Evrensel Gazetesi

BILL RUSSELL: HAKLI, ÖFKELİ, HUYSUZ

- M. Fabian SÖZMEN

“ azanan” (winner), ABD mantalites­inin spora mıh gibi kazıdığı, çağımıza çok uygun, hiç sevmediğim bir tabir. Ancak basketbol tarihinde bir büyük “kazanan” belirlemem­iz gerekse bu kesinlikle geçen hafta hayata veda eden Bill Russell olurdu. 13 profesyone­l sezonuna 11 şampiyonlu­k sığdıran Russell’ı daha da özel hale getiren bunu tarihin en iyi takım oyuncusu olarak yapmasıydı. Hücumda topa dokunmaya ihtiyaç duymadan (ki onda da fena değildi, kariyer ortalaması 15.1 sayı) bir maçın kaderini değiştireb­ilen savunma uzmanı, bu yanıyla basketbold­a fedakarlığ­ın ve takım oyununun başarı için vazgeçilme­z olduğunu kendisinde­n sonra gelen herkese hatırlatan bir simgeydi. Özellikle bizim kuşaklar onu şampiyonlu­k yüzükleriy­le verdiği şen pozuyla, alçakgönül­lü mesajlarıy­la, uyumlu tonton ihtiyar imajıyla hatırlıyor. Oysa kendi deyimiyle “insan hakları popüler değilken insan hakları mücadelesi veren” bu adam, tüm o şampiyonlu­kları kazandığı dönemde medya ve seyirciler­le sürekli sürtüşen, asık suratlı kimilerine göre “huysuz”, kimilerine göre “burnu havada” bir isimdi.

Bill Russell, ırkçılığın çok güçlü olduğu bir dönemde büyüdü. Dedesi marabalık, babası hademelik, kendisi “süper yıldızlık” yaparken değişmeyen şey yaşadıklar­ı ayrımcılık­tı. Ve buna karşı mücadelede aile geleneğini sürdürdü. Boyun eğmedi, karşı koydu. Arazisini hasat etmeyeceği­ni duyunca “Bana ne yapmayacağ­ını söyleme zenci” diyen toprak sahibi ve arkasındak­i KKK üyelerine karşı pompalı tüfeğiyle nöbet tutan dedesi, Russell’ın kahramanıy­dı.

“Kararlıydı­m, hiçbir zaman bağnazları­n istediği zenci olmayacakt­ım. Onlara kendini sevdirmeye çalışan gülen çocuk olmak bana göre değildi.” Bill Russell bu yüzden “Amerika’nın en ırkçı şehri” dediği Boston’da bir spor sembolü olmayacağı­nı kabullenmi­şti. Üçüncü şampiyonlu­klarını kazandıkta­n sonra trafik ışıklarınd­a “Hey zenci, o arabayı almak için kaç tane boktan maç yaptın” diyen adam, şehrin ve ülkenin gerçeği olmaya devam edecekti. Banliyöde ev aldığında o “nezih” semtin sakinleri Russell ailesinin mahalleler­ine taşınmamas­ı için imza kampanyası başlatmış, ilk tatillerin­den döndükleri­nde evlerini talan etmişlerdi. Boston medyasına göre bu barbarlığı­n gerekçesi Russell’ın “kibirli” tavırlarıy­dı! Tüm şampiyonlu­klarda oynadığı başat role rağmen medya onu bir şekilde hep ikinci plana itmeyi başardı. O da sahada kendini alkışlayıp saha dışında yuhalayanl­ara karşı lafını hiç esirgemedi. “Ilımlı” beyazlara, “liberaller­e” göre Russell’ın sert tavrı “onun türünün mücadelesi­ne” zarar veriyordu. Bu argümandan hep nefret etti. Bazen Martin Luther King Jr.’ı yumuşak olmakla eleştirdi, Malcolm X’e, Nation of Islam’a yakınlık duydu. Siyahların, şiddet de dahil, tüm araçlarla ezilmişlik­lerine karşı koymaları gerektiğin­i söyledi. “Beyazların çoğunu beyaz oldukları için sevmiyorum. Siyahların çoğunu da siyah oldukları için seviyorum. Bana en aşağılık, en mazlum siyahı gösterin, size onun kardeşim olduğunu söylerim” dediğinde “ırkçı Bill Russell” korosuna koşarak katılanlar Güney eyaletleri­ne gittikleri­nde onları kabul etmeyen otellerden, lokantalar­dan bahsetmekt­e pek çekingen kaldılar. Bill Russell, daha fazla para, daha fazla popülarite için hiçbir zaman şirinlik yapmayacak, öfkesini hep diri tutacaktı. Bu bazen derdini daha geniş kesimlere daha iyi anlatmasın­a engel olsa da…

Lige 1959’da gelen Wilt Chamberlai­n onun hem en büyük imtihanı hem en büyük zaferiydi. Pek çok açıdan Russell’ın tam tersiydi. Basketbolc­uluğu, mizacı, politik eğilimleri…* En büyük farkları belki de şuydu: Wilt her zaman sevilmek istedi; beyazlar, siyahlar, seyirciler, takım arkadaşlar­ı, rakipleri onu sevmeliydi. Russell ise kendisinin de sıkça söylediği gibi sevilmeyi umursamadı ama saygı görmek istedi. Saygı gördü, 1960’ların sertlikler­i unutuldukt­an sonra sevildi de… Şurası kesin, ailesini ırkçı toprak sahibine karşı pompalı tüfeğiyle savunan maraba dedesini hiç mahcup etmedi.

K* Yeri gelmişken şu anekdotu da aktarayım… Russell ve Wilt saha dışında çok iyi dost oldular. Ancak Russell’ın 1969 finalleri sonrası görüntü alındığını bilmediği bir toplantı sırasında Wilt’i kolay pes etmekle (quitter), sürekli kaybetmekl­e

(loser), yani en çok kullanılan medya klişeleriy­le itham etmesi ipleri kopardı. Wilt, medya ya da seyirciler­in kendine böyle sataşmasın­ı artık umursamıyo­rdu ama saygı duyduğu bir isimden, en büyük rakibinden ve kıymetli bir arkadaşınd­an bunları duymak onu yaraladı. Tam 24 yıl küs kaldılar,

büyüklüğü yapan ve barış adımını atan Wilt oldu ve Shaquille O’neal’ın 1993’teki Reebok reklamında birlikte

(Kareem ve Walton da vardı) rol aldılar.

 ?? Fotoğraf: Wikimedia Commons ??
Fotoğraf: Wikimedia Commons
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye