İdamların yıl dönümü üzerine…
Hapishanede infaz edilen çocukları ve akrabalarının Khavaran bölgesinde toplu bir biçimde gömüldüğünü öğrenen Khavaran aileleri bu bölgeye yakınlarının cenazesini tespit edebilmek, bulmak ve bir mezar yapabilmek adına sürekli gidiyorlar.
İran’daki “1988 idamları”nın sorumlularından biri olarak suçlanan İran İslam Cumhuriyeti yargısının Eski Savcı Yardımcısı Hamid Nuri İsveç’te yargılandı. Müebbet hapis cezasına çarptırılan Hamid Nuri’nin kurtulması için çeşitli operasyonlar yapıldı. Davanın ilk duruşması 10 Ağustos
2021’de görüldü ve 9 ay sürdü. Mahkeme; davacılar ile şahitlerin beyanlarını ve sanığın savunmasını dinlemek için 93 oturum yaptı ve bu süre zarfında en az 60 davacı ve tanık, İslam hukuku ve uluslararası hukuk alanında faaliyet gösteren 12 uzman; dava hakkında konuştu.
MUHALİFLERE ÖLÜM FETVASI
1979 İran Devrimi’nden sonra İslam Cumhuriyeti’ni kuran İslamcı güçler Humeyni önderliğinde başta sol gruplar olmak üzere farklı muhaliflerin avlanma sürecini başlattılar. İran’ın 1980’li yıllarının politik atmosferi bazı sol gruplar ile devlet arasında sert çatışmaları içeriyordu. Bu çatışmalar 1988’in yaz aylarında Halkın Mücahitleri (HMÖ) ve kimi diğer sol örgütlere mensup siyasi tutukluların toplu katliamına yol açtı. Humeyni’nin ‘münafıkların idamı’na yönelik fetvası İran’ın yakın tarihinde eşi görülmemiş katliamlara zemin oluşturdu: “Münafıklar İslam’a herhangi bir şekilde inanmadıklarından dolayı tüm eylem ve söylemleri hilelidir… Münafıklar Bas Partisinin yardımıyla ülkenin dört bir yanında gerçekleştirdikleri saldırılara ve bizim Müslüman milletimize karşı Saddam’a yaptıkları casusluğa istinaden … Tüm ülkenin hapishanelerinde nifak düşüncelerinden vazgeçmeyenler İslam Devleti’ne başkaldırmış sayılıp idama mahkumdurlar... İslam Devleti’ne başkaldıranlara karşı acımak saflıktır. Umarım İslam düşmanlarına karşı sizin devrimci öfke ve kininiz Allah’ın rızasına neden olur. İdam kararı verecek olan sorumlular herhangi bir şüpheye düşmeden kafirlere karşı en sert tutumlarını sergilemeye gayret etsinler.”
1988 YAZININ KARA LEKESİ
1980’li yıllarda İran’ın devrimcileri peş peşe yok edildiler. Bir yandan İran-irak savaşı siyasal İslamcıları güçlendirdi ve her türlü siyasi muhalefetin önünü kesti. Diğer yandan, ülke içinde İslam Cumhuriyeti’ne karşı silahlı mücadeleyi sürdüren örgütler ‘münafık’ ilan edildiler. Bu dönemde silahlı mücadele gerekçe gösterilerek binlerce kişi hapishanelerde öldürüldü. Örneğin, bu dönemde Humeyni’nin fetvasında da olduğu gibi, ‘nifak düşüncelerinden’ vazgeçmeyenler tespit edilip toplu infazlara tabi kılındılar. 1988 yaz aylarından önce, hapishanelerdeki mahkumlar arasında üç kritere göre gruplaşmalar yapıldı: Yaş, giydikleri hükümler ve suçlamalar. Yaş kriterine göre 10 yaş altındaki ve üstündeki mahkumlar ayrıldılar. Suçlamalar konusunda ‘solcu’ ve ‘solcu olmayanlar’ arasında bir farklılık ortaya çıktı. İlginç olan şu ki bu dönemde silahlı mücadelede yer almayan ancak silahlı mücadele örgütlerinin sempa
tizanları olanlar bile tutuklandı ve bunların bir kısmı 1988 katliamından önce hapishanelerde cezalarını çekiyorlardı ve hatta bazıları ceza sürelerini bitirmek üzereydi. Humeyni’nin fetvasıyla birlikte işler değişti ve İslam Cumhuriyeti ‘münafıkları’ yok etmek için elinden geleni en feci biçimlerde yaptı. İran rejimi nezdinde bu fetva Hmö’nün Saddam Hüseyin’e yaptığı casusluk ve “Ebedi Işık Operasyonu”na karşılık olarak verildi. Humeyni’ye göre, savaş döneminde HMÖ yurt dışında İran’a karşı Irak rejimine stratejik yardımlarda bulundu ve bu örgütün mensupları İran içinde özellikle hapishanelerde İran rejimini devirmek için örgütleniyorlardı. Bu sebeple; genel olarak solcuların ve özel olarak Hmö’nün mensuplarının idamları siyasal İslamcılar için kendi bekalarını sürdürmek üzere kaçınılmaz bir hale geldi. İrvand Abrahamian bu süreci şöyle anlatır:
“Cuma gününün ilk saatlerinden itibaren İran’ın tüm hapishanelerinin etrafına demir çitler döşendi. Hapishanelerde kapılar kapandı ve telefonlar kesildi. Televizyonların fişleri çekildi ve mektup, gazete ve ilaç kutularının dağıtımı durduruldu. Cezaevi görüş saatleri kaldırıldı ve tutukluların aileleri hapishanelerin etrafından
uzaklaştırıldı. Tutuklulara kendi koğuşlarında kalmaları ve gardiyanlar ile Afgan işçileriyle konuşmamaları gerektiği emredildi. Revire, atölyelere, okuma salonlarına ve avlulara gidiş dönüş yasaklandı.” (Abrahamian, 1990: 327)
İDAMDAN ÖNCE ‘ŞERÎ TECAVÜZ’
Aşağılama, gaz odalarında işkence, sahte idam gösterisi, idamlardan sonra kutlamak için tutuklulara tatlı dağıtmak, ışıksız ve tuvaletsiz hücrelere atılmak ve kadın tutuklulara taciz ve tecavüz gibi sistematik uygulamalar bu dönemin dehşet verici atmosferini oluşturuyordu. Bazı anlatılara göre, “bakire kadınların idamları caiz olmadığı için onları sorgu yargıçları nikahına alıp sonra onlara tecavüz edip bu şekilde şeriata göre idam edilmek için uygun bir hale getiriliyorlardı.” Tutukluların küçük çocukları bile bazen koğuşlara atılıyordu ve kimi zaman onların gözü önünde aileleri idam ediliyordu. İdam edilen kişilerin malları ise ‘ganimet’ olarak sayılıp onlara el konulurdu. Bazı örneklerde ise idamın ‘kurşun parası’ bile ailelerden alınırdı. İdam edilenlerin cenazeleri ise gizlice Tahran’ın güneydoğusunda olan ve önceden
“Lanet Abad” olarak bilinen Bahâîlerin mezarlığına yakın bir arazide (Khavaran mezarlığında) gömülüyordu. Bununla birlikte, Khavaran o dönemin en büyük siyasilerin toplu mezarlığıydı.
‘ÖLÜM HEYETİ’
Humeyni’nin fetvasında idamlar ile ilgili bir yol çizildi. Üç kişiden oluşan idam heyetlerinin kurduğu mahkemelerde çoğunluk oyu idam cezasını belirlerdi. Bu fetvada doğrudan iki kişinin adı geçiyordu: Ayatüllah Neyeri (şeriat savcısı) ve Morteza Eşragi (Tahran Devrim Mahkemesinin Başsavcısı). Bunlara ilaveten, İran istihbaratının temsilcileri ve Devrim Mahkemelerinin savcıları ise Tahran dışındaki idam süreçlerinden yükümlüydü. Bu çerçevede idamların müsebbipleri İran’da “ölüm heyeti” olarak tanındılar. Af Örgütüne göre, adı geçen kişilerin yanı sıra İbrahim Reisi (eskiden Tahran’ın başsavcısı ve şimdiki cumhurbaşkanı), Alireza Avayi (dönemin adalet bakanı), Mustafa Pourmohamadi (İstihbarat bakanlığının temsilcisi) ve Mohamad Hüseyin Ahmadi (Huzestan’ın savcısı) “ölüm heyeti”nde yer alıyorlardı.