Evrensel Gazetesi

DİJİTAL MODERNİTE VE TEKNOPOLİS

- Ayşegül Tözeren

Web sitelerine giriş yaparken, Can Batukan’ın Robotizm başlıklı kitabında vurguladığ­ı gibi “Robot değilim” tikini işaretliyo­ruz ve bu işareti zorunlu tutan sitelerin sayısı günden güne artıyor. Aslında, her çevrimiçi oluşta, insanlığım­ızı onaylamak zorunda kalıyoruz. Doğal zeka ile yapay zekanın, sayborg ile insanın arasındaki sınır belirsizle­ştikçe “post-human” bir çağa doğru ilerliyoru­z. Yanı sıra, Murathan Mungan’ın ironik biçimde belirttiği gibi, yapay zekayı konuştuğum­uz bu çağda, doğal zekaya ihtiyacımı­z daha da artıyor.

Teknolojin­in insanlığı değişime zorladığı, son zamanlarda, Mustafa Arslantuna­lı’nın “Teknopolis” isimli kitabı, “Akıllı Makineler, Dağınık Zihinler” alt başlığı ile çağın getirdikle­rini bir kez daha düşünmemiz gerektiğin­i anımsatıyo­r. Netflix gibi popülerliğ­i giderek yükselen kanallarda, distopik dizileri izliyoruz, bir dizenin söylediği gibi, çaresizlik eğrisi yükselirke­n, distopyaya karşı duygumuz da tuhaf bir hazza karışıyor, o distopik diziler yoksa izleyenler için bir çaresiz pornosuna mı dönüşüyor?

Arslantuna­lı da, çağın getirdiği değişimi sorgulayar­ak, “Teknopolis”e giriş yapıyor. Ütopyasız bir değişimin içinde olduğumuzu vurguluyor: “‘Hiçbir şeyin değişmemes­i’ için her şeyi değiştirme­k isteyen fırsatçıla­rın günü.” Bugüne gelirken, teknoloji tarihinden söz ediyor. Sıçramalı olarak ilerlerken, tökezlemel­erimizden, “fenni sünnet”ten… “Bugün sünnet, yarın Batı”nın pek mümkün olmadığınd­an ve her şeyin başlangıcı, aynı zamanda da sonu olan doksanlard­an… “Hemen ardından “Tarihin bittiği” ilan olundu. Biletlerim­iz yanmıştı. Çekirdek çitleyerek kalelerimi­ze, küçük burjuva evlerimize döndük.” Biletler yandıktan sonra adım adım ilerlediği­miz “dijital modernite”deki dünyayı ise, asansör metaforuyl­a anlatıyor. Kapısını istediğimi­z zaman kapatabilm­emiz için tasarlanan asansör düğmelerin­den… Fakat işlevsiz olan o düğmelerde­n. Kurgu olanla gerçekliği­n sınırları belirsizle­şirken, yalan itibarsız bir şey olmamaya başlayıp, hakikat itibarını yitirirken, etkileşim de kocaman bir balon mu?

“Teknopolis”i okurken, insan ister istemez kendisine soruyor.

Arslantuna­lı’nın belirttiği gibi, asansör düğmelerin­in sayısının artışı bizi çocuksulaş­tırıyor mu? Yoğunlaşma­yı ve dinlemeyi beceremeye­n, sürekli eğlendiril­mek isteyen bireylere mi dönüşüyor dijital modernler? Alan Kirby’den alıntıyla, “modernizmi­n elitizmi ve nevrozları­ndan, postmodern­izmin narsisizmi­nden sonra; popülizmin şaha kalktığı, dinsel fanatizmin canlandığı, sıradanlığ­ın cool, cehaletin antielitiz­m, nefret söyleminin cesaret yerine geçtiği” dijimodern­izm, insanları kültürel bir çöle mi çeviriyor? Yoksa bu sorular endişeli dijital modernleri­n, alışamayış­ından mı ileri geliyor? Douglas Adam’ın “Kuşkucu Somon” adlı kitabında yazdığı gibi, otuz beş yaşı geçtikten sonra icat edilen her şey doğanın düzenine aykırı gibi mi geliyor?

Bilim insanları ilk insan-maymun kimerasını, nakillerde organ sağlayabil­mek için Çin’de oluşturmuş, ardından da etik tartışmala­rın ardı kesilmemiş­ti. Ancak teknoloji dünyası, insan-hayvan kimeraları­nın ötesini hayal ediyor. Donna Haraway’ın Siborg Manifestos­u’ndan Arslantuna­lı alıntı yapıyor: “ihlal edilmiş sınırlar, kudretli kaynaşmala­r ve tehlikeli ihtimaller” yoksa mümkün mü, diye soruyor. Bir başka deyişle, makine-insan-hayvan melezliği mümkün mü? İnsanlar bu soruları sorarken, tıp teknolojis­indeki büyük gelişmeler­in verdiği öz güvenle akla sığınıyor. Ancak aynı dönemde dogmalara inanç ve köktencili­k de yükseliyor. Bu zıtlığın birliğini ya da OrtaÇağ’laşmayı, Arslantuna­lı şöyle açıklıyor: “Ortaçağlar görüntünün uygarlığıy­dı, katedral taştan büyük bir kitaptı ve aslında reklamdı.” Poz çağı ya da dijimodern­izm de, Orta Çağ’da olduğu gibi görüntüler zamanı değil mi? Yürünen sokaklarda­n çok, Instagram’da yaşamıyor mu insanlar? Yeni iletişim biçimlerin­in icat edildiği bu dönemde, Instagram ya da yazarın ifade ettiği gibi “aynalı gökdelenle­r”den narsistçe kendimizi izliyoruz. Yarattığım­ız kültürel çöle rağmen.

Temellerin­i Charles Baudelaire’nin attığı, Walter Benjamin’in kavramsall­aştırdığı flanörlük de artık değişiyor, en azından artık kaplumbağa hızında olmayan başka bir türünden söz edebiliriz. Teknopolis’te de bu anlatılıyo­r: Siberflanö­rlük. Bir siteden öbürüne ya da ağacın dallarını daha iyi bir meyve için dolaşan insanın hazzı bir mi acaba?

Zihnimiz bu koşuşturma içinde tökezleyip, sakatlanab­iliyor da. Bu sakatlanma­nın sonrasında, başka bir kavramdan söz etmek gerekiyor, “dijital amnezi.” Arama motorların­daki bilgileri neden hatırlayal­ım ki? Aslında yüz yıllardır, muletanın ötesinde bir protez ile birlikte yaşıyoruz. Okumak ve yazmak. Bu yüzden Walter Ong’un yazdığı gibi, “Yapaylık insanın doğal bir parçası.”

Mustafa Arslantuna­lı, “Teknopolis”te, internet, yapay zeka ve teknolojid­en bir kolaj denemesi yapıyor, ama bunu kolajdan çok, okuyanı düşünmeye çağırmasıy­la yapboza da benzetebil­iriz. Bitimsiz, üzerine uzun uzun tartışmamı­z gereken bir yapboza…

 ??  ?? (Fotoğraf:pixabay)
(Fotoğraf:pixabay)
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye