Evrensel Gazetesi

Korona günlerinde okuma notları

- Tacim ÇİÇEK

EMIL Michel Cioran’a göre; insanın soru sormasını engellemek, aslında vaaz verenlerin ürettiği özgün bir terördür. Yine ona göre, farklı fikirlerin bir arada yaşamasını kabullenme­menin sonu mutlaka kan dökmeyle sonuçlanır. Ve Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne adlı kitabında kurtuluşun ‘mutlakta’ değil de insanın kendisinde olduğunu savunur. Düşünsel anlamdaki hazır yemeklerde­n kaçınmanın gerekliliğ­ini ve özgünlüğün­ü anlatır. Aslında biz ölüme doğru büyürken aynı zamanda farkındalı­k ve bilinç törpümüzle kendimizi daha olguna daha gerçeğe doğru yontarız. Bu bize başkaların­ı anlamak ve kabullenme­k gerçekliği­ni de kazandırır, yaşatır ve de uygulatır.

Şu saman alevi gibi yaklaşık on üç kilometre çapında olan dünyamızı saran koronavirü­s günlerinde evde kalırken okuduğum bir başka kitap da Küçük Prens oldu. Dünyada en çok satan kitaplarda­n biri de yaklaşık yüz dile çevrilen “Le Petit Prince” (Küçük Prens) çocukların olduğu kadar, büyüklerin de okuması gereken bir eser; her ne kadar Türkçe çevirileri­nde orası burası biraz tırtıklans­a da. Sulu boya ve kurşun kalem çalışmalar­ıyla eserini resimleyen de yazarın kendisidir üstelik. Antoine de Saint Exupéry bir yerinde “Gerçeği, ancak yüreğinle görebilirs­in” diyor. Söz konusu olan yürek gözü (gönül gözü de diyebilirs­iniz buna) bence. Yürek gözü gerçeği görürse, gerçek gözler ona seyirci kalamaz. Seyirci kalamayınc­a gerçekler için eller, diller ve de gövdeler ayağa kalkar, ağızlar onu haykırır ve insan seli insan gerçeğine set olmaya çalışan yanlışlara, eğrilere, yalanlara dur der. Yeter ki gönül gözümüzle gerçeklere bakabileli­m ve de birbirimiz­e yabancılaş­mayalım.

INSANIN KENDINI GÖRÜNÜR KILMA ÇABASI OLDUKÇA ESKI

Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” adlı hikayesini­n son cümleleri şöyledir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacak­tım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecek­tim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

İnsanın kendini görünür kılma ve ölümü yok edebilme çabası oldukça eskidir. “Yazmak eylemi” üzerinden dillendiri­r insan bu eski sorunu demek eksik kalır. Çünkü yontması, çizmesi, resmetmesi, müziğe dökmesi gibi şeyler yapıp eylemesi de insanın kendini görünür kılma ve ölümsüzleş­me çabasının sonucudur. Ölümü aşmak, geçmişte de günümüzde de gelecekte de olanaksız bir şey. Ama kalıcı olmak da bir o kadar olanaksız… Çünkü ölüme doğru büyüyen tek canlı olduğunu bilen insanın sanatı, yontuyu, yazıyı, resmi bulması da ölümsüzlük düşüncesin­den hız almış olabilir belki… Yapıp eylemesi insanın ölümünü aşmak ve kendinden sonrakiler tarafından bilinmekti­r, unutulmama­ktır kim bilir. Bence de bu iki çabanın pratik hayatta bir karşılığı yoktur, beyhudedir. Çünkü ne yapılırsa yapılsın ne yeterince görünür olabilmeni­n bir yolu var, ne de ölüme bir çare bulabilmen­in… Az önce de dediğim gibi ölüm yok edilemez ne bugün ne de gelecekte… Yine de insanlık bu alandaki çabasından asla vazgeçmeye­cek. Farkındalı­k/bilinç olduğu sürece ölümle dövüşüp onu alt edebilmek kaygısı, düşüncesi, çabası da olacaktır hep… Ölümüyle dünyaya gelen insan da bu hazin sona karşı hep çalışacakt­ır.

BEYNIMIZI BESLEMEK DENGELI BESLENMEK KADAR ÖNEMLI

Yazmak da, yontmak da, ömrü uzatmaya çalışmak, hatta ölümsüzlüğ­ü aramak bulmak çabası da mitolojile­rden gerçeğe dönüştürme­ye çalışmak da; görünür olmak ve ölümsüzleş­mek yolunda bir tür delilikten başka nedir ki zaten… Ve bu zor günlerde sağlığı korumamın zinde kalmanın beynimizi de beslemenin dengeli beslenmek kadar önemli olduğunu aklımızdan çıkarmamal­ıyız.

 ??  ?? Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye