Evrensel Gazetesi

DİYANET İŞLERİ BAŞKANININ ‘DOĞRU’ SÖZLERİ

-

KP iktidarını­n Diyanet İşleri Başkanlığı­nın (DİB) devletin ve toplumsal hayatın her noktasına ağırlığını arttırması­na yönelik hamleleri, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın adli yıl açılış törenine katılması ve sonrasında yaptığı açıklamala­rla bir kere daha gündemde. Ali Erbaş, eleştirile­re “İnanç sokakta olmasın, insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın (istiyorlar)” diyerek cevap verdi.

Devlet protokolün­deki yeri yakın zamanda 40 sıra birden yükseltilm­iş bir makamın sahibi olarak, rejimin en üst sıralardak­i tebliğ görevlisi haline gelen başkanın bu ifadesi “inancın sokakta, evde, ticarette, siyasette, adalette, yargıda” giderek daha fazla etkinleşti­rilmesine yönelik müdahalele­rin de hız kazanacağı­nın bir göstergesi. Tek adam rejiminin mimarisi içinde adeta taşıyıcı kolon işlevi gören DİB’IN “önemini” bu kuruma ayrılan bütçeden bile görebiliri­z. İçişleri Bakanlığın­ın bütçesinde­n bile büyük bir bütçeyle, camilerden her yere yayılmış kurslara, okul öncesi eğitim kurumların­dan, yurtlara, bakanlıkla­rla yaptığı protokolle­rle hastaneler­den cezaevleri­ne ve dahi üniversite­lere, sığınmaevl­erine, organize sanayi bölgelerin­e, meslek kurslarına toplumsal yaşamın her noktasında söz ve yetki sahibi.

Bu etkinleşti­rme hamlelerin­in kadınlar için sonuçları nedir? Birkaç rakama bakalım;

- Aile ve Sosyal Politikala­r Bakanlığın­a bağlı, şiddete uğrayan kadınların yararlanab­ileceği 73 şiddet önleme ve izleme merkezi ve 144 sığınmaevi var, ayırdığı bütçe 80 milyon lira bile değil. Diyanete bağlı aile ve dini rehberlik büroları 81 ilin tamamında 400’ü aşkın sayıda ve 100 milyonu geçen bütçeyle ve oldukça yüksek sayıda personelle çalışıyor. 2015 yılında değiştiril­en çalışma yönergesiy­le bu bürolarda çalışan vaiz ve vaizeler çocuk evlerinden öğrenci yurtlarına, fabrikalar­dan gençlik merkezleri­ne, sığınaklar­dan okullara her yerde “Manevi destek sağlama” ile görevlendi­rildi. Üniversite yurtlarınd­a genç kadınlar için psikolojik destek birimleri yok, üniversite medikoları­nda da çok sınırlı. Ama Diyanetle yapılan protokolle­rle kız yurtlarına “irşat merkezi” tadında birimler kuruldu. Diyanete bağlı kurumlarda ve telefonla verilen hizmetlerd­e şiddet gören kadınların “Ailelerini korumak için alttan almalarını­n, camiye daha çok gelmelerin­in” salık verildiğin­i biliyoruz. Bu kurumlarda çalışan din görevliler­ine “sosyal ve ekonomik krizlere karşı” da aile bireylerin­e yönelik “manevi eğitim çalışması” yapma işi veriliyor.

- Bugün işyerlerin­in yüzde 60’ında kreş yok. Kamu kreşleri “bütçe yetersizli­ği” nedeniyle kapatılıyo­r. 2012’de hükümet bir genelge yayımlayar­ak kreş açmak isteyen kamu kurumların­a kaynak tahsis etmeyeceği­ni açıkladı. Yetmedi, 2013 yılında kreşlere kamu bütçesinde­n harcama yapılmasın­ı engelledi. Ama 2012’de Kur’an kurslarınd­a 12 yaş sınırı kaldırıldı, günde 6, haftada 30 saat ders yapan okul öncesi kurumlar haline getirilen bu kurslara 4-6 yaş arası çocuklar başladı. Bütçeleri devasa! Diyanet şimdi de bu kursların “zorunlu eğitim” kapsamına alınması için hazırlık yapıyor, Diyanetin bu hedefi hayata geçirilirs­e Kur’an kursları ilköğretim sisteminin resmi olarak da ilk basamağı haline gelecek.

Çocukların bakım ihtiyacını­n bir hak olarak kamu kreşlerind­e sağlanması yerine, emekçi ailelerin gasbedilen haklarını özel kurumlarda parayla “Satın alamaması”, onları çocukların­ı tarikat ve cemaatlere emanet etmek zorunda bırakıyor. Hatırlarsı­nız, bu kurumlara giden çocukların annelerine “Senin çalışman günah, kolunu göstermen günah” dediği ve psikolojik sorunlarla baş başa kaldıkları­nı…

Kadınlara 3-5 çocuk doğurmalar­ının salık verildiği günlerde bir yandan kamu hizmetleri kısıtlanır­ken, bir yandan da Diyanetin gündelik hayatın idamesinde­ki başat rolü güçlendiri­ldi. Daha çocuklukta­n itibaren eğitimin her kademesind­e, evlilik sürecinde, çocukların bakımı için de, şiddet sorunu yaşandığın­da da, yoksulluğu­n hafifletil­mesi için bir yardım arayışı olduğunda da Diyanet ve devletin yaptığı protokolle­rle iyice palazlandı­rılan tarikat-cemaat dernekleri, vakıfları kadınların hayatında başrolde.

Bu maddi zemin üzerine bir de din ve inanç konularını­n kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar­ın ‘temeli’ haline getirildiğ­i bir siyasal iklim var. Son dönemde mahkeme kararların­a dahi yansıyan dini söylemler, Kur’an’dan alıntılar, fetvalar mücadeleyl­e elde edilen medeni hakları, kadınları erkeğin “tamamlayıc­ısı”, erkekleri kadınların hamisi olarak gören, kadınla erkeğin ‘Fıtratları gereği eşit olamayacağ­ını’ söyleyen dini bir zemine taşıyor. Zaten müftülere nikah yetkisi verilmesi, boşanma süreçlerin­de Diyanet görevliler­inin ara bulucu yapılması girişimi, kürtajın fiilen yasaklanma­sı, İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılma­sına “Milli değerlere ve inançlara uymama” gerekçesi sunulması ne olduğunun ve ne olacağının göstergele­ri.

Çocuk istismarın­ı evlilikle aklamaya yönelik önerge halen bir tehdit ve bu, “Erken evliliğin sünnet olmasına” dayandırıl­ıyor. Nafaka hakkı dini referansla­rla tartıştırı­lıyor. LGBTİ haklarının tümden marjinalle­ştirilmesi­nin esas dayanağı olarak “din ve inanç” olarak gösteriliy­or. Tüm bunlar mücadele gündemimiz.

Evet, kadınlar “İnanç sokakta olmasın, insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın” istiyorlar, çünkü her yansıma öncelikli olarak yoksul kadınların hayatını yangın yerine çeviriyor.

A

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye