GEZİ’NİN 7. YILINDA DİRENİŞİ DEĞERLENDİREN AKADEMİSYEN ÖMER TURAN: Asıl demokrasi dışı olan; hükümetin protesto hakkını yok saymasıdır
Gezi direnişinin üzerinden 7 yıl geçti. Gezi ile ilgili çalışmalar yapan Akademisyen Ömer Turan, iktidarın OHAL kurgusunda Gezi’deki direnişin önemli bir yeri olduğunu belirtti. OHAL söylemi kurgulanırken Gezi’nin sürekli günah keçisi ilan edildiğine vurgu yapan Turan, “Hükümet sürekli olarak Gezi’nin demokrasi dışı olduğunu iddia ediyor. Bu tam bir riyakarlık örneği. Esas demokrasi dışı olan Gezi direnişini tetikleyen polis şiddeti ve hükümetin protesto hakkını hiçe saymasıdır. Sonrasındaki Gezi’ye ilişkin yargılamalar da hukukun birtakım talimatlarla, araçsallaştırılması örneği” dedi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Öğretim Üyesi ve Lund Üniversitesi, Ortadoğu Çalışmaları Merkezi, Misafir Araştırmacı olan Ömer Turan gazetemizin sorularını yanıtladı.
Siz çalışmalarınızda Gezi direnişini armağan ilişkileri üzerinden okuyorsunuz. Armağan ilişkilerine bakmak bize Gezi hakkında neler söylüyor?
Gezi’deki temel talepleri hatırlayarak başlamak gerek. İki belirgin talep söz konusu: Gezi, park olarak kalsın ve polis şiddeti son bulsun. Ayrıca Gezi’deki protestocular için iktidarın yaşam tarzlarına müdahaleleri de önemli bir gündemdi. Ama temel talepler bunlar. Tam da kendiliğinden gelişen, lidersiz bir hareketten bekleneceği üzere, bunların dışında politik hedefler, geleceğe dair planlar yok. Gezi direnişi o anda ve oradaki pratikler, deneyimler üzerinden var oldu. Yani Gezi direnişi mevcut politik sözlere sığmayan bir süreçti. Marx 19. yüzyıldaki toplumsal devrimler için “Eskiden laf içeriğin üzerindeydi, şimdi içerik lafı aşıyor” der. Belki de Gezi’de de içerik lafı, sözleri aşıyordu. İşte tam da bu noktada Gezi bağlamında gelişen armağan ilişkileri son derece önemli. Bu armağan ilişkileri, Gezi’de karşımıza çıkan alternatifin somutlaşması durumu. Piyasa odaklı, bireyin çıkarını öne çıkaran zihniyete karşı Gezi’de karşımıza çıkan şeyi görmek için Gezi Parkı’ndaki armağan ilişkilerini hatırlamanın yararlı olacağını düşünüyorum. Direniş başladığı andan itibaren oradaki insanlar sorunlarını ortaklaşa çözmek durumundaydılar. Gezi direnişinin temel çıkış noktası herkesin kullanımına açık bir yeşil alanın AVM’YE dönüştürülmesine karşı çıkmaktı. AVM’YE karşı çıkışta piyasa mantığını sorgulamak da var. Park işgal edildikten sonraki iki haftalık sürede gözlediğimiz armağan ilişkileri sorgulanan piyasa mantığı dışında bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor.
‘GEZİ AKP’NİN KAYBETTİĞİ BİR MOMENT’
Gezi Parkı direnişi üzerinden 7 yıl geçmesine karşın hükümet ve hükümete yakın basın Gezi üzerinden muhalefete yönelik tehditlerini sürüyor. Hükümet bununla neyi amaçlıyor olabilir?
Mevcut iktidarın amacı, resmi olmayan OHAL durumunu sürdürmek. İçeride muhalefeti düşmanlaştırarak ve dış politikadaki dengeyi içeriye ölüm kalım savaşı olarak yansıtarak bu OHAL’I sürdürmeyi hedefliyorlar. Ülke savunmasının Libya’dan başladığını iddia eden iktidar, ana muhalefet partisi CHP’YI sapkınlıkla suçluyor. CHP’YE “Kesinlikle milli değilsiniz, yerliliğiniz de tartışılır” diyor. Bu doğrudan düşmanlaştırmaktır. Kılıçdaroğlu 2019’da linç girişimine maruz kaldı. İktidarın sapkın olarak yaftaladığı CHP, son seçimde dört büyük şehrin dördünde yerel yönetimi kazanmış parti. İktidarın OHAL kurgusunda Gezi’deki direnişin önemli bir yeri var. OHAL söylemi kurgulanırken Gezi günah keçisi ilan ediliyor sürekli olarak. Hükümet sürekli olarak Gezi’nin demokrasi dışı olduğunu iddia ediyor. Bu tam bir riyabunu yaşayıp göreceğiz.
‘ÖRGÜTLÜ MUHALEFET HAZIRLIKSIZ YAKALANDI’
Otoriterliğin giderek arttığı bir dönemden geçiyoruz. Gezi’de alanlara çıkan milyonları sokaklara döken taleplerle bugün açısından bir bağ kuracak olursanız neler dersiniz?
Gezi ile bugün arasındaki bağı düşünürken, ilk olarak şunu hatırlamak gerek: Sosyal hareketler literatürünün bize öğrettiği temel şeylerden biri, her sosyal hareketin çıkış anında fırsat ve tehditlere göre karar verdiğidir. Yani fırsat ve tehditler hem hareketin ortaya çıkmasına engel olabilir, hem de seçilen eylem biçimlerine, eylem repertuvarına etki eder. Devletin müdahalesinin sertlik derecesi sosyal hareketin oluşmasını bütünüyle engelleyebilir. Hatırlarsanız, geçen ay yaptığımız söyleşide, “Çözüm Süreci’nde yakalanmış olan çatışmasızlık hali, Gezi direnişini mümkün kılmıştır.” demiştim. Oradan devamla şunu da söyleyebiliriz: Bugünkü iktidar koalisyonu 2013 ile kıyaslanamayacak ölçüde sert müdahaleden yana. Bu nedenle Gezi ölçeğinde kitlesel bir direnişin olası olduğunu düşünmüyorum. 2013 ile 2020 arasındaki bağı düşünürken şunu da hesaba katmak lazım: Gezi’yi 2011-2012 dönemindeki “işgal toplumsal hareketleri” protesto dalgasıyla birlikte düşünebiliriz. Mesela Arap Baharı, Tahrir direnişi de aynı şekilde düşünülebilir. İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan’daki protestolar ve toplumsal hareketler de bu küresel protesto dalgasının içinde yer alıyor. Farklı ülkelerdeki protesto ve işgallere baktığımızda, önceden politik deneyimi olamayanların, bir nevi amatörlerin belirgin katılımını görüyoruz bu küresel dalgada. Sol siyasal partilerin ve sendikaların güçlü oldukları ülkelerde, örneğin İspanya’da ve Yunanistan’da, protestolar başka türlü şekilleniyor. Mısır ve Türkiye’de Tahrir ve Gezi süreçlerine baktığımızda ise bunların aslında örgütlü muhalefetin de hazırlıksız yakalandığı süreçler olduğunu görüyoruz. Sol parti ve örgütler ile sendikalar protestoları şekillendiremediği ölçüde hem Gezi’de hem de Tahrir’de belirgin bir ideolojik-politik çerçeveye yaslanmayan grupların rolü öne çıktı. Gezi’den günümüze doğru gelen hattı düşünürken 2015 haziran seçimlerinde Hdp’nin aldığı oyu da not etmek lazım. Gezi yerel taleplerin öne çıkmasıydı. Ama ilk yerel seçimlerde Gezi etkisi belirgin değildi. Buna karşın 2015 genel seçimlerinde gerek Hdp’nin kampanya dilinde gerekse aldığı yüzde 13’lük oyda, Gezi’nin etkisini görmek mümkün. (İSTANBUL/EVRENSEL)