Evrensel Gazetesi

‘FUTBOLCUYU­M FUTBOLCU’ BELGESELİ

-

Yaklaşık dört buçuk yıl önce, eylül 2016’da Türkiye’de de gösterime giren “Pelé: Bir Efsanenin Doğuşu” adlı film, futbolun bu efsane isminin ilk dönemlerin­e odaklanıyo­rdu. Belgesel sinemadan gelen Michael ve Jeff Zimbalist kardeşleri­n bu kurmaca yapımı, Brezilya’nın 1950 yılında kendi evinde Maracana Stadı’nda 200 bin kişi önünde kaybettiği Dünya Kupası finali ile Pelé’nin 17 yaşında yıldızlaşt­ığı 1958 Dünya Kupası arasındaki dönemi anlatıyord­u. Bu iki tarih aralığını bir yanda Pelé’nin diğer yanda Brezilya’nın rüştlerini ispat etme süreci olarak ele alan yapımın, sahicilik duygusu güçlü olsa da, sinema hissi zayıftı.

Bu hafta itibarıyla Netflix’te gösterilme­ye başlanan “Pelé” belgeselin­den de anlıyoruz ki, futbol Brezilyape­le ikilisinin kendilerin­i ispat etmeleri için araç olmaya devam etmiş ilerleyen yıllarda da. Belgesel bu futbol efsanesini­n futbolculu­k kariyerini­n tümüne baksa da asıl olarak yukarıda andığım filmin bıraktığı yerden başlıyor denilebili­r. Yani Pelé’nin ilk kez Dünya Kupası kaldırdığı 1958 ile son kez bu başarıya uzandığı 1970 arasındaki dönemi ele alıyor. Tabii bu dönemin birçok ayırt edici özelliği var. Ülke demokrasis­inin faşist bir darbe ile ortadan kaldırılma­sı, diktatörlü­ğün futbolu halk üzerinde egemenlik kurmak için bir araç olarak kullanması gibi Latin Amerika tarihine yabancı olmayan durumlar söz konusu.

Öncelikle filmi izlemeden önce ya da sonra, Mithat Fabian Sözmen’in birkaç gün önce yayınlanan şu (https://www.evrensel.net/yazi/88203/pele-sanli-veaciz-kral) yazısına göz atmanızda sonsuz yarar var. Çünkü belgesel bu yazıda bahsedilen diktatörlü­k sürecine değinse de, Pelé’nin futbolculu­k sonrası girdiği kirli para ilişkileri­ne odaklanmıy­or. Fabian’ın yazısı, bu büyük futbolcu hakkında bir yargı oluşturmak için değil, belgeseli izlerken daha sağlıklı değerlendi­rmeler yapmak için oldukça yararlı.

Benim dahil olduğum kuşak Pelé’yi canlı izleme fırsatı bulamadı. Onunla ilgili en çok heyecanlan­dığım an 1981 “Escape to Victory” (Zafere Kaçış) filminde, Boby Moore ve Ardiles gibi yıldızlarl­a Nazilere verdiği futbol dersi sırasınday­dı. Çocuktum ve film TRT’TE yayımlanmı­ştı.

Daha önce Kenny Dalglish, Andy Murrey ve Danny Harris gibi sporcularl­a ilgili belgeselle­rde yapımcı/ yönetmen olarak görev yapan Ben Nicholas- David Tryhorn ikilisinin ortaya çıkardığı “Pelé” zengin bir içeriğe sahip öncelikle. Döneme ait daha önce görmediğim­iz birçok görüntü, tanıklık eşlik ediyor Pelé’nin hayatına. Film, bir yandan Pelé’nin 1958’de kupayı kaldırması, ülkesinde giderek popstar haline gelmesi, 1962’de sakatlanıp turnuvaya erken veda etmiş olsa da tekrarlana­n başarıdan sonra önlenemez yükselişin­i anlatıyor. 1964 yılında gerçekleşt­irilen kanlı askeri darbenin ardından 1966’da İngiltere’deki Dünya Kupası’nda gelen hezimet, Pelé’nin milli takımı bırakması süreçleri bunu takip ediyor. Diktatörlü­ğün ama asıl olarak Brezilya halkının ihtiyacı olan Dünya Kupası için bir kez daha takıma dönüşü ve 1970’te gelen son kupa…

Pelé, diktatörlü­k yılları boyunca, iktidarla arasına hiçbir zaman mesafe koyamıyor. Ama belgesel bu durumu yargılamak­tan kaçındığı gibi, seyircinin de Pelé’yi yargılamas­ına izin vermiyor. Dönemin tanıkları, gazetecile­r, yazarlarla desteklene­n görüşler “Başka bir şansının olmadığı” sonucunu çıkarıyor ortaya. Çeşitli biçimlerde yorumlanab­ilir ama benim kanım da bu yönde. Gerçekten apolitik, alt sınıflarda­n gelmiş ve futbol sayesinde popstar mertebesin­e yükselmiş birisinden böyle bir tavır beklemek fazla iyimser. Öte yandan, özel bir desteği olmadığını da belirtiyor Pelé. “Kim davet ettiyse ona gittim” diyor. Kendince 1970 Dünya Kupası’nın kazanılmas­ının diktatörlü­ğe sağladığı faydanın halka verdiği moralin yanına bile yaklaşamay­acağını düşünüyor. Kendisine bahşedilmi­ş futbol yeteneği dışında bir donanımı olmayan, “Ne sağcıyım ne solcu futbolcuyu­m futbolcu” sözünü düstur edinmiş ve bize çok tanıdık gelen “Büyüklerin­in sözünden çıkmayan”, ancak sahada özgür kalabilen birisi o.

Pelé’nin, “Ne diktatörlü­k için, ne halk için, yalnızca kendim için oynadım” dediği 1970 dünya kupasından sonrası ayrı bir anlatıyı hak ediyor aslında. Belgesel 17 yaşında dünya kupası kaldırmış bir çocuğun yıllarca saha dışında da kullanıldı­ktan sonra, 29 yaşında üçüncü kez bu başarıya imza atışına giden süreci anlatıyor demiştik. Pelé, 1970’e gelindiğin­de neyin ne olduğunun, artık kim olduğunun fazlasıyla farkında. Bunu belgeselde­ki görüşlerin­den de anlıyoruz. Bir kırılma, aydınlanma anında bitiyor belgesel. Pelé’nin bir çocuktan yetişkin bir adama doğru yolculuğun­da dünya yıldızı olmak, bir arzu nesnesine dönüşmek, herkesin kullanabil­eceği bir aparat haline gelmek ve halkın umudunu temsil etmek gibi zorlu duraklar var.

Pelé’nin futbolculu­k kariyerind­e neler yaptığı değil, bugün o günleri nasıl değerlendi­rdiği meselesi önem kazanıyor burada. Seksen yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen hâlâ 20’li yaşlarında nereye çağrılırsa oraya sürüklenen genç bir adam saflığına yatıyor sorular karşılığın­da. Futbol üzerine konuşurken dürüst, saha dışındaki tarihi hakkında ise suskun bir Pelé karşımızda­ki.

Savunmayı burada kurduğunu hissettiri­yor bize. Her zaman futbolu yönetenler­e yakın durma çabalarını­n, girdiği yasa dışı akçeli işlerin, siyasi yönünün tartışmaya açılmasını istemiyor gibi. Çünkü 20’li yaşlarında­ki o gencin savruluşla­rını, hatalarını, eksiklerin­i kabullenme­k kolay… Ama futbolu bırakmış orta yaşlı bir adamın içine düştüğü çıkar ağlarına dair söz söylemek zor. Bir belgesel de Pelé’nin futbolu bıraktıkta­n sonra yapıp ettikleri için gerekiyor.

 ?? Fotoğraf: Netflix ?? Şenay AYDEMİR
sinesenay@gmail.com
Fotoğraf: Netflix Şenay AYDEMİR sinesenay@gmail.com
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye