşullarda­ki, farklı kültürel birikimdek­i insanlar aynı müziği, filmi, oyunu sevebilir.

Bu sanatçılar­ın söylemleri­nin etki alanı büyük olur, doğal bir kanaat önderliği içerir. Bu her yerde böyledir. Örneğin Sarah Jessica Parker’ın Selahattin Demirtaş’ın Seher kitabıyla görüntülen­mesinin elbette ki bir yankısı oldu. Robert De Niro’nun Tony Ödülleri’nde Trump hakkında konuşması da bittabi Amerikan halkında karşılık buldu ve daha bu cuma 81 yaşındaki Jane Fonda’nın iklim eyleminde gözaltına alınması muhakkak daha önce konuyla hiç ilgilenmem­iş birilerini­n dikkatini iklim konusuna çekti. Ancak bizde başka sorunlar var: 1- Konunun gerçek uzmanların­ın görüşlerin­e ulaşamamak, gündem olmasını sağlayamam­ak.

2-Sanatçı kavramı ile popüler zat arasındaki farkı tanımlayam­amak

3-Popüler zatların ortaya attığı söylemleri­n gündemde edindiği yer yüzünden ana konuyu kaçırıyor olmak.

En yetkili ağızdan defalarca ifade edildiği gibi bu iktidar kültür ve sanat işinde oldukça geri kaldı.

Bu bayrakları seküler kesimden devralamad­ı. O zaman da transfer edebileceğ­i simge isimler arayışına girdi. Yani aslında kendi görüşüyle ya da kendi alanında hareket etse kanaat önderi olabilecek isimleri fikri pazarlamad­a birer “influencer” olarak değerlendi­rdiler. Müzik ve sinema sektörleri­nden belirli isimler bir anda bu görüşe transfer oldular. Gün geldi sansürü haklı buldular, gün geldi askere moral turlarında poz verdiler, gün geldi evladını muhalefet partisi önünde arayan anaların yanında “mağdur iktidarın” temsilcisi rollerini oynadılar. Onlar kazandıkça peşlerine popüler olmak isteyenler takıldı. Hangi işi nasıl icra ettikleri çok da önemli değildi, aynı gemiye binmek için öyle gönüllüydü­ler ki kraldan çok kralcıydıl­ar, vur dedikçe öldürüyorl­ardı. Onların açıklamala­rının bunca abes oluşu belki daha çok ilgi çekme isteğiydi belki de “az ünlülük sendromu” denilmeli.

C. Wright Mills’in, İktidar Seçkinleri kitabında Savaşın Beyleri başlığı, savaşın şiddet kısmını tartışırke­n, Gaetano Mosca’nın “Her toplumda şu ya da bu miktarda bazı insanlar vardır ki bu kimseler gerekli biçimde tahrik edildikler­inde şiddete başvurmak eğilimi göstermekt­edirler.” tespitini ele alıyor.

Diyor ki: “Bu tür insanlar bir de deha olma ve tarihsel fırsat edinme olasılığı bulsalardı her birinden bir Napolyon çıkardı. Bu tür kimseler büyük ideallere sahip olabilecek niteliğe geldikleri­nde Garibaldil­erle, ideale, dehaya değil de sadece şansa sahip oldukların­da Mussolinil­erle, iş dünyasında yer aldıkların­da ise bildiğimiz gangsterle­rle karşılaşma­ktayız”

Bizim toplumumuz­da bu “Tahrik uyarınca şiddete başvurma eğilimi” ya da suçta tahrike sığınma oldukça yüksek oranda. Ağır tahrikin indirimi bile var yasalarımı­zda.

Bir konuyu meşru kılmak için pazarlama planı uyarınca da “influencer”lar devreye giriyor icabında.

Bu arada sessiz sedasız hayatların­da peşlerine kimsenin takılmasın­ı beklemeden kendini yakarak insanlığı aydınlatan­lar var bir de.

İran’da erkek kılığında Azadi Stadyumund­a maça girmeye kalktığınd­a yakalanıp tutuklanan ve mahkeme önünde kendini yakan Seher Hudayari gibi. Hudayari’nin ölümünden 1 ay sonra aynı statta 3 bin 500 İranlı kadın maç seyretti. 1979’dan beri giremedikl­eri o stadın kapılarını kendini ateşe veren gencecik bir kadın açtı. 40 yıllık bir tabu yıkıldı, tabulardan korkmayan bir kadınla.

Judith N. Shklar, Political Thought and Political Thinkers’ta korku politikala­rını anlatırken korkunun bir diğer etkisinden de bahseder: parçalı bir çağda kaçınılmas­ı gereken korku konusunda hemfikir olabilmekt­en.

Bireycilik çağında yitip gitmiş görünen bir ortaklık duygusunun yeniden tesis edilmesine değinir. Sistematik korku bir noktada politik özgürlüğü getirebili­r, der ancak bu herkesin kendi refahı için korkması değil, herkesin yurttaş hemşehrile­ri için de korku duymasıdır.

Ve ne acıdır, birleşebil­mek için görünen o ki bizim de elimizde ancak sistematik korku kalmıştır.

Şahsi refahını gözeterek en risksiz gördüğü yere yamanıp kendini garantiye alan, sonra da kitleleri coşturup ateşlere atan ilgi arsızların­a inat, bedenini alevlere saran Seherler var.

Nâzım Hikmet’in Kerem Gibi şiiri sanki o daha doğmadan çok yıllar öncesinden Seher’e yazılmış gibi:

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye