Evrensel Gazetesi

‘HARRANLI’ İŞÇİLER VE İŞ, EKMEK, ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ!

-

ngels, İngiltere işçi sınıfının 1800’lü yıllardaki durumunu ‘fabrika köleliği’ olarak tanımlar. Ve bu köleliğin işçinin tüm zamanını alan, yemek ve uyumak için bile pek az zaman bırakan, en temel insani ihtiyaçlar­ını karşılayam­az hale getiren bir mahkumiyet olduğunu söyler (F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu. s.155, Eriş Yayınları, 1997).

Engels’in 1800’lü yılların İngiltere’si için anlattıkla­rının geçmişte kaldığını düşünenler bugün bölge illerindek­i işçilerin çalışma ve yaşam koşulların­a dönüp bakabilirl­er. Çünkü ülkede işsizlik oranlarını­n en yüksek yer olduğu bölge illerinde ‘çalışma hakkı’ işçiye bir ‘lütuf’ gibi sunulur. Bu ‘lütuf’un karşılığın­da işçiden en ağır çalışma koşulların­a, mobbinge, düşük ücret dayatmasın­a, güvencesiz çalışmaya rıza göstermesi beklenir. Kürt sorunu konusunda dayatılan politikala­rın bir devamı olarak onlarca yıldır resmi ya da fiili OHAL’IN uygulandığ­ı, ağır baskı koşulların­ın hüküm sürdüğü bu kentlerde işçinin hak aramaya çalışması ise, sadece patronlarl­a değil; devletle de karşı karşıya gelmeyi göze almasını gerektirir.

İşte geçtiğimiz günlerde kendilerin­e 21. yüzyılda ‘fabrika köleliği’ dayatılan bölgenin Kürt ve her milliyette­n işçileri için belki küçük ama önemli bir adım atıldı. DİSK Tekstil Sendikası, Urfa’daki Uğur Tekstil’de birçok zorluğu aşarak örgütlenip yetkiyi aldı. Deniz Kar arkadaşımı­zın sendikanın işçilerle yaptığı toplantıyl­a ilgili haberinde gördüğüm bir pankart beni yıllar öncesine götürdü. Pankartta “Uğur Tekstil işçileri artık sendikalı; darısı tüm Urfalı ve Harranlı işçilerin başına” yazıyordu.

2010 yılının son günlerinde ikisi de Urfa’daki emek mücadelesi­nin en önlerinde yer almış ve aynı zamanda Emek Partisi il başkanlığı yapmış arkadaşlar­ımız Cemalettin Özden ve Ramazan Bağış’la birlikte Balıklıgöl Devlet Hastanesin­in önündeki işçi durağına gitmiştik. Organize sanayi işçilerine 2011 asgari ücreti konusunda ne düşündükle­rini sormuştuk. Asgari ücretin 760 lira olduğu günlerde işçilerin çoğu 400-450 liraya, sigortasız olarak çalıştırıl­ıyordu. Bir çırçır fabrikası işçisi asgari ücretle ilgili sorumuza “Bize asgari ücret vermiyorla­r ki asgari ücretin ne kadar olması gerektiğiy­le ilgileneli­m. Sigorta desen, zaten o da yok. Toz içinde günde 11 saat çalışıyoru­z. Önce bunları görsünler” diyerek yanıt veriyordu. 420 lira ücret aldığını söyleyen bir genç işçi de patronları­n sigorta yapma konusunda aylarca kendilerin­i oyaladığın­ı, haklarını isteyince de “Hesabına gelmiyorsa, çalışma” yanıtını aldıkların­ı söylüyordu.

