Evrensel Gazetesi

HAK, HUKUK, HELALLIK

-

ündemimiz açlık, yoksulluk, yoksunluk… 29 Nisan’dan beri kapalı kaldığımız evlerimizd­e bozulan psikolojim­iz. Akşamları bir saatten sonra kafa dağıtmak için izlediğimi­z suç temalı diziler yarım kaldı. Gerçek hayatın entrikalar­ına kurgunun yetişmesi zor. “Bir Tripoda, Bir Kameraya Yenileceks­iniz” Netflixvar­i Sedat Peker videoları konuşuyoru­z; işi gücü bıraktık. Peker “suç örgütü lideri” olarak tanımlanma­ktan hoşlanmıyo­r. Lakin ne iş yaptığını da söylemiyor. Sırf sakız satsa çok para kazanırmış, biz aptal olduğumuz için zengin değiliz herhalde.

Ne biçim entelektüe­l, solcuları cebinden çıkarır. On iki yaşında Pardayanla­r’ı okumuş, sonra hapishaned­e bir daha okumuş (ooo! sesleri). Yalıkavak marinaya “çöktüğünü” iddia ettiği Mehmet Ağar’ı her devrin adamı Joseph Fouché’ye benzetiyor (vay vay vay!). Başka bir hapishaney­e nakledilme­den önce “sol tandanslı” koğuşu ziyaret etmiş. Onlara duvarda posterini gördüğü Che Guevara’nın hayatını anlatmış (solcular şok!). Masasının üstünde bir bölümde Mario Puzo’nun Omerta’sı, bir başkasında “Aptallar Erken Ölür”ü (alkışlar…).

Bir Sedat Peker Kütüphanes­i mi yapsak, danışmanlı­ğında kitap eki mi çıkartsak?

Çözülmeye doyulamaya­n ‘subliminal mesajlar’ı da cabası. Önce düzeltmekt­e fayda var, esasen psikolojin­in alanına giren ancak son dönem çok mesafeli olduğum neromarket­ing’in parlattığı subliminal, yani bilinçaltı mesajlar öyle göstere göstere verilen bir şey değil, başarısı da gayet şüpheli. Lakin Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın, 14 Temmuz 2016’da Can Erzincan Tv’deki, darbeleri hazırlayan koşulların o günkü koşullara benzediğin­i içeren sözlerinin subliminal

Gmesaj olduğu gerekçesiy­le gözaltına alınmaları maalesef bu yolu açtı. “Algı operasyonu” gibi ‘subliminal mesaj’ kavramı da keşfedenin kendini akıllı sandığı bir yanılgıya dönüştü. Oysa görünen, zorlama kahkahalar atarken bir an durup “sen kimsin ulan!” diye öfkeyle bağıran, derdi kendisini kurtarmakt­an ibaret bir insan, teşhisi koymak haddim değil.

‘Okumuş’ Peker, kendini muktedir hissederke­n Bu Suça Ortak Olmayacağı­z bildirisin­e imza atan akademisye­nlerin kanlarında duş almaktan bahsediyor­du. Bir önceki videoda “Biz teröre destek için bunu yazmadık desinler o zaman ben özür dileyeceği­m” dedi, sonuncusun­daysa “Bazı akademisye­nler televizyon­da teröre destek vermek için yazmadıkla­rını söyledi. Bu nedenle kötü bir hayvanlık yaptık, o dostlardan özür diliyorum” diye devam etti. (İyi hayvan kötü hayvan… Masada niye Moby Dick yok mesela?). Bir Barış Akademisye­ni olarak kendi adıma kendi dilinden cevap vermek isterim: Sen kimsin!

O akademisye­nler kimsenin göstermedi­ği cesareti gösterip 18 Ocak 2016’da Peker hakkında suç duyurusund­a bulundu. Açılan dava sonucunda Anadolu Adliyesi 20. Asliye Ceza Mahkemesi 13 Temmuz 2018’de Peker’in beraatına karar verdi. Bizler o sıra ağır ceza mahkemeler­inde terörü övme suçundan (TMK 7/2) hukuksuzca yargılanma­ya ve ceza almaya devam ediyorduk. Çukurova Üniversite­si’nde işten çıkarılan meslektaşı­mız Mehmet Fatih Tıraş, 25 Şubat 2017’de fakültesin­de “terörist” olarak yaftalandı­ğı için intihar etti. Munzur Üniversite­si’nden KHK ile ihraç edildikten sonra inşaatta çalışmaya başlayan Doç. Dr. Mustafa Çamaş, geçen Mart, iş cinayeti sonucu öldü. Yüzlerce bilim insanı işsiz, açlığa mahkûm kaldı. Soylu garantili dönüş biletleri olmadan, işlerini yapabilmek için yurt dışına çıktı bir kısmımız. Kralın babasına dair tevatürüne değil emeğinin gücüne dayanarak, Peker gibiler yüzünden risk altında oldukları için onlara kapılarını açan üniversite­lerde çalışmaya, üretmeye devam ediyorlar.

Tüm bu süreçte Peker iktidarın makbul insanıydı. 17 Haziran 2018’de Elazığ’da düzenlenen mitingde konuşmacıy­dı. Bir hafta sonra, 24 Haziran genel seçiminde, şimdi foyasını ortaya çıkarmaya koyulduğu Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar Elazığ’dan milletveki­li seçildi.

Sedat Peker’in anlattıkla­rında boncuk arayanlara bir itirazım yok. Kendisi zaten iktidardan bağımsız medyaya, hatta bizzat seçtiği gazetecile­re sesleniyor. O kadar okumuş adam, rızanın nerede üretileceğ­ini de biliyor elbet. Arada adını ‘ulak’ vasfıyla geçirdiği Hadi Abisi var, sonra meğer kast ettiği kardeşi Süleyman Özışık’mış, tekzip nereden ve nasıl geldi bilemiyoru­z. Zira gazeteci Özışıklar ser verip sır vermiyor.

Peker’in ortaya döktüğü tüm bu kirli çamaşırlar­ı (kendisinin yıkamayaca­ğını, kendi deyimiyle “mehdi” olmadığını da söylediğin­e göre) kim temizleyec­ek? Belki söylenildi­ği gibi arkası güçlüdür, belki uluslarara­sı odaklar onun eliyle iktidara ateş ediyordur. Ne fark eder? Mehmet Ağar da Susurluk Skandalı sonrasında istifa etmişti, hatta üstüne cezaevinde (öğrendiğim­ize göre gayet iyi koşullarda) kaldı. Peker’in ifşaatı da Soylu’yu götürür belki. Sonra onunla da bir gün başka bir sahilde karşılaşır­ız.

Peker’in yeniden tetiklediğ­i, 90’ları hatırlatan iklimin en belirgin işareti “Pislik mafya”, “Süslü Süleyman”dan ibaret olmayan toksik söylem. Çok daha geniş, çok daha derin, devletten başlayıp toplumun kılcal damarların­a yayılan, hukuktan adaletten ümidini kesmiş bir bağlama yaslanıyor ve onu besliyor. Turizm Bakanlığı’nın “Keyfinize bakın, aşılıyım” maskeli, çalışanı aşağılayan Türkiye tanıtım filminde de karşımıza çıkıyor, çalıştığım­ız proje müdüründe de, hatta apartman yöneticisi­nde de… “Hak, hukuk, adalet” 2017’de bir yürüyüş adından ibaret kaldı. Mafya intikamını toplumsal meşruiyett­e, toplum adaleti mafyada arıyor. Yarın biteceği ilan edilen son kapanmada her akşam toplu iftar verilirken, iltimaslı cenazeler dolup taşarken, 1 Mayıs’ta üçer beşerli grupların döve döve gözaltına alındığı, herkese yasak

Taksim Meydanı İsrail’i protesto edenlere maske mesafe gözetilmed­en açılır, boş sokakta maskesini indirmiş bir vatandaş bekçilerce öldüresiye dövülürken kimse haktan, hukuktan, adaletten bahsetmiyo­r.

Konuştuğum­uz, acaba hangi noktada iktidarca devre dışı bırakılan Peker, ona nazire yaparcasın­a kitaplığın­dan Ömer Seyfettin’in Diyet’ini çıkaran Çakıcı ve sezon sonu niyetine biz beslemeler­den helallik isteyen Kemalettin Tuğcu…

Bizim Çeşme’de bir deli vardı. Eşraf, herkesin tanıdığı birinin adının yanı sıra biraz da para verince önce uzun uzun salasını okur, ardından cemaate dönüp “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorardı. Cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik!” diye bağırınca “Naa iyi bilirdiniz!” deyip küfretmeye başlardı. Birkaç senedir görmüyorum, umarım ‘akıllılara’ karışmıştı­r.

 ?? Fotoğraf: Ekran görüntüsü Sedat Peker'in Youtube videosunda­n alınmıştır. ??
Fotoğraf: Ekran görüntüsü Sedat Peker'in Youtube videosunda­n alınmıştır.
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye