DENGE VE DENETLEME AĞI, 10 YILDA DEMOKRASİ TALEPLERİNİ İNCELEDİ: 5 kişiden 2’si ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyor
Denge ve Denetleme Ağı, son 10 yılda yapılan kamuoyu araştırmaları üzerinde yaptığı çalışmayla “Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu”nu hazırladı. Rapora göre halkın çoğunluğu seçimlerin adil ve eşit yapılmadığı, yargının kişilerin iktidara yakınlığı ve zenginliğine göre adaletsiz karar verdiğini düşünüyor. Araştırmaya katılanların vatandaşlık konusundaki görüşlerinden en önemlisi ise her 5 kişiden 2’sinin farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünmesi. Yine her 5 kişiden 2’si kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini söylüyor.
Denge ve Denetleme Ağı, 2010 yılından bugüne siyasette ve toplumda yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin vatandaşların demokrasi algısını nasıl şekillendirdiğini inceledi. 10 yılda yapılan araştırmaların yer aldığı “Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu” online basın toplantısıyla paylaşıldı. Rapora göre toplumun yarısından fazlası mahkemelerin, kişinin iktidarla ilişkisine ve zenginliğine göre karar verdiğini düşünüyor. 10 kişiden 3’ü kişinin Kürt olup olmamasının yargı kararını etkilediği görüşünde. Kişinin cinsiyetinin mahkemelerin kararında etkili olduğunu düşünenlerin oranı ise yıllar içinde artıyor.
YÜZDE 61 YARGININ SİYASALLAŞTIĞINI DÜŞÜNÜYOR
Yargı bağımsızlığına ilişkin dikkat çeken bir başka önemli sonuca göre ise mahkemeye yolu düşen 10 kişiden 3’ü, hukuk sistemine güveninin azaldığını söylüyor. Toplumun yarısından çoğu yargının siyasallaştığın düşünürken, iktidarların savcı ve hakimlere baskı uyguladığına inananların oranı da giderek artıyor. 100 kişiden en az 61’i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde. Rapora göre 10 kişiden en az 9’u adaleti, “Herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması” diye tanımlıyor. Ancak 5 kişiden biri, adaletin “Güçlülerin kendi haklı çıkarma yolu” olarak kullanıldığı görüşünde. Kadına yönelik şiddet konusunda da yargıya olan güven oldukça az. Rapora göre toplumun yüzde 30’u kadın cinayetlerinde mahkemelerin taraflı karar verdiğini düşünüyor.
DEVLETİN BEKASI MI, EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜ?
Anayasa’da adalet, eşitlik ve özgürlük beklentisi, “devletin bekası” beklentisinin üzerinde yer alması ise oldukça dikkat çekici. Araştırmalara katılan her 4 kişiden 3’ü, yargının devleti değil bireyi koruması gerektiğine inanıyor. Yine toplumun yarısından fazlası, anayasal hak ve özgürlüklerin terörle mücadele adına sınırlandırılamayacağını düşünüyor. Ancak yüzde 24’lük bir kesim bireysel hak ve özgürlüklerin bu gerekçeyle sınırlandırılabileceği fikrinde. Yine “Devletin güvenliği kişilerin haklarından önce gelir” önermesine katılanların oranı yüzde 56’yı buluyor. Araştırmaya katılanların vatandaşlık konusundaki görüşlerinden en önemlisi ise her 5 kişiden 2’sinin farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünmesi. Yine her 5 kişiden 2’si kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini söylüyor. Toplumun tamamına yakını herkesin mahkemede adil yargılanması, kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanması ve kültürel kimlik ya da cemaat olarak yaşayabilme özgürlüğünün tanınması gerektiği yönünde görüş belirtiyor.
FARKLI OLANLA BULUŞMADA ÇEKİNCE
Araştırmaya katılanların eşitlik ve özgürlük talebine karşın yaşamlarına ilişkin daha detaylı sorularda ise farklı bir durum ortaya çıkıyor. Çoğunluk isterse azınlığın haklarını ortadan kaldırabileceğini düşünenlerin oranı 2014’te toplumun yarısıyken, 2017’de bu oran yüzde 32’ye düşmüş. Ancak birçok araştırmada sıkça yer verilen farklı kimlik, inanç ve cinsel yönelime sahip olanlarla akrabalık ilişkisi kurulması konusunda çekinceler sürüyor. Kürt, Alevi vb. şeklinde doğrudan sorulduğunda akrabalık isteği yarıya kadar düşüyor. Yine ana dilde eğitim Almanya’daki Türkler için yüzde 80’lerde kabul görürken, Türkiye’deki Kürtler için sorulduğunda bu oran yarıya düşüyor.
SEÇİMLERE KATILIM YÜKSEK, GÜVEN AZ
Rapor, toplumun çok büyük kesiminin seçimleri demokrasinin vazgeçilmezi olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ancak her iki kişiden biri, seçimlerin adil ve eşit bir ortamda gerçekleştiğini düşünmüyor. Siyasi partilere güven ise oldukça düşük. 6 kişiden sadece biri siyasi partilere güveniyor. Siyasi parti üyeliği oranı da oldukça düşük. Seçimler ve siyasi partiler dışındaki örgütlenme biçimlerini vatandaş meşru görse de küçük bir kesim tarafından benimseniyor. Gösteri, yürüyüş, imza kampanyası gibi araçları meşru görenler toplumun yarısını oluştursa da siyasi talepli bir eyleme katılmayı tercih edenlerin oranı yüzde 15’e ulaşmıyor.
KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, toplumun demokratik bir talebi olup olmadığından ziyade demokrasi arzusu önündeki engellerin nasıl aşılacağının konuşulması gerektiğini belirterek, bu topraklarda insanın birey ve yurttaş olmak arasında sıkıştığını söyledi. Yanıtlara bakıldığında ikircikli bir durum olduğuna dikkat çeken Ağırdır, insanların kendi hayatlarında son derece sorun çözücü olurken ortak yaşam alanına sıra geldiğinde durumun değiştiğini ifade etti. Ağırdır, “İkinci paradoksal konu ise değerler arasında bir ayrışma var. Her kültür kendi kimliğini yaşasın denildiğinde herkes ‘evet’ diyor ama pratikte ‘Kürtler, Ermeniler şunu yapsın mı?’ diye sorulduğunda ‘evet’ler azalıyor” dedi. İnsanların belli ezberler ve deneyimler üzerinden hareket ettiğini ifade eden Ağırdır, Türkiye’de bunan çoğu derneğin yardımlaşma derneği olduğunu, sıra hak arama temelli örgütlere geldiğinde kimsenin “Sendikaya gir” demediğini söyledi. Burada geçmişteki yıkım deneyiminin söz konusu olduğunu belirten Ağırdır, “Çünkü bilir ki da işten atılabilir. Ancak bir yandan örgütlü davranmanın yararını gösteren, özellikle şu korona günlerinde ne kadar parlak örnekler var” dedi. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman da Ağırdır’ın “ikircikli” olarak nitelendirdiği durumun temel nedeninin siyasal ve toplumsal kutuplaşma olduğunu söyledi. Bu anlamda bireysel alanda hoşgörüyle karşılanacak bir durumun devlet alanında daha dışlayıcı olduğunu belirten Keyman, sorunu vatandaşlık biçimleri üzerinden şöyle değerlendirdi: “Devlet söyleminde özellikle 2016’dan sonra daha makbul vatandaş istiyor. Bu utangaç vatandaşlığı ve daha çok da aktif vatandaşlığı azaltıyor. Gönüllü olmaktan, aktif olmaktan korkuyoruz. Peki neden makbul vatandaşa daha yakınız? Eşit vatandaşlığın önündeki tel engel siyaset yapma tarzı.”