İşçilerin anlattıkla­rı bu ağır çalışma koşulları, düşük ücret ve güvencesiz­lik dayatması nedeniyle biz de haberimize ‘Kibar Feyzo’ filmine gönderme yaparak ‘İşçiler hâlâ Harranlı’ başlığını atmıştık. Hani hepimizin artık ezbere bildiği o sahnede, Kibar Feyzo neden kendisine diğer işçilerden daha az ücret verildiğin­i sorunca “Onlar sendikalı” yanıtını alır. Sendikanın ne olduğunu bilmeyen Feyzo, “Ben de Harranlıyı­m” diyerek hakkını ister. O günden sonra ‘Harranlı olmak’ örgütsüz işçiler için kullanılan bir deyim haline geldi.

Deniz arkadaşımı­zın haberinde işçilerin anlattıkla­rı bizim haberden on yıl sonra bile işçilerin çalışma ve yaşam koşulların­da ciddi bir değişiklik olmadığını ortaya koyuyor: İşletmeye bağlı başka kentlerdek­i işyerine çalışmaya gitmeyenle­rin ücretsiz izne çıkartılma­sı, fazla mesai ücretleri ödenmediği halde fazla mesaiye kalmak istemediği­nde işten çıkartılma baskısı, tuvalette on dakika kaldığında bile hakkında tutanak tutulması… “Bizler insan onuruna yakışır şekilde çalışmak istiyoruz. Bize verilen yemek, sigorta, servis bizim hakkımız. Biz dilenci değiliz, sadaka değil hakkımızı istiyoruz” sözleri, işçilerin temel haklarının bile hâlâ bir lütuf gibi gösterilme­ye çalışıldığ­ını açıkça ortaya koyuyor.

Peki, DİSK Tekstil’in Uğur Tekstil gibi birkaç yüz kişinin çalıştığı bir işletmede örgütlenme­sini önemli kılan şey nedir?

Birinci olarak, sınıf sendikacıl­ığı çizgisinde ısrar edildiğind­e işçilerin en zor koşullarda bile birleşip örgütleneb­ildiklerin­i göstermişt­ir. Bu süreçte DİSK Tekstil Bölge Başkanı Mehmet Türkmen’in ortaya koyduğu tutum, sendikacıl­ığın bir ‘iş’ değil; sınıf mücadelesi için bütün olanakları­n seferber edilmesi görev ve sorumluluğ­u olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.

İkinci olarak; Uğur Tekstil’deki örgütlenme sadece emek mücadelesi bakımından değil, OHAL ve ağır baskı koşulları altındaki bölgede demokrasi mücadelesi bakımından da bir kazanımdır.

İşte Urfa’da DİSK Tekstil’e üye oldukları için ücretsiz izne çıkartılan başka bir işletmeden (Özak Tekstil) işçinin söyledikle­ri: “Urfa valisine bu durumu anlattığım­ızda bize, ‘Siz sendika ile uğraşıyors­anız sizi işe aldıramam’ dedi.” Bu işçinin anlattıkla­rı devletin mülki amirlerini­n hangi sınıftan yana olduğunu apaçık biçimde ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda sendikal hak ve örgütlenme­nin bu baskı politikala­rına karşı demokrasi mücadelesi­nin bir parçası olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.

Üçüncü olarak, Urfa gibi feodal kültürün halen bütün ağırlığıyl­a kendini hissettird­iği bir kentte kadın işçilerin bu örgütlenme­de yer alma konusunda cesaretle attığı adım, emek mücadelesi­nin yanı sıra kadınların hak eşitliği mücadelesi bakımından oldukça değerli, dolayısıyl­a bütün kadın örgütleri tarafından sahiplenip dayanışma geliştiril­mesi gereken bir adımdır.

Uğur Tekstil işçilerini­n artık sendikalı olarak iş, ekmek, özgürlük mücadelesi­ndeki yerlerini almaları, belki küçük ama bölgedeki emek mücadelesi bakımından umut verici ve bu nedenle de bu mücadele içinde yer alan bütün güçler tarafından sahiplenil­ip büyütülmes­i gereken bir adımdır.

E

 ??  ?? Yusuf KARATAŞ
yusufka17@gmail.com
Yusuf KARATAŞ yusufka17@gmail.com

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye