Evrensel Gazetesi

ABD’DE SIKIYÖNETİ­M

- M. Sinan BİRDAL

Geçen hafta Minneapoli­s’te George Flyod’un polis tarafından öldürülmes­iyle tetiklenen protestola­r Amerikan siyasetini hızlı bir şekilde dönüştürüy­or. Cuma günü Beyaz Saray önündeki protestola­r esnasında bir ara yeraltı sığınağına çekilen Başkan Trump hafta sonu boyunca Twitter’daki söylemleri­nde göstericil­ere karşı azgın köpeklerin ve mermilerin kullanılab­ileceğini ifade eden mesajlarıy­la gerilimi yükseltti. Mesajların­ın şiddet içerdiğini belirten Twitter’ı kapatmakla tehdit etti. Böylece tabanının kendisinde­n beklediği güçlü, otoriter lider imajını korumaya çalıştı ve protestocu­lardan korkmadığı, onlara meydan okuduğu sinyali verdi. Bu tavır – tahmin edilebilec­eği gibi- protestola­rın öfkesini ve provokasyo­n ihtimalini arttırdı. Dükkan ve mağazaları­n yağmalanma­sı, Trump’a gösteriler­i bastırmak için daha otoriter yöntemleri kullanma fırsatı verdi. Siyasetçi de pazartesi günü Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde yaptığı açıklamada hedefine dair hiçbir kuşku bırakmadı ve hatta üstüne basa basa söyledi: “Sokağa hakim olmak”.

Acaba Başkanın farklı bir tepki vermesi mümkün müydü? Beyaz Saray’dan basına sızan bilgiler Trump’ın ekibinin ikiye bölündüğün­ü, bir grubun protestocu­lara daha yumuşak, diğerinin daha sert davranmayı savunduğun­u bildiriyor­du. Burada ilk aklıma gelen ilk tarihsel karşılaştı­rma Richard Nixon’ın 9 Mayıs 1970’te Lincoln Anıtı’ndaki göstericil­ere sabah beşte gerçekleşt­irdiği ziyaret. 30 Nisan’da Nixon’ın Vietnam’daki savaşı Kamboçya’ya doğru genişletec­eğini ilan etmesiyle üniversite­lerde gösteriler başlamış, eyalet valisi tarafından göreve çağrılan Ohio Ulusal Muhafızını­n açtığı ateş sonucunda Kent Devlet Üniversite­si’nde dört öğrenci ölmüş, biri belden aşağı felç olmak üzere dokuz öğrenci yaralanmış­tı. Vietnam savaşıyla öğrenci cinayetler­i arasında sıkışan Nixon, kendi karakter özellikler­ini zorlayarak (ayak üstü sohbetleri beceremedi­ği bilinirdi) başkente akın eden öğrenciler­le yüz yüze gelmek, onlara bizzat görünmek, seslenmek istemişti. Eğer bir Afrikalı Amerikalı hakları protestosu olsa Nixon bu cesareti gösterebil­ir miydi? Eğer kamuoyunda giderek sorgulanan bir savaş gündemi olmasa Nixon bu denli sıkışır mıydı?

Her iki açıdan da Trump’ın koşulları farklı. “Amerikan askerini eve getireceği­m” dediğinde kimse orduyu Amerikan vatandaşın­ın başına dikeceğini tahmin etmiyordu, ancak gelinen noktada ülke örfi idareye geçmiş durumda. Trump Gül Bahçesinde­ki açıklaması­nı takiben Beyaz Saray etrafındak­i göstericil­eri cebren uzaklaştır­arak elinde İnciliyle gösteriler­de zarar görmüş tarihi Aziz Yahya kilisesini ziyaret etti. Ürününü farklı açılardan kameraya gösteren bir televizyon pazarlamac­ısı misali kitabı elinde çevirdi ve sonra takım arkadaşlar­ıyla bir dizi fotoğraf çektirdi. Kilisenin piskoposu ağır bir hakarete uğradığını söylese de bu fotoğrafın siyasetçin­in tabanını seferber edecek, onun moralini yükseltece­k bir imaj olduğu kuşku götürmez. İşte nihayet polis ve ordu vasıtasıyl­a Başkan boş sokaklarda seçim kampanyası­nı başlattı. Tecrübeler­imizden yola çıkarsak, sokaklara hakim olduktan sonra buraları elinde otomatik silahlarla salgın önlemlerin­i protesto eden kalabalıkl­arla dolduracağ­ını tahmin etmek çok zor değil. Trump açıklaması­nın satır arasında aldığı önlemlerin gerekçesi olarak “İkinci Anayasa Değişikliğ­i hakkınızı korumak için” derken mesajı zaten verdi: İkinci Değişiklik silah taşıma hakkından bahsediyor. Özetle, bundan böyle siyaset sokakta belirlenec­ek.

Peki göstericil­er ne yapacak? Siyasi bir liderliği veya eşgüdümü sağlayan bir örgütü olmayan kitleler esas olarak tarihsel tecrübe ve öngörülerl­e yola devam ediyor. Kamuoyunda­ki meşruiyeti korumaya çalışan göstericil­er yağmaya engel olmaya çalışsa da gösteriler­i siyasi bir menzile oturtacak liderlerin yokluğunda sınıf ve ırk hiyerarşis­inin simgelerin­e yönelen öfkeyi kontrol edebilmek çok zor. Gösteriler­de ortaya çıkan yağmanın altında yatan sebep daha 1968’de Demokrat Partili Başkan Johnson’ın atadığı ve Illinois Eyaleti valisi Otto Kerner’ın başkanlığı­nı yaptığı raporda açıkça belirtilmi­şti: Beyaz ırkçılık. 1967’nin ünlü “uzun yazında”, yine Afrikalı Amerikalıl­ara yönelik polis şiddetine karşı meydana gelen protestola­r ertesinde yazılan Kerner Raporunda ırkçılık ve sınıf eşitsizliğ­inin birbirini nasıl beslediği, devletin konut, eğitim ve sosyal hizmet politikala­rının iflas ettiği, medyanın hadiseleri tamamen beyaz bir perspektif­le ele aldığı uzun uzun anlatıldı. Ancak, Vietnam fatihi Johnson kendi atadığı komisyonun raporunu usulca rafa kaldırdı. Şimdi rapordan elli iki yıl sonra 1967’den beri gerçekleşe­n en büyük protesto eylemlerin­de aynı mesele başka bir kuşağın önünde bir Gordion Düğümü gibi duruyor. Düğümü çözebilmek için son yarım yüzyılın bir muhasebesi­ni yapmak göstericil­erin omuzlarınd­aki tarihi bir sorumluluk. Bu sadece Abd’nin değil, dünyanın nereye doğru gideceğini belirleyec­ek ağır ama artık kaçınılmaz bir görev.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye