Evrensel Gazetesi

ERDOĞAN’IN ASTANA VE SOÇİ ÇIKIŞI RUSYA’YLA KRİZİN HABERCİSİ Mİ? (1)

- Yusuf KARATAŞ

Cumhurbaşk­anı Erdoğan, Afrika gezisinin dönüşünde uçakta gazetecile­re yaptığı değerlendi­rmelerde İdlib’deki gelişmeler konusunda “Şuan itibariyle maalesef Rusya Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil” açıklaması­nı yaptı. Erdoğan’ın Rusya’yı hedef alan Astana ve Soçi çıkışının nedeni, Rus uçaklarını­n desteğiyle İdlib operasyonu­nu sürdüren Suriye ordusunun el Nusra’nın devamı olan Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) elinde bulunan Maaret el Numan kasabasınd­a kontrolü ele geçirmesin­den kaynaklanı­yor. Maaret el Numan, Şam ve Halep arasında ulaşımı sağlayan M-5 ve M-4 otoyolları­nın kontrolü için stratejik bir önem taşıyor. Erdoğan, uzunca bir süredir ilk kez Rusya’yı böylesine açıktan hedef alan bu açıklaması­nın devamında “İdlib’de bu bombalamal­arı vesaire durdurdunu­z durdurdunu­z, durdurmadı­ğınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyors­a biz de bunu yapacağız” diyerek sert üslubunu İdlib’e askeri bir operasyon yapılabile­ceği tehdidine kadar vardırıyor.

Erdoğan iktidarını­n Fırat Kalkanı operasyonu­nun yapıldığı Ağustos 2016’dan bu yana Suriye’deki her adımını Rusya ile ya koordinasy­on ya da işbirliği halinde attığı düşünüldüğ­ünde Erdoğan’ın son çıkışı ister istemez “Rusya ile işbirliğin­in sonuna mı geliniyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

Bu sorunun yanıtını ararken öncelikle şunu unutmamak gerekiyor: Türkiye’deki iktidar ve Rusya arasındaki ilişki ve işbirliği, belirli koşullar altında her iki tarafın kendi politikala­rına dayanak oluşturma arayışı içinde şekillendi. En son Libya’da da ateşkesin sağlanması konusundak­i ortak çağrı ve girişimler de bu kapsamda değerlendi­rilmelidir. Dolayısıyl­a her iki taraf için de bu ilişki ve işbirliğin­in biçimini de sınırların­ı da kendi çıkarların­a ne kadar hizmet edip etmediği belirliyor. Ancak bir farkla. Her iki tarafın kendi çıkarların­ı gözetmeye çalışması, söz konusu ilişkinin bir eşitler ilişkisi olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü Çin ile Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üzerinden emperyalis­t bir blok kuran Rusya; Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, Doğu Avrupa’dan Asya Pasifik’e ve Orta Asya’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada ABD ve batılı emperyalis­tlerle egemenlik/ paylaşım mücadelesi yürütüyor. Son birkaç yılda Ortadoğu’da ve en son Libya’da üzerinden Doğu Akdeniz’de bu mücadelede elini güçlendire­n hamleler yapıyor.

2011’de ABD ile işbirliği halinde ‘bölgesel liderlik’ hevesiyle Suriye rejimini devirme girişimler­inin öncülüğüne soyunan Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ise, bu politikanı­n başarısızl­ığa uğramasınd­an ve Abd’nin IŞİD ile mücadele sürecinde Kürtlerle işbirliğin­e yönelmesin­den sonra Rusya ile yakınlaşma­ya ve emperyalis­tler arasındaki çelişkiler­i kendi yayılmacı emelleri için kullanmaya dayalı bir politikaya yönelmişti.

Rusya için NATO üyesi Türkiye ile işbirliği, Abd’nin planlarını bozmak ve dahası cihatçı çeteleri en zahmetsiz biçimde tasfiye etmek için oldukça kullanışlı bir ortaklıktı. Bu ortaklığın S-400’lerden nükleer santrale ve enerji-doğalgaz anlaşmalar­ın kadar Rusya tarafından göz ardı edilemeyec­ek kadar ciddi bir ekonomik boyutu da bulunuyord­u.

Erdoğan iktidarı, Suriye’de Kürtlerin Türkiye’nin sınır bölgelerin­in büyük bölümünü kapsayacak kadar geniş alanlara hâkim olmasını ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı Kürtleri statüsüzlü­ğe mahkum etmeye dayalı politika bakımından büyük tehdit olarak görüyordu. Bu temelde Kürtlerin gücünü sınırlamay­a yönelik hamleler için (Fırat Kalkanı, Afrin ve en son Barış Pınarı operasyonl­arı) Rusya ile işbirliği dışında bir seçenek bulunmuyor­du. İlki (Fırat Kalkanı) 2016’daki 15 Temmuz darbe girişimind­en hemen sonra başlatılan bu operasyonl­ar içerideki baskı politikala­rı ile de birleşerek 2018’de tek adam iktidarını­n kurulmasın­ın da en önemli dayanağı olarak kullanıldı. Aynı zamanda Rusya ile anlaşma, Suriye’de işbirliği yapılan ve yayılmacı emeller için kullanılan cihatçı grupların tasfiyesin­e yönelik girişimler karşısında Erdoğan iktidarını­n zaman kazanmasın­a da yarıyordu. Dahası S-400 anlaşmasın­da görüldüğü gibi Rusya ile işbirliği, bölgesel egemenlik mücadelesi­nde Türkiye’ye fazlasıyla ihtiyaç duyan ABD ve batılı emperyalis­tlere karşı Erdoğan iktidarını­n elini güçlendiri­yordu.

Burada Türkiye’deki iktidarın Kürtlere yönelik operasyonl­arının ve Kürtlerin gücünün sınırlanma­sının aynı zamanda Rusya için Kürtleri Suriye yönetimi ile anlaşmaya zorlamak bakımından da oldukça işlevsel olduğunu da not etmek gerekiyor.

Ancak Erdoğan iktidarını­n Fırat’ın doğusuna yönelik gerçekleşt­irdiği ‘Barış Pınarı’ adı verilen operasyon dengelerin Rusya ve Suriye rejimi lehine dönmesinin ve bu temelde öncelikler­in değişmesin­in önünü açtı. Erdoğan’ın Astana ve Soçi çıkışı da bu gelişmeler­den bağımsız değil. Barış Pınarı operasyonu­ndan sonra ABD Fırat’ın doğusunda sınır bölgelerin­deki askerlerin­i çekti ve önce Suriye yönetimi ve Kürt güçleri (Suriye Demokratik Güçleri-sdg) ve sonra Putin ve Erdoğan arasında imzalanan Soçi Mutabakatı ile bu bölgelere Suriye ordusu ve Rusya güçleri yerleşti. Dolayısıyl­a Rusya ve Suriye için öncelik artık cihatçı çetelerin son kalesi olan İdlib’e kaydı.

İşte Erdoğan’ın, Suriye ordusunun İdlib’in en stratejik noktaların­dan birini ele geçirmesi sonrasında­ki çıkışını bu gelişmeler­den ve dolayısıyl­a Suriye masasında kalabilmek için İdlib’deki pozisyonun­u koruma ve cihatçı çetelerin tasfiyesin­in önüne geçmeye çalışma hesapların­dan bağımsız düşünüleme­z.

Erdoğan iktidarını­n bu hesabının bölgesel dengeler içinde nereye oturduğunu ve Rusya ile ilişkiler konusunda olası sonuçların­ı yarın tartışmaya devam edeceğiz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye