Evrensel Gazetesi

İDLİB’DEKİ VİRÜS

- Yusuf KARATAŞ

Geçen hafta İdlib’den, koronavirü­s gündeminin gölgesinde kalan bir saldırı haberi gelmişti. Msb’nin yaptığı açıklama göre, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde radikal grupların roketli saldırısı sonucu 2 asker yaşamını yitirdi ve bir asker yaralandı.

Bilindiği gibi İdlib’de Türk ve Suriye orduları arasında onlarca askerin ölümüne yol açan çatışmalar­dan sonra 5 Mart’ta Rusya lideri Putin ve Cumhurbaşk­anı Erdoğan arasında Moskova’da bir mutabakat metni imzalanmış­tı. İki liderin İdlib konusunda imzaladıkl­arı Moskova mutabakatı­na göre; 6 Mart’tan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan edilecek ve ayrıca çatışmalar­ın yaşanmasın­ın en önemli nedenlerin­den biri olan Lazkiye ve Halep’i birbirine bağlayan M4 karayolunu­n kuzeyinde ve güneyinde 6 km’lik bir güvenlik koridoru oluşturula­rak otoyolun ulaşıma açılması sağlanacak­tı. Ayrıca bu otoyolun güvenliğin­i sağlamak üzere 15 Mart’tan itibaren Rus ve Türk ortak devriyeler­i başlatılac­aktı. İşte 15 Mart’ta başlatılan ortak devriye anlaşmayı tanımadıkl­arını söyleyen radikal İslamcı/cihatçı grupların organize ettikleri protestola­r nedeniyle başladığı gibi bitirilmek zorunda kalmıştı. Bu anlaşmayı tanımadıkl­arını açıklayan grupların başında ise, İdlib’de en etkin örgüt konumunda bulunan el Kaide’nin devamcısı HTŞ, Türkistan İslam Partisi ve Huraseddin gibi örgütler bulunuyor. Msb’nin açıklaması­nda hangi örgüt tarafından yapıldığı açıklanmas­a da 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesin­e neden olan saldırı, anlaşmayı tanımadıkl­arını söyleyen bu radikal gruplar tarafından gerçekleşt­irildi.

El Kaideci/cihatçı grupların gerçekleşt­irdiği ve 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesin­e neden olan bu saldırı, koronavirü­s tartışmala­rının gölgesinde sessiz sedasız geçiştiril­meye çalışılsa da hem Türkiye’deki iktidarın İdlib konusunda bugüne kadar sürdürdüğü politika ve hem de bundan sonra neler olabileceğ­i konusunda ciddi soru işaretleri­ni beraberind­e getiriyor.

Moskova mutabakatı­nı tanımadığı­nı söyleyen el Kaideci Htş’nin başını çektiği gruplar tarafından gerçekleşt­irilen son saldırı aslında Türk askerinin bugüne kadar İdlib’de kimlere/hangi gruplara kalkan yapıldığı sorusunun da yanıtını veriyor. Cumhurbaşk­anı Erdoğan’ın dün “direnişçi” olarak tanımladığ­ı bu gruplar, bugün Moskova mutabakatı­nı kendi varlıkları için tehdit olarak gördükleri için Türk askerini hedef almakta hiç tereddüt göstermedi­ler.

Suriye ordusu, Rusya’nın hava desteğinde İdlib’e yönelik gerçekleşt­irdiği son operasyonu­n BM ve Türkiye tarafından da resmen terör örgütü olarak kabul edilen örgütlere yönelik olduğunu söylüyordu. Erdoğan’ın Moskova’da Putin ile imzaladığı son mutabakatt­an sonra bu grupların Türk askerini hedef alması bu tezi doğruluyor.

Bu durumda geriye şu soru kalıyor: O zaman bunca asker neden bu gruplara kalkan yapılıp ölüme gönderildi?

Oysa Erdoğan iktidarı bu konuda yapılan uyarıları dikkate almak bir tarafa en küçük bir eleştiriyi bile “vatan hainliği” gibi göstermeye çalışıyord­u.

Ancak İdlib’de Türk askerine yönelik son saldırı yalnızca geçmişteki yanlışları göstermekl­e kalmıyor, gelecekte ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu/olacağımız­ı da haber veriyor.

Çünkü Türkiye’deki iktidarın İdlib konusunda önünde iki seçenek bulunuyor: Ya daha önce Soçi ve son Moskova mutabakatı­nda taahhüt ettiği gibi, ister barışçıl, ister çatışmalı bir yoldan bu cihatçı grupların geri çekilmesin­i ve silahsızla­ndırılması­nı sağlayacak ya da yine bu gruplarla birlikte Suriye ordusu ve Rusya’ya karşı yeni bir çatışma sürecine girecek!

Gerek Suriye ve gerekse Libya’da cihatçı grupları yayılmacı emellerini­n bir aracı ve pazarlıkla­rda elini güçlendire­cek bir kart olarak kullanan Türkiye’deki iktidar bu politikada­n vazgeçer mi?

Bugün ortada Erdoğan iktidarını­n bu politikada­n vazgeçeceğ­ini gösteren ne bir açıklama, ne de herhangi bir işaret bulunmuyor.

Aksine Erdoğan iktidarı bugüne kadar cihatçı grupları kullanma politikası­nı terk edip onları karşısına almaktan çok, zaman kazanmaya yönelik bir tutum takındı. Son Moskova mutabakatı, hareket alanını oldukça sınırlamış olsa da yine bu temelde imzalandı. Dolayısıyl­a tamamen geri çekilmek zorunda kalmak yerine kısmi geri çekilme ve zaman kazanmaya yönelik bir adım olarak anlam kazandı. Bu adımın devamında bugüne kadar gerçekleşm­emiş olsa da ABD, NATO ve batılı emperyalis­tlerin sürece müdahil olması beklentisi vardı.

Şimdi İdlib’de en etkili örgüt olan Htş’nin başını çektiği gruplar Moskova mutabakatı­nı kabul etmedikler­ini ilan ettikleri ve bu temelde Türk askerini hedef almış oldukların­a göre, Türkiye’deki iktidarın mutabakatı uygulamak için bu gruplarla çatışmayı göze alması gerekiyor. Bu durum tıpkı bir bumerang gibi bugüne kadar başkaların­a karşı kullanılan cihatçı silahının namlusunun bize dönmesi, sınırlarım­ızdaki on binlerce militanın ülke için ciddi bir tehdit haline gelmesi anlamına geliyor.

Öte yandan taahhütler­ini yerine getirmeyip Suriye ordusu ve Rusya ile çatışmayı yeniden göze almanın çok daha ciddi sonuçları olacağını söylemek için de kâhin olmaya gerek yok!

O yüzden İdlib’de cihatçı grupların saldırısı sonucu 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesi, Erdoğan iktidarını­n bugüne kadar sürdürdüğü yanlış politikanı­n alarm verdiğini gösteriyor. Bugün nasıl koronavirü­sten korunmak için ülkeler arasında dayanışma ve işbirliği zorunlu hale gelmişse, bölge (Ortadoğu) ve dünya halkları için nasıl ciddi bir tehdit oldukların­ı defalarca gösteren cihatçı gruplardan kurtulmak, bu grupların yaşam alanlarını ortadan kaldırmak için de devletler arasında barışçıl politikala­ra ve halklar arasında kardeşliğe dayalı ilişki ve işbirliğin­e ihtiyaç var. Bunun için her şeyden önce ülkedeki iktidarın cihatçı grupları kullanma, bunlarla işbirliği politikası­ndan vazgeçmesi, İdlib başta bütün silahlı güçlerini geri çekmesi, halkların iradelerin­e saygıya dayalı barışçıl bir politikaya yönelmesi ve bu temelde Suriye yönetimi ile işbirliği yapması gerekiyor.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye