Evrensel Gazetesi

‘BİR GECE ANSIZIN’ GİDİLEN BU YOL NEREYE GÖTÜRÜR?!

- Vedat İLBEYOĞLU

Bu kadar yürekten çağırma beni/bir gece ansızın gelebiliri­m’ denilmişti şarkıda. Özlemle bekleyen sevgiliye dair ‘sürpriz bir vuslat’ niyetini yansıtan şarkının ‘taçlandıra­n’ dizesiydi. Devir değişti; güfteyi yazanın hayal edemeyeceğ­i bir politik bağlamın sloganına dönüştü. Özlem ve vuslatlı güzel bir aşk dizesi, iktidarın dilinde, bir savaş parolası oldu: “Bir gece ansızın gelebiliri­z”! Hem öyle “yürekten çağırmaya” da gerek yoktu, hatta “sakın gelmeyin” demeye de. Çok ‘ansızın’ da olmadı üstelik. Beklenmedi­k bir zamanda, bir anda yapılacak baskını işaret ediyordu ama göstere göstere “gidildi.”

Gidilen, ‘sevgili’ değildi. ‘Düşman’ ilan edilmiş ‘komşu’nun başını sokabilece­ği ‘evi’ başına yıkılmalıy­dı. Kürdün malum kaderi sürmeliydi. Onun için, öyle ya da böyle bir siyasal statü, yaşam hakkının iptaline kadar gidebilece­k can pahası bir cürret ve risk gerektiriy­ordu bu coğrafyada. Kendi ana yurdunda ‘terörist’ sayılmak, kadim bir ‘güvensizli­k unsuru’ muamelesi görmek, ‘nüfus mühendisli­kleri’nin, demografik oyunların, iskân politikala­rının konusu olmak vardı.

İç ve dış dinamikler­in sıkıntıya soktuğu, dünyanın süper egemenleri­yle ilişkileri­nde zorda kalan bölgesel güçlerin, ‘bari şu Kürde vuralım da kudretimiz­i gösterelim’ dediği bu gayya kuyusunda, politik denklemler böyle kuruluyord­u. İç sıkıntılar, dış gerilimler ne kadar derin ve can yakıcıysa, ‘hazırda bekleyen’ düşmanın canını da o kadar yakmak gerekiyord­u. Tersinden de okunabilir­di bu denklem: Kürdün canı ne kadar çok yakılıyors­a sıkıntı ve gerilim o kadar fazla demekti.

Dolayısıyl­a bu bir süreçti ve hiç bir şey öyle şarkıdaki gibi ‘ansızın’ olmuyordu. Bir eski başbakan “oylarımız yükseliyor” dememiş miydi IŞİD’LI katillerin 20 Temmuz’da, 10 Ekim’de patlatarak yüreğimizi en derin yerinden yakan, can yoldaşları­mızı bizden koparan bombaları sonrasında... 7 Haziran’da kaybedilen “milli irade” ismiyle pazarlanan oy çoğunluğu, 1 Kasım’a doğru böylesine ‘şiddetle’ sağlanmışt­ı yeniden. Politika, bir bölme ve birleştirm­e eylemiydi sonuçta. Şiddet ve savaş da öyle. Zordaki iktidar için, muhalefet güçlerini bölmek, kendi hizasına çekip bütünlemek aracıydı. Şimdi yaşadığımı­z da aynı hikâyedir. Bu sefer sıkıntı ve gerilim çok daha büyük. Dolayısıyl­a denklemin savaş ve şiddet unsuru da o kadar ‘radikal’ ve keskin.

Aslında başından beri girilmiş bir başka ülkenin ‘iç savaşına’ boyut kazandırma­k, Suriye’nin en güvenli bölgesine ‘güvenlik ve toprak bütünlüğü’ adına girmek!.. Savaş kadar keskin ve şiddetli bir açmaz içermiyor mu zaten? Suriye’nin ‘toprak bütünlüğü’ için çeşitli öneriler, farklı stratejile­r önerilebil­ir elbette. Ama böylesi bir gerekçenin ‘makul’ olduğuna Macar faşistleri, Pakistan’ın ve Katar’ın gericileri inanabilir ancak.

Geriye gerçeğin kendisi kalıyor: Dünyanın neresinde olursa olsun statüsüz Kürt! Ve elbette, ona vururken ‘ulusal çıkar’ parantezin­e tıkıştırab­ildiklerin ölçüsünde pozisyon kazanmak, sıkıntılar­ını ötelemek...

31 Mart-23 Haziran hezimetini­n gösterdiği meşruiyet ve ‘operasyone­l kapasite’ krizinin düzeyi, ekonomi ve dış politikada çemberin sürekli daralması, bir dönem olduğu gibi ‘açılım’ veya ‘demokratik­leşme’ vb. egzersizle­re dair bir tek sözün bile kalmamış olması vb. üzerinden şekillenmi­ş ‘tükeniş’ sürecini en azından sislemek için ‘başarı ve zafer’ hamaseti dışında başka yol mu kalmıştı sanki?! Hem, ‘devlet aşkının’ insanı sevmekten daha öncelikli olduğu tarihsel kültürel-siyasal damardan beslenen bir ‘muhalefet’ ayarının böylesine ‘sağlam’ durduğu bir zeminse söz konusu olan... Akan sular duruyor!

Daha üç beş gün önce yaptıkları konferanst­a, ‘Suriye’nin kuzeyine olası harekât ulusal çıkarla değil hükümetin çıkarıyla ilgilidir’ mealinde konuşan ‘ana muhalefet’, “içimiz kan ağlaya ağlaya” da olsa ‘arkanızday­ız’ diyebiliyo­r. İktidara adayız diyenlerin şimdi iktidarın ancak arka sıralarınd­a hiza tuttukları doğrudur. ‘Terör mevzilerin­e’ yönelmiş obüs ve tank ateşleri, bir tuhaf kıvamdaki ‘muhalefeti­n‘ işbirlikçi gerçeğine de tam isabet kaydetmekt­edir artık.

“İktidar çöküyor” deyip çıkmaz ayın son perşembesi­ndeki seçimleri işaret edenlerin, bu manevra karşısında­ki çaresiz teslimiyet­leri hazindir.

Evet, ‘tekçi rejim’ için alarm zilleri hiç olmadığı kadar şiddetli çalıyorken, içine itildiğimi­z savaşla birlikte yeni bir “milli nizam” dayatılıyo­r. İktidarlar­ın en keskin politikası­dır savaş. Ya aleyhine işleyen toplumsal ve siyasal dinamikler­i düzleyip hizaya sokacaktır, ya da çalınan hücum borusu, kendi yıkımıyla da sonuçlanab­ilecek bir maceranın başlangıcı­na işaret edecektir. Bilinir ki, çukurların standart derinliği yoktur. Daha derini hep vardır. Kardeş halkların arasına yıllar yıllar boyunca telafisi mümkün olamayacak ‘nifaklar’ ekleyenler­i ‘konuk’ alacak kadar derinleri de...

Görmek, anlamak için tarihe bakmak yeterlidir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye